Fitili İspanya ve Irak'ta ateşlenen bağımsızlık dalgası yayılıyor. Son olarak İtalya'nın Lombardiya ve Veneto bölgeleri yönetimden ayrılmak için geçtiğimiz Pazar günü oy kullandı. İskoçya ise 2014'ten sonra referandumu yeniden gündeme getirdi. Ülke, 2018 baharında yeniden sandık başına gitmeyi planlıyor. Katalanlar ve Irak Kürt Bölgesel Yönetimi için ise süreç beklediklerinden sert bir yöne evrildi. Hepsi farklı dinamiklere sahip bağımsızlık hareketlerini 'Azınlık Sorunları' uzmanı Yrd. Doç. Dr. Elçin Aktoprak'a sorduk...
Tüm bu bağımsızlık referandumları dünyanın siyasi geleceğini etkileyecek bir dalga yaratabilir mi?
Elçin Aktoprak kimdir?1979 İstanbul doğumlu. 2008'de "Batı Avrupa'da Ulus İnşa Süreçleri ve Ulusal Azınlık Sorunları" başlıklı teziyle Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde doktorasını tamamladı. Tezini temel alan Devletler ve Ulusları kitabı 2010 yılında basıldı. Milliyetçilik ve azınlık meseleleri üzerine çalışmaya ve yazmaya devam etmektedir. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde yardımcı doçent olan Aktoprak, barış bildirisine imza atan akademisyenler arasında. Aktoprak, 686 sayılı KHK ile ihraç edilmişti. |
Aslında pek çok farklı mecrada konuşuluyor; yükselen bağımsızlık dalgasıyla yükselen sağ popülizmin dünyada yaşanan siyasi krize aranan farklı yöntemler olduğunu düşünüyorum. Bu yöntemlerin ortak noktası da milliyetçilik ve fakat bu milliyetçilikler elbette aynı kefede değerlendirilebilecek özelliklere sahip değiller. Farklılıkları ve farklı toplumsal hareketlerle nasıl ilişkiye girecekleri de dünyanın nereye doğru evrileceğini uzun vadede belirleyecek.
İskoçya’yı da dahil edersek eğer, bu örneklerin önemli bir kısmı alışılagelmiş bir ulus devlet formunun, içeriğinin dışında bir devlet kurmaktan bahsettiklerinin altını çiziyorlar. Mesela Katalonya’da biz Madrid’den daha Avrupalıyız vurgusu, İskoçya’da Kuzey Avrupa modeli bir sosyal refah devletiyle göçmenleri de kapsayan bir İskoçyalılık vurgusu, IKBY’de farklı kimlikleri kabul ederek var olma vurgusu bu bağlamda dikkat çekici ve bu akımları sağ popülizmin karşıt tarafına yerleştiriyor elbette.
“Geri adım atmak zorunda kalıyorlar”
Lakin yine de elimizde var olan siyasi krize ne ölçüde anahtar olacaklar sorusu duruyor; kendi içlerinde de bir kitlenme hali var. Aslında dünyadaki kitlenme halinin bir yansıması. Bir yandan farklı bir devlet olacağım diyorlar, bir yandan da yine de devlet olmak istiyorlar. Var olan veya potansiyel ekonomik refahlarına güveniyorlar, ama her üçü de küresel ekonominin o kadar parçası ki -hatta Katalonya merkezlerden biri- ilk darbeyi de yine oradan yiyorlar ve geri adım atmak zorunda kalıyorlar.
Öte yandan neoliberalizmin yarattığı krize tek yanıt milliyetçilikten verilmiyor elbette. Yükselen ve kimi yerlerde milliyetçiliği aşan kimi yerlerde içselleştiren sol hareketler de güçleniyor. Demokrasinin krizine yanıtın buradan ve aslında yükselen bağımsızlık hareketleriyle de temas içinde çıkacağını da bekleyebiliriz. Mesela İspanya için Podemos örneği gibi. Katalonya referandumunu kendi kaderini tayin hakkı üzerinden desteklediler ama Katalonya’nın ayrılmasından yana olmadıklarını da söylediler; çünkü vaatleri İspanyol Anayasası’nı değiştirerek çokuluslu bir federal yapılanmaya gitmek.
Buradaki çokulusluluk teorik bağlamda da son dönemde tartışılan yeni bir yeniden bir arada var olma biçimi. Yani, diyelim ki İspanya’da bir sonraki seçimde koalisyon ortağı veya iktidar oldular, klişe deyimle tüm kartlar yeniden karılır...
Irak Ordusu ve Haşdi Şabi milisleri 16 Ekim'de Kerkük'ü IKBY yönetiminden aldı. |
“Krizin en derin hali Orta Doğu’da”
Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin referandumunun ardından yaşanan süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? 2014 sınırlarına geri dönüldü…
Katalonya ve Irak Kürdistan’ı hem kendi içlerinde hem de bölgesel bağlamda farklı dinamiklere sahipler. Benzer dönemde yükselen bağımsızlık taleplerinin yukarda da bahsettiğimiz ortak dinamikleri var elbette, ama şu an var olan portre sonuçlarda bir ortaklığı ortaya çıkardı. İkisi de ellerindekinden olmak üzereler. Katalonya’yı AB, Barzani’yi de ABD “uyarmıştı” şimdi değil diye. Buradaki şimdi vurgusunun özellikle IKBY için önemli olduğunu düşünüyorum ve gelecekte Katalonya’dan farklılık da yaratabilir bağımsızlık bağlamında.
Dünya genelindeki siyasi krizin en derin hali Orta Doğu’da yaşanıyor ve krizin nereye evrileceğinin ilk ipuçları biraz da orda belirlenecek. İstesek de istemesek de, hoşlansak da hoşlanmasak da ne kadar teorik zemini olursa olsun kendi kaderini tayin hakkının kullanımı hiçbir zaman uluslararası konjonktürden bağımsız gerçekleşmiyor.
“Umut henüz kafasını çıkaramadı”
Var olan konjonktür de iç açıcı değil, bahsettiğimiz umut henüz çok kafasını çıkaramadı. Bu durumda kendi kaderini tayin hakkını bağımsızlık bağlamında kullanmanın gerçekleşmeye en yakın hali karşılıklı anlaşma hali, Sudan örneği gibi. Bu hal de bu örneklerde olmadığı için kısa vadede KBY için bir bağımsızlık görülmüyor ve hatta içerde gerginlik artabilir ve yeni bir iktidar mücadelesi hızlanır gibi görülüyor. Bu mücadeleden kimin galip çıkacağı da elbette taleplerin yeniden şekillenip şekillenmeyeceğini ve zamanlama meselesini etkileyecektir.
Katalonlar, Madrid'in Anayasa'nın 155'inci maddesini devreye sokma kararının ardından yeniden sokaklara döküldü. |
"155'in uygulanması tartışmaları alevlendirir"
Madrid, Katalonya hükümetinin görevine son verip 6 ay içinde bölgede erken seçime gitmeyi planlıyor. Katalan parlamentosu 26 Ekim’de yarın tavrını belirlemek için toplanacak. Bundan sonraki süreç nasıl ilerler? İspanya Senatosu da 155’inci maddenin devreye girmesini Cuma günü oyluyor. Bu beklenen bir hamle miydi?
Bu soruya Katalonya’nın İspanya Anayasası’na göre statüsünden kısaca bahsederek girmek yerinde olacaktır. Bask Ülkesi ve Galiçya’yla birlikte Katalonya İspanya’nın 17 özerk bölgesi içinde daha geniş özerkliğe sahip olan üç özerk bölgeden biridir. Bu geniş özerklik bu bölgelerin “tarihsel milliyet” olarak adlandırılmalarından kaynaklanır; yani İspanya bu bölgelerdeki milliyetçi mücadeleyi bu bölge halklarını doğrudan “ulus” olarak tanımlamadan kendince bir yeni kavram üzerinden tanır. Bu “ulus” olarak tanınma meselesi bugünkü gerilimi anlamak için son derece önemlidir.
Katalonya tarihsel olarak Katalan ulusal kimliğinin İspanyol ulusal kimliğinden çok daha erken dönemde kitleselleştiği bir bölgedir. Erken kapitalistleşen bölgede tam da bu nedenle hem sağ hem de sol güçlüdür, ama ikisini de kesen önemli bir ortaklık Katalan ulusal kimliği olmuştur. Bu nedenle farklı siyasi cephelerin Katalonya’ya dair talepleri (özerk kalmak, bağımsız olmak) farklılaşsa da, Katalan ulusal kimliğindeki ortaklık ve özerklik bölgedeki nerdeyse her siyasi kanadın ortaklaştığı, uzlaştığı noktadır. Demek istediğim, bağımsızlık yanlısı olmayanlar da, ki geniş bir kesimdir, bölgede özerklikten geri adım atılmasını onaylamaz. Bu nedenle hem Madrid hükümetinin barışçıl protestolara ve oy vermeye karşı uyguladığı orantısız güç hem de özerkliği kaldırma tehdidi sadece bağımsızlık taraftarlarını değil, Katalonya’daki daha geniş bir kesimi daha aktif bir pozisyon almaya itecektir. Aynı şekilde özerkliği kaldırmak, anlaşılan o ki kapı önünde değil, ama kapı arkasında Rajoy hükümetinin Madrid’in AB içindeki kredibilitesini de zedeleyecektir.
Rajoy hükümetinin bir azınlık hükümeti olduğu göz önüne alındığında İspanya içinde de milliyetçilik üzerinden devşirilmeye çalışılan desteğin ne kadar daha süreceği tartışmalıdır, çünkü çok 155’in uygulanması 1978’de geçildiği savunulan demokrasiye aslında geçilmediği tartışmasını alevlendirecektir.
"Muğlaklık ekonomik hamleleri getirdi"
Tabii bunlar, rasyonel bir mantık yürüterek çıkarılan sonuçlar, lakin bundan iki ay önce bana sorsaydınız Madrid’in referanduma karşı sıkı güvenlik tedbirleri alacağını söyleyebilirdim ama İspanyol polisinin Barselona’da bu derece yoğun bir şiddete başvuracağını tahmin etmezdim. Aynı tahmin edilemezlik belli ki Katalan hükümeti için de geçerli. Olayın bağımsızlıktan özerkliği kayba veya askıya almaya doğru gideceğinin, en azından bu hızla gerçekleşeceğinin onlar tarafından da tahmin edildiğini düşünmüyorum. Burada pek çok nedenin yanı sıra uluslararası konjonktürü okuma bağlamında da eksikliklerinden bahsedebiliriz. Öte yandan, pek çok zaman bu tip durumlarda karşı tarafın baskısı size verilen desteği artırır, burada da Madrid’in baskısı Katalonya’daki Madrid karşıtlığını yükseltecektir, bu elbette ki hesaba katılmıştır. Lakin göz ardı edilmemesi gereken durum, Katalonya’nın kendine özgü ekonomik, toplumsal ve siyasal koşullarında bu karşıtlığı doğrudan bağımsızlık yanlısı olarak da görmemek gerektiği.
Medyada sıklıkla yazıldığı gibi Katalonya İspanya ekonomisinin beşte biri demek(ti). Barselona merkezli bankalar, şirketler referandum sonrası doğan muğlaklığın ardından öyle hızla merkezlerini bölgeden taşıdılar ki Katalonya ekonomisi önemli bir darbe aldı. Bu darbe Katalanların tutumlarını belirlemede önemli bir faktör olacaktır.
İkincisi, tarihsel olarak demokrasi kültürünün yerleştiği, çok istisnai durumlar ve örnekler hariç şiddete başvurulmanın bir mücadele aracı olarak tercih edilmediği bir bölgeden bahsediyoruz. Bu nedenle de özerklik kalkarsa sivil itaatsizliğe gideceklerini zaten açıkladılar.
"Franco sonrası ilk kez polis şiddeti oldu"
Bir diğer unsur tüm bu süreçte bölgenin kendi içinde de eleştiri mekanizmalarının başından beri devrede olması. Madrid’e yönelik öfke kadar Katalan hükümetine yönelik eleştirinin de içerde devam ettiğini görmeliyiz. Bugün bağımsızlık koalisyonunu oluşturan Junts pel Si (Evet İçin Birlikte Platformu) ve CUP’un (Candidatura d'Unitat Popular – Halk Birliği Adayları) daha hesaplı ve planlı davranmaları bekleniyordu. Madrid de büyük ihtimalle bu içerdeki eleştiri kartını görerek bölgede erken seçime gitmek istiyor ama bu orta vadede kendisini güçlendirecek bir durum değil yine de, hele ki güçlendirecek bir diyalog pozisyonunun tersine adımlar atarken.
Başa dönersek, bağımsızlığı savunsun veya savunmasın Katalanların geniş bir kesimi 2010’dan beri varolan özerklik statüsünde aleyhlerine yapılan kısıtlamalardan memnun değillerdi, buna ekonomik kriz eklendi. Referandumun ardından Franco sonrası ilk kez Madrid polisi sokağı şiddetle terbiye etmeye çalıştı, barışçıl gösterileri yürüten iki sivil toplum lideri tutuklandı ve özerkliği kaldırma tehdidi kafalarında sallandırılıyor. Eğer bu tutum dönüşmezse, bunlar şimdi olmasa da şartlar elverdiğinde daha güçlü bir bağımsızlık talebini Madrid’in karşına getirecektir. Katalonya’da olanlar aslında İspanya’daki yönetim kriziyle birleştiğinde Rajoy hükümeti bu konumunu daha fazla koruyamayabilir.
"Medyanın özgürlüğü de kısıtlanabilir"
Perşembe günü Katalanlar bağımsızlık talep eder mi? Bölgede Barselona futbol takımından baroya, ticaret odasından Barselona belediye başkanına kadar uzanan pek çok farklı sivil ve siyasi aktör uzlaşma ve arabuluculuk çağrısı yapıyorlar. 135 koltuklu Katalonya Parlamentosu’nun 72 koltuğu bağımsızlık referandumunu götüren koalisyonun. Denge biraz da bu koalisyonun kendi içindeki tartışmalara göre değişecektir. Katalonya Parlamentosu bir gün önce toplanacağı için belki de Puigdemont erken seçim çağrısını Madrid’den önce yapar diyorlar ama referandumun önemli destekleyicilerinden CUP buna karşı, çünkü seçimlere girmelerinin engelleneceğini düşünüyorlar. Yine de ben şimdilik bu yolu tercih ederek ortamı yumuşatmayı tercih edebileceklerini düşünüyorum. Üstelik kendileri erken seçim çağrısı yaparlarsa Madrid’in seçimden beklentisini de lehlerine çevirme şansları daha yüksek olabilir.
Madrid yine de 155’i uygular mı?
İspanya sadece özerkliğe değil, Katalan medyasına da el koyacak. Doğrudan ifade özgürlüğünü ve basın özgürlüğünü hedef alacak bu uygulamalar sadece Katalonya’da değil, tüm İspanya’da ve aslında AB’de derin bir kriz yaratacak. Bu nedenle eğer Katalonya Parlamentosu’ndan erken seçim gibi 155’i ertelemeye olanak tanıyacak bir adım gelirse AB’nin Rajoy üzerindeki diyalog baskısını artıracağını düşünüyorum. Fakat sürekli el artırarak gelinen bu krizde kesin konuşmak da çok zor, onu da eklemek gerekir.
"AB'nin içinde de ulus devletler yükseliyor"
Katalanlar’ın Avrupa Birliği’nden beklenen yakınlığı görmemesini hatta ve hatta birliğe kabul edilmeyeceklerinin net bir şekilde deklare edilmesini nasıl yorumluyorsunuz? AB, İspanyol hükümetini ekonomik nedenlerle karşısına almıyor olabilir mi?
Sorunun ekonomik boyutu hayati olsa da, bana kalırsa tek neden ekonomi değil. AB elbette ki bir ortak pazar mantığı üzerinden işleyen bir ulus üstü örgüt. 1990’larda hızlanan bölge politikalarında Katalonya her zaman öncü bir role sahip. Mesela Volkswagen gibi pek çok önemli şirket için Katalonya istikrarlı bir yatırım sahası. Elbette ki bu istikrarın bozulma olasılığı desteklenmiyor. Öte yandan AB aynı zamanda Avrupa çapında ama etkileri farklı yerlere de uzanan şekilde ulusal egemenliğe dair tartışmaların da dönüşmesine vesile olmuş bir örgüt. Bu bağlamda da Katalan ulusal kimliğinin İspanya devleti altında varlığı AB’nin birlik içinde farklılık politikalarının önemli bir yansımasıydı. 1980’lerden itibaren gelişen yerel yönetim mantığının başarılı bir uygulaması olarak Katalonya kabul görüyordu. Fakat biliyoruz ki 2008 ekonomik krizinden sonra AB’nin kendi içinde de kendi savunduğu siyasi ilkeler geri plana düşmeye, yeniden ulus-devletler yükselmeye başladı.
“Neoliberal dönemin yarattığı yönetim krizi”
Bugün AB bir ulus üstü örgütten uluslararası bir örgüte dönüşmeye başladı. Aslında dünya genelinde neoliberal dönemin yarattığı yönetim krizinin etkileri AB’de etkisini derinden gösterdi: yükselen popülizm, yabancı düşmanlığı vs gibi. Bu koşullarda Katalonya, aynı İskoçya gibi AB üyesi olmaya devam ederek bağımsız kalma talebiyle yola çıktığında bu taleplere geleneksel cevapların dışında bir alternatif üretebilecek dinamiklikte bir AB de yok karşımızda.
Bu ortamda Avrupa içinde merkezi iktidarın onay vermediği bir bağımsızlık varolan krizi daha derinleştireceği için hem ekonomik hem siyasi nedenlerle karşı çıktılar. Aslında karşı olduklarını da yeni söylemiyorlar. Nerdeyse 10 senedir bu tür talepleri desteklemeyeceklerine dair açıklamaları mevcut. Öte yandan İskoçya örneğinden farklı bir şekilde Katalonya örneğinde ellerini güçlendirecek İspanyol Anayasası var. Hukukun üstünlüğü diyerek ve İspanyol Anayasası’nda ayrılma hakkının tanınmadığına referans yaparak yine hukuki bir konumda kendilerini meşrulaştırabiliyorlar.
2014'de Birleşik Krallık'tan ayrılmak için sandık başına giden İskoçya'da halkın yüzde 44.73'ü bağımsızlığa 'Evet' demişti. |
“Katalonya örneği İskoçya için sağlama oldu”
Ve tabii İskoçya. Geçen sefer kıl payı Birleşik Krallık’ta kalma kararı çıktı ancak Brexit sürecinden sonra Avrupa Birliği üyesi olma hedefleri de var. Üstelik ekonomik olarak güçlüler, onların ‘bağımsızlık’ şansı daha yüksek olabilir mi?
İskoçya’nın diğer örneklerden farklı dinamiklerinden bahsetmek gerekir. Bence temel farklılık ekonomileri değil, sonuçta Katalonya onlardan daha güçlüydü ama kısa sürede gücü sallandı. Temel farklılık 2015’deki referandumu yasal çerçevede Londra’yla anlaşarak gerçekleştirmiş olmaları. Birleşik Krallık’ın yazılı bir anayasası olmadığı için merkezi iktidar bu tarz konularda tarihsel olarak daha esnek davranabiliyor ve bu esnekliğe geleneksel bir ulus-devlet portresine sahip olmamasını da eklemek gerekir. Yani eğer İskoçya’da bağımsızlık çıksaydı o dönemin hükümeti bu sonucu kabul edecekti. Londra aslında Kuzey İrlanda örneğinde benzer bir durumu 1998’de kabul etti.
Eğer bölge halkı Birleşik Krallık’a bağlı kalmak isterse harika, ama İrlanda’ya katılmak isterse ona da tamam dedi. Uluslararası konjonktürde de hem ayrılmak isteyen bölgenin hem de merkezi iktidarın onayı varsa kendi kaderini tayin hakkını pratiğe geçirmek daha kolay oluyor. Bunlar İskoçya için olumlu boyutlar.
Fakat diğer yanda da olumsuz dinamikler var. İlki, var olan Londra hükümetinin yeniden yasal bir referanduma onay vermek istememesi. İkincisi ve belki de daha önemlisi AB’nin tutumu. Aslında 2015 referandumunda da AB İskoçya’ya aynı söylemi yöneltmişti ama Katalonya örneği İskoçya için bir sağlama oldu, en azından şimdilik. (PT)