Fotoğraflar: Vedat Arık-Caner Aytepe
Ebru ve Burcu; kadere inanmayan ve başkaldırarak hayatta kalacaklarını düşünen iki kadın.
İkisi de erkek şiddetine karşı isyan ve öfke ile dolu. Sistematik olarak yükselen erkek şiddetine karşı tam da şiddetin kendisi gibi sistematik olarak tepki göstermeyi bilinçli bir şekilde tercih ediyorlar.
Ebru ve Burcu’yu Elçin Poyrazlar’ın “Ecel Çiçekleri” isimli kitabından tanıdım fakat aslında yeryüzünde binlerce Ebru ve Burcu var.
Gazeteci-yazar Elçin Poyrazlar’ın feminist polisiye tarzıyla kaleme aldığı “Ecel Çiçekleri”, Doğan Kitap etiketi ile okurla buluşturuldu.
“Feminist polisiye de nasıl oluyormuş?” diyorsanız, sözü Poyrazlar’a bırakıyorum.
“Ben kadınım ve kadın gibi yazıyorum”
"Domestic noir" tarzı deniyor sizin kitaplarınıza, bu türü biraz anlatır mısınız?
İlk iki romanım “Gazetecinin Ölümü” ve “Kara Muska” aslında “casusiye” ya da siyasi polisiye türündeydi. Ancak “Mantolu Kadın” ve “Ecel Çiçekleri” domestic noir türünde.
Ben iktidar ilişkilerini irdeleyen kara gerçekçiliği romanlarımda kullanmayı seviyorum.
Domestic noir suç edebiyatının son dönemde yükselen bir alt türü.
Kurguda kadınların açısını, deneyimini, erkekler üstünden değil kendilerinin kurdukları ilişkileri merkezine alan bir tür.
Evde, aile içinde, iş yerinde, sokakta kadının yaşadığı tehditlere ve bu tehditler karşısında kadınların reflekslerine odaklanan ve temelini feminist görüşe dayandıran bir kurmaca.
Bu türde yazanlar arasında Paula Hawkins, Gillian Flynn, Elizabeth Haynes, Louise Doughty, Natalie Young’ı sayabiliriz.
“Erkek şiddetie karşı biz ne yapabiliriz?”
O zaman son kitabınız “Ecel Çiçekleri”yle devam edelim. Biraz kitabı anlatır mısınız?
“Ecel Çiçekleri” benim için özel bir roman. Kadınların öfke ve isyanla dolup taştığı bir dönemde, hem de hepimizin eve hapsolduğumuz günlerde kaleme alındı.
Kitabın fikri bundan iki yıl önce aklıma düştü. Kafamdaki soru ise şuydu: Kadınlar sistematik biçimde katlediliyor, erkekler serbest kalıyor ve cezasızlık artık yerleşik bir politik kültür. Peki biz ne yapabiliriz? Bu kadar vahşet ve adaletsizlik karşısında biz kadınlar, ne yapmalıyız?
İşte bu sorularla kafamda iki kadın karakter belirdi. Kadere inanmayan ve başkaldırarak hayatta kalacaklarını düşünen iki kadının öyküsü çıktı ortaya. Bir de elbette onların peşine düşen Komiser Suat Zamir.
“Acil çözülmesi gereken derdimiz erkek şiddeti”
Genelde erkek şiddeti sonucu öldürülen veya yaralı kalan kadınların kurban olarak anlatıldığı bir tarz var yazın alanında. Kitapta tam aksi iki karakterle, Ebru ve Burcu ile tanıştırdınız bizleri, biraz anlatır mısınız?
Polisiye geleneksel olarak “erkek” romancılığına girer. Sert, bıçkın, bıyıklı, anti-kahraman, kafası karışık erkekler, hem kendilerini hem de önlerindeki bir cinayeti çözmeye çalışırlar. Kadınlar ise neredeyse kartondan kesilmiş gibi ya zavallı çaresiz kurban ya da erkekleri ölüme ya da cinayete sürükleyen fettan kadın olarak resmedilir.
Bu aslında metni de erkekleştiren bir yapı. Ben kadınım ve kadın gibi yazıyorum. Kadınlar o kadar basit değil. Ya zavallı ya da fettan değiliz. Katman katmanız. Kafamız ve yüreğimiz çalışıyor. Hem de diğer cinsten çok daha fazla.
Ebru ve Burcu karakterleri elbette gerçek hayatta karşılaşmadığım, oldukça romansı karakterler. Ama onların isyanına ve öfkesine bugün milyonlarca kadın katılıyor. Hepimiz biraz Ebru ve Burcu gibiyiz.
Kitabın fikri nasıl oluştu peki bir olay mı yaşadınız bir duruma mı tanık oldunuz veya erkek şiddetine mi tanık oldunuz?
Türkiye’yi takip eden, üstüne düşünen ve yazı yazan bir kadın olarak her gün gözümün önünde en az üç cinayet işleniyor. Yoksul, varlıklı, eğitimli, ayrıcalıklı, fark etmiyor. Bu ülkede kadınlara karşı bir cins kırım var. Sayılar ve vahşetin dozu hızla artıyor.
Cinayet yöntemleri inanılmaz bir canavarlık düzeyinde. Genç bir kadını boğup sonra varile koyup yakmak ve üstüne çimento dökmek nasıl bir nefrettir? O genç kadının yaşadığı acılar ve hak görüldüğü ölümün bu olması bizi neye dönüştürüyor?
Kadın cinayetlerinin istisnai olmasını ve biz polisiye yazarlarının hayal gücümüzü zorlayarak cinayet kurgularını inşa etmemizi çok daha fazla isterdim. Ama bugünün Türkiye’sinde kadınları öldürmek bir çeşit milli spora dönüştü. Acil derdimiz de bu, bu yüzden yazıyorum.
“Gazetecilik reflekslerimi besliyor”
Gazeteci kimliğiniz yazımınıza nasıl yansıyor?
Ben güncelin polisiyesini yazdığım için gazetecilik reflekslerim beni besliyor. Özellikle araştırma yapma ve kısa metinler yazabilme konusunda. Maddi hatalar olmaması için sıkı bir araştırma, soruşturma dönemim var.
Ecel Çiçekleri’nin ortaya çıkma sürecinde Adli Tıp Uzmanı Prof. Dr. Nevzat Alkan, eski emniyet müdürü Mehmet Geçer ve Mesut Demirbilek beylere bana sağladıkları katkılar için teşekkürü bir borç bilirim.
Bir de iyi bir edebiyat tavsiyesi olduğunu düşündüğüm ‘sevgililerini öldür’ yani aşırı süslü, edebi cümleleri atmak ve metni sadeleştirmek konusunda gazeteciliğin verdiği deneyim işime yarıyor.
“Kadınlar ve yapay bölünmeler”
Kitaptaki karakterler roman kahramanı ancak bir yandan da çok gerçekler, bu sahiciliği nasıl yakaladınız?
Bu çok güzel bir iltifat, teşekkür ederim.
Aslında romandaki üç kadın biraz her kadın demek. Bu ülkede her kadın belli düzeyde kuşatılmış, sıkışmış ve yalnız hissediyor. Seslerimiz kesiliyor, nefes alma alanlarımız işgal ediliyor. ‘Kadınlar öyle yapmaz’ klişesi tüm yaşamımızı ele geçirmiş durumda.
Ebru, Burcu ve Suat farklı cephelerde görünse de aslında aynı duvarlarla karşı karşıya. Tam da bugün bu ülkede kadınların yaşadığı gibi. Bizi ayıran ideoloji, sınıf, din, adet, aile her neyse aslında yapay. Çünkü meselenin özünde kadınlık derdi yok. Kadınlar kadınlığı temel aldıklarında o yapay bölünmeler de son bulacak.
“Şiddeti görünür kılmak mücadelenin ilk adımı”
Fotoğraf: Evrim Kepenek/bianet
Suat Komiser kadar kararlı bir yargı ve polis teşkilatı var mı sizce şiddeti açığa çıkarma konusunda?
Elbette yok. Bu bir kurgu. Türkiye’de yürekli ve adil polisler olduğuna eminim. Ancak sistem iyilik ve adalet üstüne kurulu değil. Hukuk ve adalet insan eliyle yapılan ve zamanın hep gerisinde kalan bir yapı. Bir de iktidarların işine geldikçe yonttukları, siyasallaştırdıkları bir araç.
Şiddeti görünür kılmak, mücadelenin ilk adımıdır. Ses çıkarmak ve direnmek. Bu sadece kadın hakları için değil tüm haklar için geçerli.
Toplum değişken ve akıcı. Yasalar ise beton gibi katı. Ancak talep ederek, ayak direyerek ve mücadele ederek, o yasalar istediğimiz şekle bürünecek.
"En önce kadınlar suçlandı!"
Kadınlar neden zaman zaman şiddet konusunda sessiz kalıyor ve gerekli başvuruları yapmıyor?
Çünkü sistemi iyi tanıyorlar. İfşa ettiklerinde o sistemin en önce ona saldıracağını ve silahın namlusunun kendi göğsüne döneceğini çok biliyor. Sosyal medyadaki ifşa dalgasında öyle olmadı mı? En önce kadınlar suçlandı.
Daha minicikken ‘kızlar öyle yapmaz, böyle yapmaz’ ile programlanan, sınırlanan, hep azalması istenen bir cins kadınlık. Ve suçu üstlenen. Suçun faili erkek de olsa, "Acaba ben mi kışkırttım, kuyruk mu salladım, hata bende mi" diye o suçluluk duygusunun öğretildiği varlık kadın.
Ama o eşik aşıldı. Suç ve suçlunun niteliği gayet bariz biçimde önümüzde dikiliyor. Kadınlar onları hedef alan namluları tek tek bükecek.
“Dünyanın sorunları kadınların elleriyle çözülecek”
Fotoğraf: Evrim Kepenek/bianet
Siz Türkiye kadın hareketini de yakından takip ediyorsunuz uzun zamandır gazetecilik de yapıyorsunuz….Kadın hareketinin dünü ve bugününe dair ne söylemek istersiniz?
Türkiye siyasetindeki belki de tek gerçek muhalefet olduğunu düşünüyorum. Kadın hareketi gümbür gümbür geliyor. Erkek iktidarın bu kadar rahatsız olmasının, ‘kadının görevi analıktır, aile yapısını bozmayalım, bir takım feminist teröristler’ gibi söylemlerle tutuşmasının nedeni de bu.
Kadınlar uyandı. Haklarının ve hayatlarının değerinin farkındalar. Bu Müslüman kadınlar için de geçerli. Bütüncül bir dalga var artık, o dalgayı ya destekleyecekler ya da o dalgada boğulacaklar.
Kadınların yönettiği, örgütlendiği, politika, bilim, sanat ve toplumda öncü olacakları bir döneme girdik. 21. yüzyıl dişil bir çağ olacak. Ve dünyanın pek çok sorunu kadınların eliyle çözülecek.
Şimdi 8 Mart geliyor bir mesajınız var mı?
Şili’de başlayan danslı protesto Las Tesis’e bir atıf yapmak isterim.
Patriyarki doğumumuzdan itibaren bizi yargılayan hâkimdir ve cezamız da gördüğümüz şiddettir.
Ama suç bizde değil. Hiç olmadı.
Kadınlar artık yalnız değil. Hiç olmayacak.
Elçin Poyrazlar hakkındaODTÜ’de işletme okuduktan sonra Belçika’nın Katholieke Universiteit Leuven Üniversitesi'nde Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler üzerine yüksek lisans yaptı. Brüksel Hür Üniversitesi'nde (ULB) ekonomi-politika doktorasını yaparken gazeteciliğe başladı. Cumhuriyet, Dünya, Virgül, TimeOut, Huffington Post, Vocativ, BBC gibi yerli ve yabancı medya kuruluşları için çalıştı. Bu süreçte İstanbul, Washington, Brüksel ve Londra’da yaşadı. İlk polisiye romanı Gazetecinin Ölümü 2014, Kara Muska 2016, Mantolu Kadın Kasım 2018’de yayımlandı. İngiltere’nin seçkin derneği Polisiye Yazarlar Birliği’ne (CWA) 2016 yılında kabul edildi. Halen Cumhuriyet gazetesinde düzenli köşe yazıları yazıyor ve Madrid’de yaşıyor |
Ecel Çiçekleri/ Doğan Yayınları/Ocak 2021/332 sayfa
(EMK)