İklim değişikliği ile mücadele için imzalanan Paris İklim Anlaşması’nın ardından artık küresel ısınmanın 2 derecenin altında hatta 1,5 derece tutulması gerektiğinde anlaşıldı.
Bunun için de acilen iklim değişikliğinin en büyük nedenlerinden biri olan fosil yakıtlardan vazgeçilmeli.
İşte bu sebeple beş kıtadan 13 ülkede Fosil Yakıttan Kurtul İnisiyatifi kurularak 4-15 Mayıs arasında "Breakfree" eylemleri yapıldı.
Türkiye bu eylemlerde odağına kömürü aldı. Ve eylem yeri olarak yıllardır sanayi bölgesi olan ve aşırı kirlilikle mücadele eden bu da yetmezmiş gibi varolan bir kömürlü termik santralin yanında dört tanesinin daha yapılmak istendiği İzmir Aliağa seçildi.
Bu eylemin düzenleyicilerinden 350.org kampanyacısı Cansın Leylim’le konuştuk.
İklim mücadelesine hangi motivasyonla dahil oldunuz?
Yaklaşık 10 yıl önce iklim değişikliğinin vahametine vakıf oldum. O günden beri iklim adaleti hareketine destek veriyorum. Denizler, tarım gibi konularla ilgili çalıştım. Dünyada balık stoklarının tükenişi, denizlerdeki hayatın tehlikesi ile ilgili kampanyalara katılırken, iklim değişikliği kök sorunlardan biri olarak karşıma çıktı. Türkiye ve bölgedeki tarımın iklim değişikliğinin sonuçlarından görülmemiş kuraklık ve donlarla etkilendiğini izlerken, gıda güvenliğimizin ne şekilde tehlikeye düştüğünü birinci elden gözlemleme imkanı buldum. Çiftçiler ve topraksız tarım işçileri yani gıdamızı sağlayan insanlar giderek kırsaldan uzaklaşmaya başladı. Şehirdekilerin de gıda güvenliğinin etkilenmesine yol açan bu durum, şehirlerin kontrolsüz büyümesine, doğanın talanına yol açtı. Birbirini besleyen içinden çıkılamaz birçok sorun baş gösterdi. İklim değişikliği, bildiğimiz şekilde hayatın devamının karşısındaki en büyük tehlike, birçok sorunun besleyeni, asıl kök sorun. Gelecek nesiller diye bahsedilen benim neslim, ben iklim değişikliğinin etkilerinden halihazırda etkileniyorum. Rasyonel bir varlık olduğumu düşünmek istiyorum, dolayısıyla oldukça bencil bir motivasyonla hayatımı bildiğim şekilde devam ettirebilmek için dahil oldum.
Breakfree hareketi dünyada nasıl başladı, neden eş zamanlı oldu, Türkiye nasıl dahil oldu?
2015 Aralık ayında Paris'te 195 ülke, iklim değişikliğini 2 santigrat derece, hatta 1.5 derecede tutmak üzere sonunda bir anlaşmaya vardı. Fakat anlaşma net bir eylem planı ortaya koymadı. Hatta devletlerin sunduğu niyet beyanlarına bakıldığında iklim değişikliğinin 3 dereceye gideceği hesaplandı. Bu dünya üzerindeki yaşamın ve insan uygarlığının bildiğimiz anlamda sonu demek. Bunun üzerine bütün dünyadaki aktif iklim adaleti hareketi de bir söz verdi. 1.5 derece hedefini tutturmak için bir anlamda hareket kendi akdini imzaladı. Mayıs'ın ilk iki haftasında fosil yakıt kaynaklı en kirletici projelerin bulunduğu ABD, Avustralya, Almanya, Endonezya, Nijerya ve Türkiye'nin de olduğu 13 farklı yerde yerel hareketler, fosil yakıtlardan kurtulmak için eylemlere girişti. Zira gezegen hali hazırda 1 derece ısındı, hatta 1.4 dereceyi gördü, durum elzem ve acil. Hükümetler ve çok uluslu şirketler fosil yakıtları yerin dibinden çıkartmak için yatırım yapmaya, teşvik ve izin vermeye devam ederse, dönülmez bir noktaya varacağız. Dünya'nın gördüğü en büyük sorunla karşı karşıyayız. Eylemlerin eş zamanlı olması, irademizin ve mücadelemizin küresel boyutundan kaynaklanıyor.
Dünyanın aksine Türkiye’de neden odak doğrudan kömürdü?
Her yerde en büyük sorunu teşkil eden fosil yakıta odaklanıldı. Örneğin Nijerya ve Kanada'da bu petrolken Türkiye, Avustralya ve Endonezya gibi ülkelerde kömür oldu. Türkiye'nin kömür planları gerçekten korkunç. Topladığımız son rakamlara göre 29 mevcut kömürlü termik santral var. Bunlara 71 adet de yeni kömürlü termik santral eklenmek isteniyor. Bu planlar hem sağlığımızı hem de iklimimizi doğrudan tehdit ediyor. Dünyada kömür hızla terk edilen, gerçekten kelime anlamıyla fosil bir enerji biçimi. Türkiye, adem-i merkeziyetçi politikalarla enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji projelerine destek vermektense, gezegendeki en kirli yakıtlardan linyit kömürü yatırımlarına teşvik veriyor. Aliağa bölgesindeki mevcut kömürlü termik santrallere ek olarak ikisi kömürlü ikisi petrokoklu olmak üzere 4 yeni termik santral planlanıyor. Bu, Türkiye'nin iklim değişikliğini durdurmak yerine, kısa dönem kar planları ile hem bu santralların yakınındaki insanların sağlığı hem de gezegenin geleceği ile kumar oynanması anlamına geliyor. Kaldı ki Aliağa bölgesi ülkedeki fosil yakıt kaynaklı kirliliğin en acı sembollerinden biri olabilir ama planlanan 71 termik santral yapılırsa tüm ülke aynı kirlilik ve sağlık riskleri ile karşı karşıya kalacak. Elbette Türkiye'de örneğin kaya gazı çıkarılması gibi başka fosil yakıt tehditleri de var ama kömür şu an için en büyük sorunumuz olarak baş gösteriyor.
Türkiye kömürü yerin altında bırakmazsa, bizleri kısa ve uzun vadede her boyutuyla (iklim, ekoloji, sağlık, ekonomi) neler bekliyor?
Dünya müthiş bir enerji dönüşümü gerçekleştiriyor. Almanya bu yıl toplam elektrik ihtiyacının neredeyse tamamını yenilenebilir enerjilerden elde ettiği günler yaşıyor. Portekiz daha geçen hafta dört gün boyunca elektrik ihtiyacının tamamını yenilenebilir enerjilerden karşıladı. İlk kömürlü termik santralin kurulduğu İngiltere 2025'e kadar kömürlü termik santrallerin tümünü kapatmayı kararlaştırdı. Bu dönüşüm sadece gelişmiş ülkelerde de olmuyor. Bangladeş'de yenilenebilir enerji sayesinde insanlar nihayet elektriğe ulaşıyor. Dünyanın en büyük kömür tüketicisi Çin birbiri ardına yüzlerce kömürlü termik santral projesini iptal ediyor. Türkiye bu dönüşümü kaçırırsa hem kendi halkını zehirleyecek hem de tüm dünya enerjide kendine yeter hale gelirken hala dışa bağımlı kalacak.
Kömürlü termik santraller; çıkardığı tehlikeli seviyelerde hava, toprak, su kirliliği, çocuklar ve yetişikinlerde ortaya çıkardığı hastalıklar, termik santrale yakın yerlerde yaşayan toplulukların elinden aldığı sağlıklı ve sürdürülebilir istihdam hakkı, verimli tarım alanları ile yer altı su kaynaklarına verdiği kalıcı tahribatlar yüzünden yerel ve ulusal ölçekte her bir vatandaşın yaşam hakkına set çekmekle kalmıyor çıkardığı yüksek değerlerde sera gazı emisyonlarıyla küresel iklim değişikliğinin geri dönülmez bir felaket boyutuna ulaşmasına katkı koyuyor. Yani dünyadaki tüm toplulukların geleceğini riske atıyor.
Bu yeni termik santral projeleri hayata geçtiği takdirde Türkiye, en az 200 milyon ton sera gazı emisyonu ortaya çıkartarak Paris’ten çıkan küresel sıcaklık artışlarını azaltma yönünde katkı koyma kararı gerçekliğini yitirecek ve hızla Dünya’nın emisyon şampiyonu ülkelerinden birine dönüşecek. Türkiye, dünya çapında Çin ve Hindistan’dan sonra kömürlü termik santrallara en çok yatırım yapan üçüncü ülke olacak.
Kömürden elektrik üretimi; ulaşım, sanayi, ısınma ve tarımdan kaynaklanan kirlilik nedeniyle zaten düşük olan dış ortam hava kalitesini daha da düşürüyor. Kömürlü termik santraller, havaya büyük miktarlarda parçacıklı madde (PM), sülfür dioksit ve dolaylı olarak ozon oluşumuna neden olan nitrojen oksit salıyor. Bu kirleticilerden sağlık açısından en endişe verici olanları parçacıklı maddeler (PM) ve ozon. Türkiye’de PM maruziyetine atfedilebilen sağlık sorunlarının %20’si termik santrallarda yakılan kömürden kaynaklanıyor.
Aliağa’da yapılan eylem nasıl organize edildi, nasıl geçti? Bundan sonra Türkiye Breakfree akımında nasıl yer alacak? Dünyadaki hareketlerle nasıl bir ilişki sürdürecek?
Aliağa'da yapılan eylemde 100'den fazla kurum omuzdaşlık yaptı. Eylem Aliağa'da olduğu için bölgedeki yerel örgütler koordinasyonda öne çıktı ama Türkiye'nin birçok bölgesinden ve sadece çevre örgütleri ile sınırlı kalmayan bir Fosil Yakıt Karşıtı inisiyatif oluştu. Doktor odalarından sanatçı birliklerine kadar birçok grup inisiyatif içinde aktif rol aldı. Bu inisiyatifin çalışmaları sonucunda 15 Mayıs'ta Foça Aliağa arasındaki cüruf dağının önünde şiddetsiz bir doğrudan eyleme gerçekleştirildi. Yaklaşık 2000 kişi Ilıpınar köyünde toplanarak cüruf alanına yürüdü ve cüruf dağının önünde kırmızı bir çizgi çekerek 'yeter' dedi. Eylemin kendisi son derece birleştiriciydi. Bundan sonra inisiyatif nasıl davranacak hep birlikte göreceğiz ama yapılması planlanan tüm kömürlü termik santrallere karşı güçlerin birleştirilmesi şart. Tüm dünyada da benzer bir yaklaşım benimsenmiş durumda, zira iklim mücadelesi her yerde fosil yakıtlardan vazgeçilmesini gerektiriyor. Bir yerde fosil yakıtlar tümüyle terk edilirken başka bir yerde kullanımın sürmesi veya artması çabaları anlamsızlaştırır. 1.5 derece hedefinin tutturulabilmesi için-ki bilim insanları artık 1.5 derece hedefine dönülmesinden bahsediyorlar çünkü bu hedefi aştık- yeni hiçbir fosil yakıt projesi yapılmaması gerekiyor. Yeni kömürlü santral, petrol boru hattı, kaya gazı, vb. hiçbiri yapılmamalı. Dolayısıyla, Türkiye'deki hareketin dünyayla son derece uyumlu bir işbirliği içinde çalışması gerekiyor.
Yerelde termik santrallere karşı mücadeleler sürüyor. Bunları nasıl görüyorsunuz? Bu mücadelelerin daha etkili olması için ne yapılmalı?
Aliağa' da toplanan binlerin içinde termik santrallarla aktif mücadele içinde olan Çanakkale, Bursa, Zonguldak'tan da insanlar vardı. Termik santrallar, tarımını artık gerçekleştiremeyen insanlara sanki bir iş imkanıymış gibi sunuluyor. Halbuki bugüne kadar gerçekleştirilen projelere baktığımızda termik santrallerin yerel halka sağladığı istihdam yok denecek kadar az. Projelerin planlandığı bölgelerde insanlar, bu yıkıcı projelerin karşısında durup sayısız ağaç keserek insanların yaşam alanlarını ve iklim adaletini savunuyor. Mesela Yırca ve Soma ile aynı bölgedeki Kozluören köylüleri santral için kesilen ağaçlarının başında daha fazlası kesilmesin diye halihazırda nöbet tutuyor. Yerel hareketler 15 Mayıs'ta Aliağa'da olduğu gibi birbiriyle omuzdaşlık yaptığında gücü artıyor. Daha önce de dediğim gibi zaten iklim mücadelesinin gereği bu. Sadece kendi arka bahçemizdekilere değil, her yerdeki kömürlü termik santrallere aynı netlikte hayır demeli, mücadeleye ortak olmalıyız.
Fosil yakıt mücadelesi aynı zamanda bir demokrasi mücadelesi de öyle değil mi?
Kesinlikle. Fosil yakıtlardan kurtulma mücadelesi iklim demokrasisini savunan insanlar tarafından veriliyor. Göstermelik ÇED toplantıları düzenlenerek, halkın endişe ve şikayetleri kayda geçirilmeden projelerin hayata geçirilmesi için uğraşılıyor.
Fosil yakıtlar aynı zamanda merkezi enerji altyapı sistemlerini gerektirir. Oysa adem-i merkeziyetçi politikalarla her evin çatısında bir güneş sistemi olsa, Aliağa'da eylemin yapıldığı günün ertesinde enerjisinin neredeyse %100'ünü yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılayan Almanya gibi enerji bağımsızlığımızı da ortaya koyabiliriz. 15 Mayıs'ta Aliağa'da gerçekleşen eylem için Dr. Hüseyin Güven hastalarına çağrı yaptı diye hakkında savuşturma açıldı. Demokratik hakkını kullanan ve toplumsal sağlık için ettiği yemine sadakat gösteren bir doktorun demokratik hakkına da müdahale edildi örneğin. Fosil yakıtlar çok küçük bir kesimin zenginliğini arttırmasını sağlıyor, iklim adaleti hareketi ise kaynağını insanlardan alıyor. Şirketlerin değil, insanların iradesi ile mücadele veriyor. (NV)