Açılışı orada yaptık, çok güzeldi, çok kalabalıktı.
Sizinle az önce tanıştık, ama ben sizi 99 yılında dinlemiştim ilk olarak, İstanbul'da bir Irish Fest düzenlenmişti, siz de Sıraselviler'de bir yerde, bir İrlandalı grupla birlikte sahneye çıkmıştınız.
Evet.
Önce onlar, sonra siz çaldınız, sonra birlikte meşk edildi, çok da ilginçti, 9/8, 6/8'lik ritmler birbirine karıştı. Unutamadığım konserlerden bir tanesidir. Keşan'a Giden Yollar ilk çalışmanız değil mi?
Yok, ilk çalışmam Brenna McCrimmon ile yaptığımız Grup Karşılama albümü, Kalan Müzik'ten çıktı, sonra hemene Keşan'a Giden Yollar'ı yaptık.
Bu albüm biraz daha farklı ondan. Bizim düğün havaları çalınıyor. Diğerinde daha çok Trakya vardı, burada Türkiye genelinden, hatta Azerbaycan'dan, Yunanistan'dan da parçalar var.
Türkiye'nin dört bir coğrafyasından eserler var.
Ben Mendelson ve Robe Keyloch prodüktörlüğünü yapmış, aranjmanlar da onlara ait. Biraz "yabancıların" gözüyle ya da kulağıyla düzenlemeler gerçekleşmiş. Siz iki albüm arasındaki farkı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu albüm biraz daha farklı oldu, İngiliz yapımcılar, aynı zaman da aranjmanı yapan kişiler dünya müziğini çok iyi tanıdıkları için böyle bir aranjman yaptılar, tabii saygı duymak lazım. Biz onların dediğine "peki" dedik.
Dışarıda da çalıyorsunuz, hem Avrupa'da hem Amerika'da çeşitli yerlerde, belki bu aranjmanlar biraz daha onların kulağına göre yapılmış olabilir.
Herhalde.
Siz kulaktan çalarak başlamışsınız müziğe.
Tabii çocukluktan başladım. Sonra asker oldum tabii, 20 yaşında, orada bando bölüğüne aldılar beni, Isparta'da 58 tümen bando birliğinde, orada güzel başçavuşlarımız vardı, güzel nota biliyordular, onlar nota öğretti bana, marşları çaldık, sonra dönüşte İstanbul'a geldim.
Genellikle Trakya'da ya da Roman müzisyenler nota ile çalmıyorlar, pratik çalıyorlar ve muhteşem çalıyorlar. Onlara nota öğretmeye kalktığınız zaman acaba sonuç ne oluyor? Bu kafama takılan sorulardan bir tanesi.
Nota çaldığın zaman bir yolu takip ediyorsun, yani yolun dışına çıkamıyorsun, bir çizgi vardır, onunla çalıyorsun ama pratik çaldığın zaman, süslemeler, nağmeler çalıyorsun, yoksa nota düz giden bir şeydir. Eseri geçtikten sonra notayı at, artık onu kendin süsle, püsle, öyle çal, odur yani. Ben bu yolu takip ediyorum daha doğrusu.
Aile geleneği de çok önemli galiba?
Tabii, aile müzisyen, dedem falan hep müzisyen, babam meşhur zurnacı, Mümin Usta dediğin zaman Trakya'da herkes dururdu yani. O çaldıktan sonra başka biri çalmazdı.
Keşan'da doğdunuz?
Evet.
Davul-zurna ile başlanıyor, sonra ince sazlara geçiliyor, o bir mertebe midir?
40-50-60'lı senelerde davul-zurna çok geçerliydi Trakya'da. Sonra sonra millet, köylüler başladı, ince çalgı diye bir şey çıktı, "davullar, zurnalar çok gürültü yapar" diye artık ince saz tutmaya başladılar köy düğünlerine. Bu böyle devam etmeye başladı, zurnalar tamamen kalktı.
Buradaki incelik zanaatkârlıktan değil de tizlikten geliyor?
Evet.
Düğünlerde çalınan parçalar, hem Trakyalı hem Roman müzisyenler için okul niteliği de taşıyor değil mi? Herkes aslında düğünlerde pişiyor, öğreniyor.
Evet, düğünlerde saz öğreniyorlar tabii. Düğünde çalmazsa müzisyen olamaz. Bizim tabirimizle öyle, "düğün çalmaya" başlarsa, başarırsa müzisyen olur, yoksa olamaz. Ben profesyonel düğün çalgıcısı olarak 14 yaşımda başladım. 9-10 yaşında başladım, çalıyordum, ama düğün başaramazdım o zaman. Sonra sonra bir komşu düğünü bana çaldırttılar, 14 yaşımda profesyonel olarak düğün çalgıcısı oldum, çaldım, başardım ve ondan sonra tabii bütün köylerden köylüler geliyorlardı, "ben Selim'i istiyorum" diyordu. Çünkü parlak, genciz, güzel çalıyoruz, beni tutuyorlar.
Yani Keşan civarında pek çok kişiyi evlendirdiniz diyebiliriz?
Çok tabii, köylerde Roman düğünleri, vs.
Bir de orada kötü çalma şansınız yok, çünkü herkes oynayacak.
Tabii canım, kötü çalsan seni tutmazlar, aç kalırsın daha doğrusu.
Yani müzisyen olmanın yolu düğünde çalmaktan geçiyor.
Tabii oradan geçer.
Peki çocuklar nasıl başlıyor? Sizin çocuklarınız da, biri kanun çalıyor, biri klarnet çalıyor.
Ramazan Sesler de albümde çaldı, iki parçada beraber çaldık. Ramazan Sesler tabii ki benim talebem. Zaten bizde evde klarnet var, kanun var, bütün sazlar var, cümbüş var, keman var; çocuk yetiştiği zaman bakıyor, bir sazı görüyor, alıyor, zaten dinliyor, bir şekilde öğreniyor. Çünkü aileden gelen bir iş.
Aileden gelen bir işi ama kolay da bir iş değil.
Derler ya davulun sesi karşıdan çok hoş gelir, ama içine gir de gör bak. Müzisyenlik çok zor bir şey.
Repertuarda çok çeşitli yörelerden parçalar var, bunların kaydedilmesi de aslında çok önem taşıyor, çünkü bir çoğunun kaydı da olmayabilir, düğünlerde denk geldiğimiz zaman duyabildiğimiz ezgiler. Kendi yöreniz olan Trakya'nın dışında nereden besleniyorsunuz, nereden öğreniyorsunuz?
Müzisyen olduğum için araştırmak zorundayım, araştırıyorum. Mesela Ege yöresinden, Orta Anadolu'dan bütün yöresel türkülerden, güzel bir şey duyduğum zaman onu kaçırmam. Araştırıyorum da, çekiyorum teybe, mutlaka çalmak lazım; çünkü isteniyor da mesela.
Bir yere gittiğiniz zaman kayıt cihazı hep yanınızda yani?
Tabii.
Başka türlü olacak gibi değil, çünkü bir çoğunun yazılı kaynaklarını bulmak çok zor herhalde?
Zor. Radyodan araştırsan, adamlar ağız burun kıvırıyorlar, "onu mu bulacağız, nereden bulacağız, arşivi mi karıştıracağız, nasıl bulacağız?" diyorlar.
Bir de tabii kaydedilmemiş olma ihtimali yüksek. İlkay Akkaya ve Brenna McCrimmon da bu albümde yer almışlar. Brenna McCrimmon'la tanışmanızın da sizin hayatınızda önemli bir yeri var.
Aşağı yukarı, bu yola aynı dönemde baş koyduk gibi bir şey. O 96 yılında Kanada'dan gelmiş buraya, eskiden benim küçük şirketlerden kasetlerim vardı, onu eline geçirmiş hanımefendi, beni arıyor. O zaman albüm yapacak, Rumeli parçaları okuyacak, "bana kim çalacak, Selim çalar ancak" diyor. Çünkü benim ezgilerimi dinliyor, uygun geliyor. Sonra yine tesadüfen Sıraselviler'de bir yerde, Andon'da çalıyorum.
İrlandalılarla konser de Andon'daydı şimdi hatırladım.
Yok o başka bir yerdi. O sırada yine başka bir konser salonu vardı, Andon'da değildi. Andon'da o zaman tesadüfen bir Fransız grupla çıktım. Fransa'dan bir grup gelmiş, ud çalan Faslı bir arkadaş vardı, iyi bir müzisyen ama Fransa'da yaşıyordu, o grubun şefiydi. Grupları eksik gelmiş, orada işletmeci iki bayan vardı "bunlarla siz de çalın" diye benden rica ettiler. "Ben bunlarla nasıl çalarım, provamız yok" filan dedim, ama onların bana güvençleri bana sonsuz. "Selim abi sen yaparsın ya, yardımcı ol" dediler. Peki dedim, konser başladı, beni attılar sahneye.
Ne çalacağınızı da bilmiyorsunuz?
Bilmiyorum. Onlar çalıyor ben onları takip ediyorum kanlı kanlı, "kanlı takip" derler ya, ve emprovizeler, doğaçlamalar yapıyorum. Çok güzel bir konser oldu o gece, aşağı yukarı iki saat sürdü. Brenna Hanım da tesadüfen o gece oradaymış, konseri izlemeye gelmiş. Konser bitiyor, koştura koştura gidiyor Sonia Tamar Seeman'a, "ben Selim Sesler'i buldum" diye. O zaman o da doktorasını yapan bir Amerikalı. Onlar da beni arıyorlarmış. Ertesi akşam yine geliyorlar Andon'a, ben üst katta restoran bölümünde çalıyorum, fasıl müziği, yani Türk müziği yapıyoruz. Geldiler 8-10 kişilik bir masaya oturdular, fasılımızın ilk 45 dakikasını bitirdik, beni masaya davet ettiler. "Tamam" dedim, gittik orada tanış olduk, kartlar verildi, onlar verdi, ben verdim. Bu ara "evinize gelebilir miyiz" dedi daha yakından konuşmak için. Tabii dedim, bir hafta sonra bunlar geldi. O zaman Brenna Hanım patladı "rica etsem benimle bir albüm çalışabilir misin, beraber çalışabilir miyiz?" dedi. "Tabii, niçin olmasın" dedim. O zaman o albümü yaptık. Yıldırım hızıyla oldu Grup Karşılama albümü. O aldı kalıbı gitti, Kanada'da çıkarttı albümü 96'nın son aylarında ve 97'de bizi aldı Kanada'ya götürdü. Orada aşağı yukarı 20 festival falan gezdik.
Orada nasıl karşılandı?
Çok süper! Çok ilgi gördük ve çok güzel bir ziyaret oldu.
Sonra Amerika'da da konserler oldu, geçenlerde de İngiltere'de Guardian gazetesinde bir yazar sizin için "klarinet'in Coltrane'i" diye.
Evet öyle bir yazı çıktı. O Guardian gazetesine yazan arkadaş beni çok takip etti burada.
Fatih Akın'ın filmini de izlemiş galiba?
O filmden sonra çıkardı o yazıyı nedense bilmiyorum, sanki adam bir nokta bekledi, bir boşluk bekledi gibi, bana öyle geliyor. O adam geldi iki sene önce, nerede çalıyorum diye beni takip ediyor, geliyor, rakısını söylüyor, oturuyor demleniyor, derin derin dinliyor. Hatta ve hatta onu çok hissettim, gözleri kızarıyor, kırmızı oluyor gözleri. Sonra evde iki saat röportaj yaptık, adam gitti. Bu albümlerden sonra, tabii Fatih Akın'ın Duvara Karşı filmi, İstanbul Hatırası filmi çıktıktan sonra, dünyada bir unvan kazandı bu filmler de, tabii biz de daha çok tanınmaya başladık. Adam çıkarıyor bu sefer benim hakkımda yazıyı. Teşekkür ediyorum.
Biz sizi gelip Araf'ta dinliyoruz, Guardian gazetesi de sizi Coltrane diye nitelendiriyor.
O da orada dinledi.
Her hafta salı günleri çaldığınızı da hatırlatalım. Çok teşekkür ederim buraya kadar geldiğiniz için. (VB/TK)
* Volkan Balkan'ın Selim Sesler'le söyleşisi, Açık Radyo programı Açık Dergi'de 13 Kasım 2006'da yayınlandı.