Kimi strateji uzmanlarına göre "Düşük yoğunluklu savaş", kimilerine göre de "Ne düşüğü kardeşim, işte bildiğimiz savaş" dedikleri Güneydoğu'da yaşanan çatışmalı ortamın üzerinden 1984'te başlayan günlerden bu yana tam yirmi koca yıl geçmiş. Dile kolay! Tamı tamına yirmi yıl. O tarihlerde doğanlar bugün askerlik çağında. O günlerin çocukları bugün belki çocuk sahibi. Bir çoğu da yaşamıyor, her savaşta olduğu gibi geride bırakılan gözü yaşlı analar, eşler, çocuklar.
Yaşanan şiddet ikliminin üzerinden 20 yıl geçmiş. Bugünlerde yaşadıklarının ve yazdıklarının çetelesini bizlerle buluşturan Ekrem Sunarın gazeteciliği de 1964'ten bu yana 40. yılına ulaşmış.
Ben Ekrem Sunar'ı tanıdığımda 20 yıl kadar önceydi. Ve yanlış hatırlamıyorsam Türk Haberler Ajansında çalışıyordu. THA'nın dışında, Hürriyet Haber Ajansı (hha), Ulusal Basın Ajansı (UBA), Güneş ve Yeni Günaydın gazetelerinde de çalışmış. 1978'de Sedat Simavi Vakfı Televizyon Haberciliği dalında birincilik ödülü alan haber programı "Kuzey Irak'ta Kürt Koridoru" Avrupa'nın 22 televizyon kanalında yayınlanmış bir gazeteci Ekrem Sunar.
"Dağdayız" diyor Ekrem Sunar "Düşük yoğunluklu haber güncesi"nin 90. sayfasında. "Tarih, 15 Ekim 1993, dağdayız. Anadolu Ajansı dahil, Türkiye'nin büyük yayın organlarını Güneydoğu'da temsil eden dokuz gazeteciydik. Yere serilen kilim üzerinde oturmuş çaylarımızı içerken, arkasında silahlı korumalarıyla elinde telsiz bulunan biri yanımıza geldi. Bizlere 'Hoş geldiniz, adım Çekdar. ERNK'nin Amed eyalet sorumlusuyum' diye kendini tanıttı. Sonra da bağdaş kurup karşımıza oturdu." Epeyce süren sohbetin sonunda talimat kesin ve bağlayıcıdır. "İkinci bir emre kadar bölgede gazetelerin satılması ve dağıtımı yasaklanmıştır."
Sonra o günleri düşünüyorum. Haber bir bomba gibi düşmüştü kentin gündemine. Ama her şeyde espri arayanlar büyük bir ulusal gazetenin güneydoğu temsilcisinin Silvan kırsalında nezaketi elden bırakmayıp "Çekdar Bey" hitabeti o günler söz konusu olduğunda halen de konuşulur.
Ekrem Sunar özellikle son birkaç yıldır özellikle Kuzey Irak nedeniyle artık rahatlıkla telaffuz edilebilen "Kürdistan" kavramı ile başlamış kitabına. "Osmanlı dönemindeki kayıtlarda adı Kürdistan olarak geçen, Cumhuriyetin ilanından 1950'lere kadar "Vilayat-ı Şarkiye", 1950-60 yıllarında "Doğu" 1960'tan sonra da "Kalkınmada Öncelikli Yöre" olarak kabul gören, her dönemde 'sürgün bölgesi' olarak bilinen Güneydoğu, 15 Ağustos 1984 tarihinde patlak veren olağandışı olaylar nedeniyle günümüzde de "olağanüstü hal bölgesi", adı kaldırılsa da güncelliğini koruyor.
Böyle bir bölgede bir başka önemli konu da "Bu bölgede görev yapan gazetecilerin kimliklerindeki doğum yeri hanesinin karşısında yer alan Diyarbakır ya da bölgeden bir yerin kuşku ile karşılanmasıdır. Bu kuşku bile gazetecilerin bölgede rahat etmesinin önünde önemli bir engel". Ve ekliyor. Böylesine ağır koşulların işlediği bir coğrafyada bu kez gazeteciler tarih yazmıyor. Tarihe tanıklık ediyorlar. Ancak bu tanıklığı ağır bedeller ödeyerek yaptıklarına da inanıyorlar.(sayfa 112) İster istemez bu sıkıntıyı paylaşım beni Hayri Kozakçıoğlu'nun Bölge Valiliği dönemindeki bir açıklamasına taşıdı. Özetle şunu ifade ediyordu Kozakçıoğlu. "Bir milli maçta nasıl ki kendi milli takımınız sahadayken tarafsız olamayacağınıza göre bu bölgede de bir milli dava yürütülüyor. Ülkeyi bölmeye çalışanlara karşı gazeteciler de tarafsız olamaz" İşte böyle bir süreçten geçtiler bölgedeki gazeteciler.
Ekrem Sunarın 40 yıllık haberin tanıklığını ironilerle, esprilerle, bu günlere bile taşınabilecek anekdotlarla okumak mümkün. Bir kaç örnek vermek gerekirse, "Yezidilere güven olmaz, bizi kesebilirler!", diyen bir meslektaşına bizzat Yezidi köylülerin davranışı ve sözü söyleyene mahcubiyeti. Belediyenin encümen kararıyla "Diyarbakır'da et'e 2.5 lira zam" kararını haber yaptığı için; Sıkıyönetim Komutanlığı bildirisiyle "Et'e zam yok" kararına aykırı haber yaptığından haberi yapan gazetecinin (Ekrem Sunar) kodesi boylaması. Sonra rahmetli Mustafa Ekmekçinin müdahalesi ile dönemim Milli Savunma Bakanı Ferit Melenin emriyle tahliyesi. "1971 yılında Bingöl depreminde istihbarı görevle çaycı", 1976 Van- Muradiye depreminin 3. ayında ise Zeki Müren'in deprem zedelere yardım için gönderdiği kıyafetlerin pazarda satılmasına tanıklık, Malatya eski belediye başkanı Hamid Fendoğlu- Hamidonun ölümüne tanıklık.
Ve en çarpıcı anekdot, Celal Talabani'nin Ecevit'e yaklaşımı; "Mam Celal (Talabani) Türkiye'ye sığınmak zorunda kalırsanız önce kime başvurursunuz? - Ecevit'e, çünkü Türk liderler içinde en demokrat olanı odur. Sığınacağım kişi Ecevit olacaktır. Ama aynı Talabani, yıllar sonra demokrat Ecevit'i, körfez savaşına yol açan diktatör Irak lideri Saddam Hüseyin'i Bağdat'taki sarayında ziyaret edip elini sıktığı için 'Faşist' olmakla suçlayacaktı". (sayfa 29)
12 Eylül sonrası Diyarbakır sıkıyönetim mahkemelerindeki yargılamalarda "Yüzüne konan sineği dahi eliyle kovması yasak olan" tutukluların tanığı olan gazetecinin o gün olanları yazamayıp bugün yazabilmesinin ve tarihe taşımasının derin hüznü...
Belki de en çarpıcı hikaye; Recep Tayip Erdoğan'ı hapislere ve siyasi yasaklara taşıyan ünlü Siirt konuşmasını ve şiirini televizyonlara taşımanın hikayesi. Dönemin Refah Partili Siirt Belediyesinde çalışan bir görevlinin 5 milyon lira karşılığında görüntüleri satması. Tarh 6 Aralık 1997, 28 Şubat'ın üzerinden 10 ay geçmiş. "Minareler süngü / Kubbeler miğfer. / Camiler kışlamızdır / Müminler asker." Ziya Gökalp'e ait olduğu ifade edilen dizeler. (sayfa 129-130)
Ve en mizahi mizansen; Yer Diyarbakır Ulu Camii kahvesi. Dönemim İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu kahvede seçmenlerine hitap ediyor. Bir ara elektrikler kesiliyor. Mikrofonda ses yok. Bakan parmağıyla tıklatıyor, ses yok. 60 yaşlarında bir dinleyici ayağa kalkarak "Paşa beg, pıfke, pıfke..." diyor. Ve gergin hava bir anda yumuşuyor. (sayfa 83)
Sonuç da şu anda Diyarbakır'da gazetecilik yapan neredeyse tüm genç ve orta yaştaki gazetecilerin Ekrem abisi, Ekrem Sunar'ın "Düşük Yoğunluklu Haber Güncesi" 40 yıllık meslekten gazeteciliğin acı, tatlı kimi kez tanığı, kimi kez sanığı, çoğu kez de aktörü, kahramanı ve anılar bütünü. Okudum ve çok sevdim kitabı. Beni geçmişe taşırken bugünlere dair göndermeler yaptı. Yazarını da yayıncısını da kutlamak ve okumak gerek.
* Ekrem Sunar. Düşük Yoğunluklu Haber Güncesi. Elma Yayınları. 2003 İstanbul.