“Biz kadınlar dışarı çıkıp yürümeliyiz dedik. Çünkü yürümek istiyoruz ve yürüyebiliyoruz. Başka bir sebebe gerek yok.
“O dönemde, siyasi şiddet o kadar yoğundu ki, feminizm aslında ikinci bir mücadele olarak değerlendiriliyordu Arjantin’de.
“Kürtaj karşıtı sistemde yasal olmayan yollarla kürtaj yaptıran kadınlar ölebiliyor.”
Okuduklarınız, Hindistan, Tanzanya ve Arjantin’de farklı alanlarda farklı mücadeleler için örgütlenmiş kadınların cümleleri.
Hepsinin bir ortak noktası var, kadın hareketini güçlendirmek ve dünya çapında özgürlük hareketi başlatabilmek. Özgür çerçevede yaşayabilmek, kadın cinayetlerini durdurabilmek ve dünya genelinde kadın seslerini yükseltebilmek.
Moderatörlüğünü Kadın Dayanışma Vakfı Başkanı Nihan Damarlı’nın üstlendiği “Pandemi Sürerken Patriyarkayla Mücadelemiz: Dünyadan Feminist Mücadele Deneyimleri” başlıklı panelde, dünyanın farklı yerlerinden kadınlar mücadelelerini anlattı. Panelde kürtaj hakkı, kadın istihdamı, kadın özgürlüğü gibi konular ele alındı.
6 Haziran Pazar günü gerçekleşen panelde konuşmacı olarak, Hindistan’dan “Woman Walk at Midnight” (Kadınlar Gece Yarısı Yürüyor) kolektifi üyeleri oyuncu Mallika Taneja ve feminist araştırmacı Mahima Taneja, Tanzanya’dan ‘Tanzanya Sosyalist Forum’ Genel Sekreteri ve ‘Manzese Kadın Kooperatifi’nin kurucusu Christina Mfanga, Arjantin’den araştırmacı, yazar, feminist aktivist ve ‘Ni Una Menos’ (Bir Kişi Daha Eksilmeyeceğiz) hareketinden Cecilia Palmeiro ve Güney Afrika’dan ‘Abahlali baseMjondolo’ hareketinden Zandile Nsibande yer aldı.
“Her ay farklı mahallede yürüyorduk”
Hindistan’da ‘Women Walk at Midnight’ hareketinden Mallika Taneja ve Mahima Taneja’nın konuşmalarında, kadın özgürlüğü, kadınların gece yarısı dilediği gibi yürüyebilmesine ilişkin ifadeler öne çıktı.
Tiyatro sanatçısı Mallika Taneja, ‘Woman Walk at Midnigt’ hareketinin ortaya çıkış sürecini şöyle anlattı:
“Ne Mahima ne de ben hiçbir şekilde Hindistan kadınlarının bütününü temsil etmiyoruz. Hindistan çok büyük bir ülke. Çok fazla gerçekliği var. Farklı kadınlar var. Hepsi evde farklı zorluklar yaşıyorlar. “Gece Yarısı Kadınlar Yürüyor”daki (Women Walk At Midnight) amacımız da bu aslında. Bizim temsil ettiğimizden çok daha geniş bir yelpazede, sınıf, din, toplumsal cinsiyet söz konusu, bunu göstermek istiyoruz. Feminist dayanışma bizim gibi olmayan kadınlarla da ittifak içine girmek anlamına gelmeli.
“2012 yılında tüm Hindistan’ı sarsan çok şiddetli ve ağır bir tecavüz vakası gerçekleşti. Bu daha önce olmadığı anlamına gelmiyor ama bu olay cinsel şiddet olayını gündeme taşıdı. 2012 yılından beri evlerimizde de cinsel şiddete dair konuşmaya başladık.
"Olay günü gazetelerde okuduk bu haberi, ondan sonra Yeni Delhi ve başka şehirlerde protestolar gerçekleşti. Ünlü bir feminist gazeteci var, o da protestolara katıldı. “Sen sabahın ikisinde yürüyüşe çıkarsan bunların başına gelmesi doğal” gibi bir görüşü alıntıladı bu gazeteci haberinde. Bir şekilde bardağı taşıran damla bu oldu benim için. Çığır açan bir an oldu.
“Eylül 2012’den 31 aralık 2012’ye kadar çok yürüyüş gerçekleştirdik. Performans sanatçısı Maya Rao 31 Aralık’ta feminist bir performans sergiledi. Sahnede durup “Gece yarısı sabah 1-2’de yürüyeceğim, yürüyebilirim.” dedi.
"Performansının genel çerçevesi de bu mesaj: “Gel ve benimle yürü.” O andan itibaren gece yarısı sokakta olabilmenin politik anlamı nedir onu anladım. Gerçek anlamda sokakta olmak, yürüyebilmek ne anlama geliyor farkında değildim. Sonrasında ilk gece yarısı yürüyüşümüz gerçekleşti. Biz kadınlar dışarı çıkıp yürümeliyiz dedik. Neden? Çünkü, yürümek istiyoruz ve yürüyebiliyoruz. Başka bir sebebe gerek yok.
“2018 senesi sonunda 16 Aralık yürüyüşümüzü gerçekleştirdik. Jyoti Singh Pandey’in (Nirbhaya) katledildiği tarihtir bu. Pandey’e cinsel saldırının gerçekleştiği otobüsün rotasını takip ettik. Bir dayanışma yürüyüşüydü, matem yürüyüşüydü. O hatta yürüyen kadınların hepsi bir şeylerin izini sürüyor gibiydi. 2019’da “Woman Walk at Midnight” büyük bir olay haline geldi ve her ay farklı bir mahallede yürümeye başladık. 2019 yılında 16 Aralık’ta yapacağımız en büyük yürüyüşlerden birini gerçekleştirdik çünkü sınırları aşmaya başladık. Ayrıcalıklıların dünyasına giriyorduk, hem de o ayrıcalıkları kırıyorduk.”
Toplumsal cinsiyet kalıbına dayalı ayrımcılık…
Finans kuruluşlarının ekonomi sömürüsüne karşı örgütlenen kadınlara ilişkin konuşan Christina Mfanga, örgütlenmede Tanzanya Sosyalist Forumu’nun yerine ve etkilerine dair şöyle söyledi:
“Tanzanya Sosyalist Forumu farklı taban örgütlenmelerini hayata geçirip onları tek bir platformda bir araya getirmeyi amaçlayan bir oluşum. Büyük bir özgürleşme hareketi hayata geçirmeye çalışıyor. Her türlü sömürüye karşı örgütleniyoruz. Kapitalizm, emperyalizm, ırkçılık ve aklınıza gelebilecek her türlü sömürü formu.
"Tanzanya Sosyalist Forumu üzerinden taban örgütlenmeleriyle temasa geçtim ve Kadın Kooperatifi bu şekilde ortaya çıktı. İlerici de olsa bütün alanlarda hala biraz ataerkil yapılanmalar var. Erkek yoldaşlar, sınıf meselesini öncelikli olarak ele alıyordu ve kadın meselesini kenara koymayı yeğliyorlardı. Kadın meselesi forumda yer bulmalıydı. Platformdaki kadınlar olarak, taban örgütlerine nasıl ulaşırız, kadınlarla bir araya gelme hedefiyle neoliberalizmle alakalı başka sömürülere nasıl karşı çıkabiliriz, ne yapabiliriz diye düşünmeye başladık. Ağırlıklı olarak ataerkil uygulamalar tarafından ortaya çıkan şartlara karşı bir mücadele söz konusu.
“Toprak gaspı kadınları çok etkiliyor. Evsiz kalıyorlar. Tarım yaptıkları, gıda yetiştirdikleri arazilerinden oluyorlar. Aynı zamanda sermaye eksikliği de var. Ve bütün bu şartlar ışığında kadınlar, örgütlenmeye karar veriyor.
“Örgütlenen kadınların yapmaya çalıştıkları ilk şey ataerkil engelleri aşmak oldu. Süreci nasıl başlatabilirler öncelikle bunu düşündüler. Bu kadınlardan çok hikaye dinledim.
“Eskiden evli kadınlar evlerinden dahi çıkamıyorlarmış koca baskısından dolayı. Bunları aşıp örgütlenmeye karar veriyorlar. Bu ataerkil yapıları, engelleri aşma süreci bu şekilde başlamış oluyor.
“Diğer mücadele de şu oldu, diğer büyük sistemik meseleleri nasıl aşacaklar. Ürün yükü altında kadınlar eziliyor. Finans kurucularının modern kölesi halindeler.
“Evden zorunlu çıkarılmalar ve toprak gaspıyla mücadele ilk meselemiz oldu. Toprak gaspını mahkemeye taşıyorlar. Toprak gaspı için makineler geldiğinde, evden zorunlu çıkarılma uygulayan görevlilere karşı oturma eylemi yapıyorlar ya da makine engellemeye çalışıyorlar. Bir yandan kendilerini geleneksel tarım yöntemi hakkında eğitmeye çalışıyorlar.
"Kimyasal ürün kullanan tarım şirketlerine karşı geleneksel yönetimlerden oluşan eğitimler alıyorlar ve çevrelerini eğitiyorlar. Farklı cephelerde yürütüyorlar mücadeleyi. Alternatif modeller var, öz örgütlenme modelleri var. Mevcut sömürü düzenine alternatif sunuyor bunlar.
“Mücadelenin ekonomi dışında politik sebepleri de var. Bir araya gelerek toplumsal cinsiyet kalıplarına dayalı ayrımcılığı tespit edebiliyoruz. Feminist aktivizm genel olarak tartışıldığında, orta sınıfa ait kadınların yaptığı tartışma oluyor. Bu meselelerin taban hareketlerince kucaklanmasının önemli olacağını düşündük. Kendilerini böyle bir platformda bulduklarında kendi meselelerini tartışmaya açabilecek, beraber bir mücadele yürütebileceklerdi farklı kadınlar.
“Biz özgürlüğü, onlar ölümü temsil ediyor”
Arjantin’de 2020 yılında yasallaşan kürtaj, öncesine büyük bir mücadele sürecinden geçiyor. Bu süreci aktaran Cecilia Palmeiro’nun ifadeleri ise şöyle:
“Bütün kadınlar çok uzak mesafelerdeyiz ama o kadar çok ortak noktamız var ki. Kürtajın Arjantin’de nasıl yasallaştığını aktaracağım son 6 yıla odaklanarak. Bunu önemli bir feminist dalga olarak nitelendiriyoruz. Arjantin’de kürtaj mücadelesi bizimle başlamadı elbette. Bu mücadele çok daha önce başladı. Kürtaj haklarıyla ilgili ilk toplu gösteri 8 Mart 1984’te gerçekleştirildi. Bu Arjantin’de demokrasinin tekrar tesis edilmesi için başlayan sürecin içindeydi.
“Öncesinde çok uzun bir diktatörlük altında yaşadık. O dönemde, siyasi şiddet o kadar yoğundu ki, feminizm aslında ikinci bir mücadele olarak değerlendiriliyordu Arjantin’de. Ama sadece Arjantin dememek lazım, Latin Amerika’nın genelinde böyleydi.
“İkinci dalga feminizm 70’lerde geldi. Ama feminist aktivizm çok güçlenemedi çünkü diktatörlükle mücadele ediliyordu. Şiddet kadar sertti ki, insanlar toplanma kamplarına alınıyordu, ağır cezalara çarptırılıyordu. Böyle bir dönemde kitlesel bir feminist hareketi başlatmak mümkün olmadı.
“80’lerin ortasında kürtajın yasallaşması için eğitim komisyonu topladık. O tarihte feministler daha çok kentli, orta sınıf akademisyenlerdi. Ve hep bir üniversite ile bağlantıları vardı. 2005 yılında ulusal bir kampanya başlattık kürtajın yasallaşması için. Kampanya 7 kez meclise gitti, 6 kez mecliste tartışıldı ve bunun arkasında da çok büyük bir feminist hareket vardı. Kadın cinayetlerini durdurmak için bir çaba vardı o dönemde.
“2015’te ulusal, hatta uluslararası medyadaki kadın düşmanı kampanyaları hedef almaya karar verdik. Hem kadınlara hem de kadınsı bedenlere karşı bir saldırı vardı. Gerici hükümetler kadına şiddet meselesini destekçi kazanmak için kullanıyorlardı. Kadınların şiddet görmesi ile ilgili haberleri yaparken zalimliği yeniden üretiyorlardı medyada. Önce buna müdahale etmemiz gerektiğine karar verdik.
“2015’te yürüyüşlerimize başladık. 2015 yürüyüşümüz feminizm tarihindeki en büyük gösterilerden biriydi, 100 bin kişi geldi, inanılmazdı. Ve ulus ötesi bir harekete dönüştü. Arjantin’de başlamış olabilir ama dünyaya yayıldı. Dilleri, kıtaları, sınırları, kültürleri aştı. 2016’ya geldiğimizdeyse kapitalist üretim biçimlerine de müdahale etmeye başladık.
"Kadın grevleri başladı. 2017 yılının 8 Mart’ına geldiğimizde ilk uluslararası kadın grevinin çağrısını yaptık. Ve bence bu küresel feminist hareketin dönüşümünde de önemli kilometre taşlarından biridir. Feminizm yoksul topluluklarda, gecekondularda, kent çeperlerinde de kendini göstermeye başladı. Feminist hareket orta sınıfla sınırlı değil, her yerde aslında.
“Ni Una Menos” (Bir Kişi Daha Eksilmeyeceğiz) hareketinin ortaya çıkışıyla birlikte medya bize düşman oldu. Biz meselemizi siyasileştirmeye başladık. Kürtaj yasasına dönecek olursak, bir yılımızı kürtaj yasasına ayırdık ve üç yıl içerisinde hareketimiz inanılmaz büyüdü. Sokak hareketine dönüşmesi 2018 yılında oldu. O yıldan beri yeşil fularları (Yeşil Dalga / Green Tide) takmaya başladık ve o kadar fazla uluslararası destek gördük ki tüm Latin Amerika ülkeleri bu yeşil fularları takıyor. Bu kürtajla alakalı mücadelemizin bir sembolü haline geldi. Kamuoyu görüşü de yasal kürtajı desteklemeye başladı.
'Kürtaj hakkı mücadelesi'
“Karşıt görüşler de vardı ve hatta kürtaj karşıtı hareket etmek isteyen bir siyasi parti bile kuruldu. Onlar da kendilerine mavi fular ismini verdi. Biz özgürlüğü, özerkliği temsil ediyoruz o parti ise ölümü temsil ediyor. Çünkü kürtaj karşıtı sistemde yasal olmayan kürtaj yaptıran kadınlar ölebiliyor.
“Kongre binası önünde yürüyüşler ve protestolar organize ettik. Kürtajı yasallaştırana kadar biz buradayız, bir yere gitmiyoruz dedik. İkinci yürüyüşümüzde yirmi iki milyon kişi sokaklara döküldü. Ve o esnada kürtaj yasası 30 karşı oyla reddedildi. Ve sokaktaki yirmi iki milyon kişiyi tamamıyla gözardı etmiş oldular. Ama oraya kadar gelmiş olmak bile bize mücadelemizi devam ettirme gücü verdi.
“Seçim sürecine çok yoğun katılım sağladık ve sağ eğilimli hükümeti devirebilmiş olduk. Sol eğilimli bir hükümet iktidara geldi. Kürtajın yasallaşması ve parlamentodan geçmesi 2020 Aralık ayını buldu. Aralık 2020’de, pandemi yavaşladı, vakalar biraz düştü ve hükümet bu yasayı tekrar parlamentonun dikkatine sundu ve onaylandı.”
(BS/EMK)