Sekiz uluslararası yargıç ve altı yerel yargıçtan oluşan Mahkeme'nin tek kadın üyesi var: Fransız Mıchele Pıcard Bitmedi. Bu kadın üye, aynı zamanda mahkemenin "Başkanı". Yine bitmedi. Aybay, başkanı anlatırken;
"Aramızda" diyor "Tek profesyonel yargıç Michele . Ötekiler, benim gibi üniversitede öğretim üyesi filan..."
Öteki uluslararası yargıçların ulusal dağılımı ise şöyle: İtalyan, Macar, İzlandalı, İngiliz, Alman, Avusturyalı, Türk.
Aybay'ın ta başından beri biraz da ilişkileri geliştirmek için kendine iş edindiği bir şey olmuş:
" Türk şarapları götürüyordum. Birçok yargıç, Türkiye'de şarap üretildiğini bile bilmediği için önce şaşırıyor, sonra da memnun kalıyordu. Şimdilerde de her toplantıya mutlaka iki kutu lokum götürüyorum. Birini duruşmaları yaptığımız salon için ötekini de çalışanlar için. Bir keresinde unuttum, protestolarla karşılaştım."
- Her ayın bir haftasını bir başka ülkede geçirmeye dönük bir yaşam nasıl bir şey olmalı...
Aybay ilk izlenimlerinden başlatıyor sözü:
"Önceleri cefalı oluyordu. Bosna'ya doğru dürüst uçak seferi yoktu. Önce Zagrep'e gidiyorduk. Hatta bazan Zagrep'te gecelemek zorunda kalıyorduk. Askeri uçaklara bindiriyorlardı bizi... Paraşütçü uçaklarıyla Bosna'ya gittiğimizi biliyorum. Bu uçaklarda tek konforumuz şu oluyordu. O da kulaklarımızı tıkamak için verdikleri iki parça pamuk. Üstelik askeri hiyerarşi, her zaman herşeyin üstüne çıkan bir şey. Bir çavuş, uluslararası bir yargıçtan önemli olabilir. Buna benzer bir nedenle, havaalanından bazan geri dönmek zorunda kaldığımızı biliyorum. Gün oldu Norveç uçağıyla, gün oldu Ukrayna uçağıyla uçtuk. Kısmetimize ne çıkarsa.
"İlk Saraybosna'ya gittiğimizde, iki tane otel vardı. Birinin (Holiday Inn) yarısı yıkıktı. Şakayla karışık 'isterseniz size keskin nişancılar bölümünden yer verelim' diyorlardı. Meğer, Sırplar Saray Bosna'nın çevresindeki dağlardan oraya ateş edermiş... Biraz korkutmak için... Biraz da atış talimi yapmak için... Tabii ki, otelin nişangâh olmuş kısmı battaldı. Ancak öteki tarafın odaları kullanılabiliyordu. Otelde elektrik yoktu , asansör yoktu."
-Sonraları daha evcil bir yaşam biçimi kurulamadı mı?
" Sonra sonra, başka çözümler geliştirdik. Fransız, İtalyan ve Macar yargıç, ortak bir ev tuttular. Ben yargıçlar içinde belki en talihlisiyim. Çok temiz bir Boşnak aile ile anlaştım. Orada kaldığım bir haftalık süre boyunca, evlerini tümüyle bana bırakıyorlar."
- Karşılıklı ev davetleri olmuyor mu?
- "Evet. İtalyan arkadaşımız, bize spagetti pişirir. Takılırız ona. 'Dünyanın en pahalı spagettisini sen pişiriyorsun' diye. Çünkü, ikide bir Sicilya'daki karısına telefon edip sorar, ' spagettinin sosuna ne koymalıyım' diye..."
- Peki çevreyle arkadaşlıklar?
- "Hala zor, çünkü lisan engeli var. Yöre halkı çok az dil biliyor. O kadar ki, Mahkeme'nin altı ulusal yargıcı arasında -çat pat bir iki kelime almanca konuşmaları saymazsak- hiç biri doğru düzgün dil bilmiyor."
- O demektir ki, yoğun olarak 'çevirmen' kullanıyorsunuz. Çeviriler sırasında da mutlaka ilginç durumlar ortaya çıkıyordur?
- "Bir 'işkence davası' sırasında, davacı uzun uzun kendisine neler yapıldığını anlatıyordu, çevirmenimiz Azra hanım - gayet ciddi biridir- gülmeye başladı ki, ne gülmek! Sonra öğrendik, işkence gören kişi, kendisine yapılanları anlatırken şöyle de bir anlatım kullanmış: 'Bana birçok eziyet yaptılar ama, hiçbir zaman anama sövmediler .' Ben o kültürden geldiğim için durumu anladım. Ama, öteki uluslararası yargıçlar için, 'anama sövme' meselesi garip bir durumdu.
- Birlikte yemek yemenin dışında başka hiç ortak bir şey yapmıyor musunuz aranızda?
- "Bir kere futbol oynadık. Bu vesileyle şunu da anlatmayı unutmamalıyım: Orada Galatasaray'ı çok seviyorlar. Galatasaray- Arsenal'i yendikten sonra, bizim mahkemenin şöförlerinden biri olan Biba (benim götürdüğüm) Galatasaray bayrağını, Arsenal'i tutan İrlandalı genç hukukçumuz Ralf'ın oturduğu masanın arkasına çivilemiş. Ralf, o bayrağı oradan sökemedi de üstelik..."
Sözün bu noktasında yine İnsan Hakları Mahkemesi'nin çalışma odalarına özgü bir başka ilginç durumu anlatmaya başlıyor Aybay :
- "Bizim mahkemenin duvarlarında Turhan Selçuk'un insan hakları konusuyla ilgili birçok karikatürü asılı. Yargıçlardan birini Türkiye'ye davet etmiştim. Ankara'da o sırada Turhan Selçuk'un sergisi açıldı. Boşnak yargıcı da o sergiye götürdüm. Turhan Bey ona imzalı albümünü verdi. İşte o albümden yaptığımız çoğaltmaları çerçeveletip astık duvarlara."
Bir de "cüppeler" meselesi var ki, o da Türkiye bağlantılı:
- "Cüppelerimizi de benim Türkiye'deki terzim dikti. Önce ölçüler alındı. Modeli yargıçlara beğendirdik. Sanmayın ki, kolay bir iş bu. Günlerce tartışıldı. Sonunda, şatafatlı olmasın, sade bir şey olsun diye karar verdik. Kumaşları da Türkiye'den aldık.
(NU)