Bir sabit: Mondrian
Hollanda'daki De Stijl çevresinin ve Alman Bauhaus'unun esas adamlarından olan Piet Mondrian'ın resmi, tıpkı çağdaşı Dada hareketi gibi Birinci Dünya Savaşı'na verilmiş bir yanıt olarak düşünülebilir.
Büyük savaşın akla zarar oyuncakları klor gazı ve lav makinelerinden Dadacılara bir alaycılık, inançsızlık kalmış. Mondrian'ın bu absürd trajedi karşısında verdiği tepki ise daha çok "herkesi hizaya çekme" kıvamında tezahür etmiş. Azarlamadığı ressam, küsmediği arkadaşı kalmamış.
Trajedinin insan aklından tamamen silinmesi için toplumda sanatın öncülük edeceği evrensel bir denge kurulması gerektiğinde karar kılmış Mondrian."Yeni insanlık", "gelecek", "yeni sanat"... hep bunları düşünen bir adamın öfkesi gizli bir optimizme işaret ediyor olabilir.
Yalnız resimde değil, edebiyat, müzik ve mimarlık için sonsuza dek geçerli olacak bir ilke olarak önerdiği "Yeni Plastik" mümkün olan en sade, en gergin, en katıksız estetik anlatım biçimine tekabül eder. Ve Mondrian öğretmeye inat etmiş sabırlı bir öğretmen gibi anlatır: Ruhumuzu kurtaracak sabitin sırrı 90 derecelik dik açıda, tek renkli düzlemde, yatay ve dikey ilişkilerindeki dengede gizlidir. Doğayı taklit etmekte inat etmek ise gericilikten başka bir şey değildir.
Mr. Boogie Woogie Man'in bu kadar didaktik olabilmesi gerçekten hayret verici, diğer yandan bana söylediği aşağı yukarı şöyle bir şey oldu:
"Hüzünlü, kadınsı Van Gogh sarısını beğeniyor, günbatımları karşısında içleniyorsunuz. Yaşanacak bir yeri bir açıkhava müzesine dönüştüren melek kabartmalı mermer binaları görmek için Avrupa'ya gidiyorsunuz.... Elbette Paris'e, bir kasvet sahnesi olarak.
Bana sorarsanız buralarda görmeniz gereken tek şey güneşli bir Cumartesi günü Parislilerin ana caddedeki devinimidir. Müzelere diyecek sözüm yok ama hayatın dekoru baştan başa değişmeli. Ben cam ve çeliği öneriyorum.
Süslü hanımlarla çıtkırıldım beylerin birbirlerinin çevresinde döne döne aşındırdığı dans salonlarının usanç verici müzikleriyle, melodramlarla, komedilerle oyalanmayın artık. Dünyanın bütün günebakanlarını, ve hatta bütün güneşlerini anlatmaya muktedir tek bir sarı veriyorum size. Hanımefendi, dantellerinizi, fırfırlarınızı sökün, bu gece cazbanda gideceğiz."
Dadacı saldırı nasıl saldırının muhataplarınca kıvrak bir hamleyle geçiştirilip "avant-garde bir hoşluk" gibi gösterildiyse Mondrian da çok benzer bir biçimde dekoratif bir unsur haline getirilmiş zaman içinde.
Yapıtları dönem dönem mimarlık ve modada kullanılmış ama temel imgesi en nihayetinde bir saç spreyi markasının ambalajına yapışıp kalmış. Öyle ki şimdilerde "kim ki bu Mondrian?" sorusuna verilecek en yardımsever karşılık, bu pek bilindik kutuyu gösterip "işte böyle şeyler yapan adam" demektir. Sivri zekalı reklamcılar saçlarımızın ne kadar "sıkı" olacağını göstermek istediler herhalde. Başarısız oldukları söylenemez.
Bir Mondrian yapalım...
Bir Mondrian resmi yapmak için -bazı sanat eleştirmenlerinin müstehzi bir ifadeyle söyledikleri gibi- gerçekten de pek az şeye ihtiyacımız vardır: Dikdörtgenler, kareler, üç ana renk (mavi/sarı/kırmızı), siyah, gri ve beyaz.
Zamanında, bir insan evladının bu kadar "doğru" renkler kullanarak böyle kaymak gibi pürüzsüz dikdörtgenler boyamış olması epeyce hayranlık yaratmış olsa da biz elimizdeki çizim programlarından ve renk kataloglarından faydalanabiliriz.
Zaten kendisi de sanatçıların gelecekte boyaydı, tinerdi, bezdi uğraşmasına gerek kalmayacağını, bu meseleye mutlaka bir çözüm bulunacağına inandığını açıkça ifade etmiş. İçimiz rahat olsun. Asıl düşünmemiz gereken, bu resmi nereye asacağımız.
Bir Mondrian asmak için:
Şimdi ben çok sevsem Mondrian'ı... Hani içimi aydınlatıyor, o düzeni, denge-denge duruşu güven veriyor, aklımı toparlıyor diye en sevdiğim resmini asabilir miyim mutfak masamın üzerine? Hayır. Çok kızar Mondrian böyle bir densizliğe.
Bir Mondrian asabilmek için birtakım düzenlemeler yapmanız gerekir - evinizde, hayatınızda. Yoksa onu bir duvar süsü yapmış olursunuz. "Evrensel" bir bakış yakalamalısınız mekanda. Ne demektir bu, "uzamın kusursuz denge konumuna taşınmasıdır", ortalıkta doğru boyutlarda, doğru renklerde olmayan hiçbir şeyin bulunmaması ve her nesnenin birbirine göre sekmez ve sabit bağıntılarla konumlanması anlamına gelir.
Piet Mondrian "doğru" biçimlerde yeniden tasarlanmasına imkan olmayan nesnelerin mesela tabak, çatal ve kapkacağın kullanılmadığı zamanlarda gözden ırak tutulmasını önerir.
Tehlike: Nesnenin anlamı dikkate alınmazsa böyle bir ev olsa olsa üst-orta sınıf, tercihen 5 yıl deneyimli bir satış mühendisi, yalnız yaşayan, evini yatmadan yatmaya otel gibi kullanan bir adama yakışacaktır. Güzeldir bir anlamda ama yaşanacak, çoğalınacak bir mekan değildir. Bu adamın evine pizzalar dikdörtgen prizma kutularda geldiğinden herhangi bir sorun yaratmazlar. Ufak tefek, ıncık cıncık ne varsa mekandaki o doğru nesnelerin içine tıkılmalıdırlar. Çocuğun oyuncaklarını ortalıkta bırakmak, çorapları öyle fırlatıvermek gibi davranışlar böyle bir dünyada tanımsız ve uygunsuz kaçacaktır.
Stil sahibi olmanın ne kadar zor olduğunu görmek için mağazaların soyunma odalarında kan ter içinde kalan kadınların yüzündeki ifadeye bakmak yeterli. O kadar saçmalığın arasından işe yarar bir şeyler bulup bir estetik yaratmanız, bir ilerleme göstermeniz beklenir ya, işte bu soyunma odalarındaki aynaların üzerine Le Guin'den de icazet alınarak "stili satın alamazsınız, stili yapamazsınız, stil olabilirsiniz ancak" yazılmalı. Mondrian'ın pek geçinemediği kadınlara armağanı olsun bu...
Paris'teki stüdyosunu anlatmış bir yazısında: Antikalar arasında yaşayan ev arkadaşından ayrılıp kendi başına taşındığı güneşli bir oda. Sanıyorum duvarları boyamasına izin verilmediğinden dikdörtgenlere ve karelere böldüğü plakaları kendi renklerine boyayıp duvara monte etmiş. Böylece bir Mondrian tablosunun içinde yaşamış bir süre. En sonunda bu küçük sığınaklar yeterli gelmedi ki, tası tarağı toplayıp "başka bir adamın evinde yaşıyormuş gibi hissediyorum" dediği Avrupa'dan son demlerini geçireceği New York'a kaçmış. Gökdelenlerin gölgesinde ruhunun biraz olsun huzur bulduğunu umuyoruz. (BB)