Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Genel Direktörlüğü görevini uluslararası sağlık otoritesinin güç sahibi azınlıklarca artan biçimde baskılandığı, hizmet ettiği insanlardan ayrıldığı ve halk sağlığı misyonundan uzaklaştığı iki cesaret kırıcı on yıldan sonra devraldınız.
Kısaca, halk yararına çalışan çoğu sosyal ve ekonomik kurumlar gibi DSÖ de neoliberal küreselleşmenin kurbanı oldu. Kıdemli ya da daha az kıdemli pozisyonlarda görev yapan bir kısım DSÖ çalışanı bu sürecin kötü sonuçlarıyla mücadele ettiler, ancak yıkım çok büyüktü. Önlenebilir hastalık ve ölümlerin sürüp gitmesi trajedisine ve skandaline ek olarak DSÖ hizmet ettiği insanlar arasındaki dostlarını kaybetti, yeni etki alanları arayışında zengin ve güç sahibi "ortaklar" kazandı.
"Herkes İçin Sağlık", 1945-1975'in yani daha adil, dolayısıyla da daha sağlıklı, bir dünya için otuz yıllık bir samimi ilerlemenin sonunda DSÖ'nün sloganı oldu. Bu, halkların kendi kaderini belirleme ve ulusal kaynakları kontrol etme hakkı da dahil olmak üzere güç ve kaynakların yeniden dağılımı ihtiyacının geniş ölçüde tanındığı ve temel sağlık ihtiyaçlarının karşılanması için evrensel ölçekte kapsamlı halk sağlığı hizmetlerine güçlü bir bağlılığın olduğu, bir "sömürgeleşmeye karşı çıkma" dönemiydi. Bir iyimserlik, ahlaki yaklaşım ve samimi ilerleme devriydi.
İyimserlik tam anlamıyla doğrulandı çünkü dünya barışı, güvenliği ve herkesin iyiliğini sağlamak için bol miktarda kaynağa sahipti; dahası aynı kaynaklara hâlâ da sahip.
"Herkes İçin Sağlık" bir ütopya değil. O var ve ulaşılabilir. G8 tarafından tanımlanan ve sınırlanan "Binyıl Kalkınma Hedefleri"ne göre ulaşılması çok daha mümkün bir hedef.
Otuz yıl ilerleme ve tersine hareket döngülerinin süresi ise eğer, halkın güçlü azınlıkların imtiyazlarını sürdürmelerine inatla karşı çıkacakları yeni bir 30 yıllık ilerleme döngüsüne giriyoruz. Ve sizin DSÖ Genel Direktörü olduğunuz beş yıl bu yeni ilerleme dönemi ile örtüşmektedir.
Sözlerime son vermeden, seçildiğinizden bu yana yaptığınız muhtelif konuşmalarınızda (1) değindiğiniz noktaların bazıları üzerine yorumlarımı aktarmak isterim.... Eminim ki yaklaşımınız -engellenmeden yarısını dahi hayata geçirebilseniz- bu ilerlemeyi güçlendirecek ve hızlandıracaktır.
1. Yoksulluk ve güvensizlikten çok eşitsizlik ana odak olmalıdır.
Yoksulluğu ve güvensizliği çok haklı olarak "DSÖ tüzüğünün kalbinde" diye tanımladığınız ahengin en büyük düşmanları olarak belirttiniz. "Sağlık esas olarak hem gelişmeyle hem de güvenlikle ve dolayısıyla ahenkle ilişkilidir" dediniz.
Sosyal adaletçi bakış açısı daha da ileri giderek barış ve güvenliğin adalet olmadan sağlanamayacağını, sağlığın ise adil ve özgürleştirici gelişme olmadan kazanılamayacağını söylemeyi gerektirir.
Bugün, göreceli olanı mutlak olana tercih etmek için değil; eşitsiz güç ilişkileri bizatihi hem yoksulluğun hem de güvensizliğin kaynağı olduğu için ve eşitsizlik, her türlü maddi zenginlik ya da yoksunluk seviyesinden bağımsız olarak, sağlık için, güvenli ve sağlıklı toplumlar için kötü olduğundan "yoksulluktan ziyade eşitsizliğe" odaklanmalıyız.
2000 yılında erişkinlerin en zenginlerinin yüzde 1'i küresel servetin yüzde 40'ına, yüzde 10'unun yüzde 85'ine sahip olduğu dünyada eşitsizlikler sadece bölücü olmaları bakımından kaba değil aynı zamanda ölümcüldür de.
2. Dikkatleri zenginler üzerinde odaklama, ama yoksullarla buluşma zamanı
Dikkati yoksullar üzerine odaklamak ama onları zenginlerle buluşturarak ortaklıklar kurmaya çalışmak moda oldu. Eşitsizliği temel sorun olarak dile getirmek için bu durumu tersine çevirmek gerekir. Şimdi dikkati zenginler ve güçlüler üzerine odaklama zamanı çünkü onlar eşitsiz güç ilişkileri mekanizmaları üzerine uzmandırlar. Onlar eşitsizlikleri üreten, güçlendiren ve hızlandıran politika ve stratejilerin mimarlarıdır. Bu sistemler iyice incelenmeli ve kamu denetimine ve demokratik kontrole açılmalıdır.
Yoksullar G8 zirvelerine, "küresel fon"un yada "yardımseverlik vakıfları"nın genel kurullarına, hatta çokuluslu şirketlerin yönetim kurulu başkanlarının Dünya Ekonomik Forumu'na katılamazlar. .
Ancak yoksullar da toplantılar düzenliyorlar ve Dünya Sosyal Forumu'nda, ulusal ve bölgesel forumlarda, sendikalarda, siyasi hareketlerde ve başka yerlerde -mükemmel olmasa bile- temsil ediliyorlar.
3. Kamu-özel ortaklığı mı, yoksa güvenilir, adaletli vergiye dayalı bir düzen mi?
"Halk sağlığı alanı giderek artan sağlık inisiyatifleriyle birlikte eylem için karmaşık ve kalabalık bir arena haline gelmiştir" dediniz ve bize DSÖ'nün "tüzüğünden gelen zorunlulukla sağlıkta yönlendirici ve koordine edici otorite olarak hareket etmesi" gerektiğini hatırlattınız.
Bildiğiniz gibi, kamu-özel sektör ortaklıkları aşikar çıkar çatışmalarının 30 yıl önce bu gibi düzenlemeleri hukuk dışı kılmasına rağmen küresel sağlık çalışmaları için politik bir paradigma haline geldi. Kamusal sorumlulukları olan kurumlar ve örgütler finansman sağlamanın tek yolu olduğu için özel sektörle ortaklıklar kurmak zorunda kalıyorlar.
Bu durum, neo-liberal ekonomik rejimlerde kamu sektörünün bütçelerinin tırpanlanmasına ve vergi tabanlarının yok edilmesine bağlı olarak ortaya çıkıyor. Bu gelişmeler bizatihi ulusaşırı şirketlerin hükümetlere ve uluslararası finans kurumlarına yönelik dayatmaların bir sonucudur.
Çözüm, tüm kamu hizmetlerine yetecek kadar hem ulusal hem de uluslararası düzeyde yeterli temel vergilerin alınması, düzenli bütçeler ayrılarak DSÖ gibi halk sağlığı örgütlerinin uluslararası sorumluluklarını ticari faaliyetlerin bozmasına meydan bırakmayacak biçimde yapmaları için gerekli finansman da dahil olmak üzere, ekonomik adaletin sağlanmasıdır.
"Vakıfların, fon ajanslarının ve bağışçı hükümetlerin verdiği paranın benzeri görülmemiş miktarda" olduğunu bildirdiniz. Bu fonları, hakkınız ve göreviniz olduğu üzere, vizyonunuzu ve önceliklerinizi gerçekleştirmek için kullanabilirseniz bu tamamen olumlu bir şeydir.
Dediğiniz gibi "Temel Sağlık Hizmeti" sağlık sistemlerine kapasite oluşturmanın temel taşıdır. Aynı zamanda sağlık gelişimi ve toplumsal sağlık güvenliğinin de merkezindedir. TSH, somut, adil vergi temelli ve diğer borç silme ve onarma, uluslararası ticari aktivitelerinin demokratik kontrolü gibi yeniden dağıtıcı adaletle desteklenmezse laftan öteye gidemez.
4. Bilgi kamu yararına olmalıdır, dünya ticari "bilim"i satın alamaz
Teknik otorite olmanın DSÖ'nün dört eşsiz varlığından biri olduğunu belirttiniz ve "rehberliğimizde kesinlikle otoriter olabilmeliyiz" ve "DSÖ araştırma ve geliştirme gündemine müdahale etmelidir" dediniz. DSÖ'nün teknik sağlık otoritesi rolü elbette onun en önemli yanı ve üstünlüğüdür. Her şeyin ötesinde, dile getirilmesi önemli olan konu; mevcut bilimdeki kriz ve bilgi sistemlerinin yeniden kamu yararına geri kazanılmasıdır.
Bilimin ticarileşmesi ve endüstri ile akademik kurumların yakın ilişkisi (2) DSÖ'nün dikkatle izlediği bir konu olmalıdır. Bu bağlamda, toplumun DSÖ'nün Çernobil'in sağlığa etkileri ve genetiği değiştirilmiş gıdaların güvenilirliği hakkındaki son raporlarının tarafsız bilim adamlarının danışmanlığında, başkalarının çıkarlarınca engellenmeden, hazırlandığı konusunda teminat istemekte ısrar etme hakkı vardır.
Bilimin geleneksel ideallerinin yozlaşmasıyla ilgili olarak Lancet dergisindeki bir başyazıda şöyle denilmektedir: "Akademik kurumlar . . . bağımsız akademik statülerini korumak yerine kendileri için keşiflerini pazarlama çareleri arayan işyerleri haline geldiler".
Aynı derecede endişe verici bir başka şey de bilginin daha önce eşine rastlanmayan bir biçimde özeleştirilmesi anlamına gelen yeni, ticarileşmiş entelektüel telif hakları rejimidir. Bilgi kamu mülkiyetinde olmalı, herkes erişebilmelidir. Hepsinden öte doğru ve güvenilir olmalıdır.
Önlenebilir hastalıklar ve ölümler yüksek oranlarda sürüp giderken, yeni enfeksiyon hastalıkları ortaya çıkarken ve eskileri hortlarken, çevresel tahribatın mahvedici etkileri ortaya çıkarken ve halk sağlığı için kaynaklar sürekli kısıtlanırken dünya ticari "bilim"e güç yetiremez. DSÖ, dünyanın sağlık konusundaki teknik otoritesi olarak, bilimsel araştırmanın yapılma ve finanse edilme biçimini, bilginin elde edilme ve uygulanma biçimini dönüştürmede önderlik yapmalıdır.
5. Uluslararası sivil hizmet çalışnalrının etik değerleri ve bağımsızlığı
"Sağlık mesleğinin etik temellerini paylaşıyoruz. Bu meslek insanların acılarını önlemeye ve dindirmeye adanmış bakım, sağaltma ve bilim temelli bir meslektir. Bu bize ahlaki otoritemizi ve en soylu etik değerler sistemini kazandırmaktadır" dediniz.
Neoliberal zamanlarda çalışanların kamu hizmeti görenler ya da arkadaşlar olarak ne DSÖ emirlerine yakın durmaları ne de etik değerlere saygıyı korumaları her zaman kolay olmadı. Baskı çoğu zaman karşı durulamaz boyutlara ulaştığında uluslararası sivil görevlilerin bağımsızlığı önemli oranda zedelendi.
Bildiğiniz gibi, çalışanlarla ilişkiler o kadar kötü bir noktaya geldi ki DSÖ tarihinde ilk kez 2005 Kasım'ında 700 kişinin katıldığı bir iş durdurma eylemi gerçekleşti. Sadece çalışanların derin tatminsizliklerini değil, aynı zamanda bir BM organının uluslararası çalışma standartlarını hiçe saymasını da yansıtan bu olay ciddi disiplin cezası tehditlerine karşın gerçekleşti.
İş durdurma ayıplanacak, üzülecek ya da cezalandırılacak bir olay değil (3), üye ülkelere ve DSÖ'nün seçiciler kitlesine radikal değişikliklerin gerektiğini haber veren gerekli bir sinyaldir.
Geçen yirmi yıl içindeki gidişata karşı çıkan çalışanlar çoğunlukla önlenebilir hastalıkların ve ölümlerin sosyal ve ekonomik köklerini açıkça belirleyen, tartışmayı doğrudan uluslararası güçler arasına yerleştiren ve sağlığın sağlık sektörü dışı belirleyicilerini dikkate alan kapsamlı bir halk sağlığı bakış açısında ısrar eden Alma Ata Deklarasyonu'na bağlılıkları nedeniyle "suçlu"durlar.
Bunlar DSÖ'nün Sağlığın Sosyal Belirleyicileri Komisyonu'nun kurulmasında etkili olan, "Herkes İçin Sağlık" ilkelerine ve değerlerine dönülmesini isteyen sivil toplum örgütlerinin başını çektiği geniş bir hareketin parçalarıdır.
Bazıları, Çalışanlar Derneği vasıtasıyla, üye ülkelere, görevleri gereği (4) rüşveti, kayırmacılığı, kuralların ve işlemlerin kötüye kullanımını ve etkisiz iç adalet sistemini gösterdikleri için de suçludurlar.
Bugün çalışanların ilgilerinin ve bakış açılarının ilgi ve saygı ile kabul edilebileceği medeni ve onurlu bir yönetim ilişkisi için bir şans vardır. İlk adım DSÖ'nün sadece "sağlığa hak-temelli bir yaklaşımı" desteklemekle kalmayıp İLO Sözleşmelerine tam olarak uyan "hak temelli" bir kuruluş olduğunu açıklaması olabilir. Çalışanların morali ve motivasyonları liderliğe olan güvenleri arttıkça yükselecektir.
6. "Herkes İçin Sağlık" politikası değer yüklü ve açıkça politiktir
Arkadaşlarımla yukarıdaki konular hakkında tartışırken benim görüşlerim hakkında şunları söylediler: Sen bir STK için çalışmalısın, senin bakış açın politik, DSÖ bir yürütme organı değildir. Bu yorumlardan ilkine cevabım DSÖ çalışanlarının Herkes İçin Sağlık ilkelerine ve değerlerine başka herhangi bir organizasyonun çalışanlarından daha fazla adanmış olmaları, aynı şekilde tüm BM çalışanlarının BM Şartı'nın müdafaa için en ön cephede yer almalarıdır.
İkinci yoruma cevabım sağlığın politik olduğu ve aynen sağlık ve sağlık bakımı hakkındaki neo-liberal proje gibi "Temel Sağlık Hizmetleri" yaklaşımı ve "Herkes İçin Sağlık"ın da tümüyle politik bir yaklaşım olduğudur.
Günümüzün uluslararası sağlık yapılanması politik değerleri, niyetleri ve ilgileri inkar etmekte ve kendini tarafsız, nesnel ve bilimsel gerçeklerle donanmış olarak göstermektedir. Ancak bilimsel nesnellik alttaki değerlerin ve ilkelerin bilincinde olmayı ve onaylamayı gerektirir.
DSÖ Tüzüğünün oluşturulmasına katılan devletler, BM Şartı ile birlikte, DSÖ'yü kurarken dokuz etik ilkeyi kabul ettiler. Bu ilkeler bizim "ahlaki otorite"mizin kaynağıdır ve o değer yüklü ve -eğer politika toplumsal yapıların ve işlevlerin, özellikle gücün ve kaynakların üyelerinin yararına olarak dağıtılması ile ilgili olarak düzenlenmesi ise- oldukça politik bir belgedir.
Benim DSÖ'nün yürütme organı olmadığı yolundaki üçüncü yoruma cevabım ise DSÖ yürütme organı olmamakla birlikte sağlık için temel ihtiyaçların karşılanmasını garantilemek için -ciddi bilimsel ve güvenli kanıtlar temelinde- politikaları ve stratejileri belirleme ve geliştirme anlamında açık bir savunucu role sahiptir, şeklinde.
7. Çatışan bağlılıklar
Neo-liberal on yıllarda, DSÖ çalışanları ve diğer uluslararası hizmet görenler, kendilerini bir tarafta DSÖ'nün kurumsal yönetmelikleri ve BM Şartı, diğer tarafta ise -DSÖ hükümetler arası bir kurum olduğu için- üye ülkelere ve halihazırda DSÖ'yü yönetenlere ve onların yönetmelikleri yorumlamalarına karşı olmak üzere çatışan görevlerin yarattığı sıkıntılı bir durumda buldular. En aşikar örnekler BM müeyyidelerinin ve Irak'ın işgalinin neden olduğu halk sağlığı felaketleridir (5). Bu fiiller sırasıyla savaş suçu ve soykırım olarak vasıflandırılmıştır (6).
"Çatışan bağlılıklar"a daha az şaşırtıcı örnekler manşetlere çıkmayan ancak günlük olarak hatta daha geniş ölçekte, hastalığa hatta ölüme yol açan bazı politikalarla ve stratejilerle ilişkilidir. DSÖ ticaretin adil olmayan kurallarını, tiksindirici borçlanmayı, ekonomilerin merhametsizce "serbestleştirilmesini", kamu hizmetlerinin özelleştirilmesini ve halkların ulusal kaynaklarının sürekli sömürülmesini dünya insanlarına açıklayamadı. Bu işlemlerin yoksulluk ve eşitsizlik ürettiklerine, halkın yeterli su ve gıda temin etmesini bozduğuna, dünya nüfusunun yarısından fazlasının tarifsiz sefalet içinde yaşamasın yol açtıklarına dair bol miktarda delil olmasına rağmen bunu gerçekleştiremedi.
Her yıl en az 10 milyon çocuk ölmektedir ve bunların büyük çoğunluğu önlenebilir.
Hayatı tehdit eden, yapısal şiddet ilkeli, kesin bir karşı koyma gerektirir, ihtiyatlı uyarılar, ürkek kabullenişler bu gerçeği değiştiremez.
8. Tabi ki olağanüstü zamanlarda olağanüstü cevaplar gerekir
"Zengin ülkelerin vatandaşlarının halihazırda yaşamlarını sürdürdükleri tarz, genelde, ahlaki olarak kabul edilebilir"(7). Sosyal adalet ve Herkes için Sağlık mücadelesinin temeli "herkesin gözde önyargısı"nın son derece yanlış olduğunu fark etmektir.
DSÖ -ve diğer BM- çalışanları alternatif bilgi kaynaklarına başvurmadıklarından yanlış bilgilendirilmiş olabilirler. Ancak hiç birimiz bilgiye ulaşımın mümkün olmadığını söyleyemeyiz. Şimdi, BM ve DSÖ çalışanlarının BM Şartı'na ve DSÖ kuruluş tüzüğüne hizmet biçimlerinin ahlaki olarak kabul edilebilir mi olduğuna ya da bu inancın bizim bizim en sevdiğimiz önyargımız mı olduğuna karar verme zamanıdır.
Dr. Chan, dile getirdiğiniz bakış açısı ve yaklaşım örnek gösterilmeye layıktır ve çalışanlar için bir ilham kaynağıdır. Bununla birlikte eğer çalışanlar yaklaşımınızın gerçekleştirilmesine yardım etmelerini istiyorsanız; onların inandıkları şeyler üzerine cesaretlerini toplamalarını, güçlü bir muhalefet karşısında sıkı durmalarını ve DSÖ'nün kuruluş tüzüğüne bağlı kalmalarını da sağlamanız gerekir.(AK/NZ/EÜ)
* Alison Katz, Halk Sağlığı Hareketi üyesi sağlık hakları aktivisti.
** Bu yazı Dr. Nazmi Zengin tarafından Türkçeye çevrildi.
Dipnotlar:
(1). Genel Direktör seçildikten sonra 9 Kasım 2006'da Dünya Sağlık Asamblesi'ne yapılan konuşma, 4 Ocak 2007'de DSÖ çalışanlarına yapılan konuşma.
(2). Bu bölüm Toplumda Bilim Enstitüsü Bilgi Mukavelesi'nden alınmıştır. www.i-sis.org.uk/conventiononknowledge.php
(3). On yedi yıl hizmetten sonra, iş bırakma eyleminden üç hafta sonra ve iki yıllık kontratımın yenilenmesine üç hafta kala işime son verildi. Bu durum İsveç sendikalarınca ve çalışanlar birliği avukatlarınca misilleme (bir insan hakkı ihlali) olarak değerlendirildi.
(4). Yönetim Kurulu Kararı(EB91/1993/REC/1)'na göre
(5). Şubat 2003'ün hemen öncesinde, DSÖ işgal sonrası acil sağlık önlemleri konusunda hazırlığa başladı. Şiddetin önlenmesine değil de bir "temizlik harekatı"na katkıda bulunmak istemeyen çalışanlar yönetime BM Şartı'na uygunluğu sorgulayan bir dilekçe vereceklerini bildirdiler. Onlara eğer böyle bir şey yaparlarsa istifalarının isteneceği söylendi.
(6). Örnek olarak bakınız International War Crimes Tribunal çalışanlarınca İlk Celse için hazırlanan Başlangıç Şikayeti
http://deoxy.org/wc/warcrim2.htm BM yaptırımlarının etkileri hakkında rapor http://www.geocities.com/iraqinfo/sanctions/holocaust.html
(7). Thomas W. Pogge, World Poverty and Human Rights, Polity Press 2002