İki senkronize yüzücü Mısra Gündeş ve Defne Bakırcı'nın (ya da diğer adıyla su balesi sporcusunun) uzun yıllara yayılan mücadelesine ve birlikteliğine odaklanan 2022 yapımı "Düet" belgeselinin yönetmenleri Ekin İlkbağ ve İdil Akkuş ile konuştuk. Film, belgesel kategorisinde 59. Antalya Altın Portakal Film Festivali Jüri Özel Ödülü, 42. İstanbul Film Festivali Mansiyon Ödülü ve 16. Dokumentarist Belgesel Günleri'nde ise kurgu ve yeni yetenek ödülü kazanmıştı.
Filmin çıkış noktası neydi? İki senkronize yüzücü olan Mısra ve Defne’nin öyküsünü anlatmaya nasıl karar verdiniz?
Ekin İlkbağ: Biz ikimiz de bu sporu uzun yıllar yaptık. Elbette Mısra ile Defne’nin bu sporu yaptığı seviyeye gelememiştik ama bu sporun güçlüklerini, Türkiye’de hangi şartlar altında yapıldığını bizzat yaşadık. Biz sporu bıraktıktan sonra üniversiteye geçtik, bir süre sonra ise bir film yapma niyetiyle tekrar bir araya gelme şansı yakaladık. Film fikir aşamasındaydı ve bir türlü onu hayata geçiremiyorduk. Film hakkında çalışma yürütürken o dönem geçmişimizden, eski spor hayatımızdan, anılarımızdan konuşuyorduk. Tam o günlerde İdil’in de bitirme projesi yapma zamanı gelmişti. Üniversiteden hocası İlkay Nişancı’ya “Arkadaşım Ekin’le bir şey yapmak istiyoruz ama geliştiremiyoruz” diye bahsediyordu. Yine bu konuşmaların geçtiği sırada İdil, Mısra ve Defne’den bahsetmiş. Hocası da bildiğiniz yerden başlayın tavsiyesi verdi. Bizim de içimizde bu konuyla ilgili bir şeyler yapmak varmış zaten. Bizim belgeseli çekmeye karar verdiğimiz dönem Mısra ve Defne’nin spor hayatlarında en iyi olduğu zamanlardı.
“Ali Bilgin film için bir kırılma anı oldu”
Filmin yapımcısı Ali Bilgin sektörde oldukça tanınan biri. O, projeye nasıl dahil oldu?
İdil Akkuş: Ben Ali Bilgin’in yönettiği bir dizinin kurgu ekibindeydim. Daha sonra kendisi bir kısa film çekti, ben o filmin de kurgusunu yaptım. O günlerden gelen bir yönetmen-kurgucu ilişkimiz vardı. Ben sohbet arasında filmden bahsetmiştim, çünkü o dönem çekim yapabilmek için Tokyo’ya gitme planları yapıyorduk ve sponsora ihtiyacımız vardı. Biz bu filme birlikte başladık ve 2019’a kadar yapımcılığını da biz üstlendik. Ama 2019’a kadar yaptığımız çalışmalar bizi bir noktada tüketti. Tokyo’ya iki kişi götürebilecek paramız kalmamıştı. Ali Bilgin’in kısa filminin prömiyerinin olduğu o gün biraz filmden söz ettik, o da incelemek için filme dair bir dosya istedi. Sonrasında projeyi sevdi, kızları sevdi, bizim yola çıkma niyetimizi sevdi. İlk önce o bir sponsor arayışına girişti, kızlar sporcu olduğu için spor markalarına teklif götürdü. Ama buradan bir dönüş alamadı. Daha sonra “ben yapımcınız olmak istiyorum” dedi. Bize festival süreçlerinin öneminden bahsetti ve bunları gerçekleştirmek istediğini söyledi. Biz bunu duyunca çok sevindik, biri bize güvendiği ve inandığı için. Yalnızlık hissini de kırdı bu adım. Yürütücü yapımcı Uğur Şahin’i aramıza kattı. Onun sayesinde Antalya Film Forum’a başvurduk. Bu açıdan baktığımızda Ali Bilgin’in projeye dahil olması filmin yolculuğunda bir kırılma anı oldu.
“Biz bir başarı hikâyesi anlatmıyoruz”
Filmin çekimleri 5-6 yıla yayılıyor. Kurgu sürecini nasıl yürüttünüz? Filmdeki zaman geçişleri vb. unsurlar sizi zorladı mı?
İdil Akkuş: Kurgu süreci çok önceden başlıyor, 2018’de bir versiyon yaptık. Yola çıktığımızda tam olarak böyle bir film hayal etmemiştik. Kafamızdaki daha çok sporu tanıtan ve röportajlarla ilerleyen bir filmdi, çekimleri de buna göre yapıyorduk. Mısra o dönem sporu bırakmak istiyordu. Onlar da ne yapacağını bilmiyordu, biz de bilmiyorduk. O yüzden bir versiyon yaptık. Hikâye o noktada biterse elimizde neler var ve nasıl bir film olacak görmek için. 40-50 dakikalık bir versiyon çıkardık, güzeldi kendi içinde tabii ki de ama aradığımız şey o değildi. Aslında filmde Mısra ve Defne’nin hikâyesinin ön plana çıktığını o noktada anladık. Çünkü en başta iki film yapmayı hedefliyorduk. Bir tanesi kısa ve sporu anlatan, diğeri ise uzun Mısra ve Defne’nin yolculuğunu takip eden. İlkinin gereksiz olduğunu anladık ve tek bir filme döndü. Kurguya filmin çekimleri bitmeden başlamıştık. İki ayrı kurgucuya gittik. Ama biz de henüz bir kurgucuyla çalışmaya hazır değildik. Sonra ben kendi filmimi yapmaya ikna oldum ve bir sene sektöre ara verdim.
Biz bir başarı hikâyesi anlatmıyoruz, sadece bir sporcu hikâyesi anlatmıyoruz. Dolayısıyla böyle kronolojik bir izlek takip etmek hikâyeyle örtüşmüyordu. O yüzden de dostluk, büyüme ve mücadele temalarını gördüğümüz anda malzemeyi daha duygusal ve tematik bir şekilde bağlamaya çalıştık. Bu şekilde biraz da olsa zamanı kırmaya çalıştık.
Filmi izlerken seyirci iki sporcu kadının tüm sorunlarla tek başına başa çıkmaya çalıştığını görüyor. Aslında bir başınalık söz konusu. Bunu aktarmaktaki amacınız neydi ve çekerken neler hissettiniz?
Ekin İlkbağ: Hiç bilinmeyen bir spor, çok fazla emek veriyorsunuz ama bu emekten kimse haberdar değil. Belki büyük bir başarı kazanırsanız bu emek konuşulmaya değer oluyor. Ya da dikkat çekerseniz konuşulursunuz ama o aşamaya gelene kadar neler yaşadığınız konusunda kimsenin bir fikri yok. Dolayısıyla Mısra ve Defne’yi çekmeye başladığımızda da gözümüze çarpan şey hep sorunlardı. Ve çok yalnızlardı, ikisi ve bir antrenörleri vardı. Biz o süreçte bir çekim ekibinden, bir kameramandan çok, takım arkadaşı gibi olduk onlarla. Bu, filme de yansıdı. Bir bakıma onların içini döktükleri ve dertleştikleri bir şeye dönüştü.
Bu spora başladığınızda hedef olimpiyat olmayabiliyor, Mısra ve Defne’nin de öyle değildi. Tutkuyla başladığın bir uğraş var ve o tutku büyüdükçe mücadeleye dönüyor. Ve bu tutkunun peşinden gittiğinde baş etmen gereken onlarca şey karşına çıkıyor. Bu durum biraz bu ülkenin ve erkek sporcu olmamanın da getirdiği bir sonuç. Anlattığımız hikâye aynı zamanda o tutkunun bir mücadeleye dönüşmesi ve mücadelenin ardından gelen yorgunlukla elinizden alınmasına dair.
İdil Akkuş: Bir de çekim boyunca hiçbir şeyin değişmediğini fark ettik. Bizim için üzücü oldu ama bir yandan da şaşıramadık. Çünkü biz de bu sporu yaparken aynı sorunları yaşadık ve ikimiz de çok isteyerek bırakmadık bu sporu. Yapmak istiyorsun bu sporu ama çalışacak havuz yok, aniden yarış iptal oluyor ya da federasyon seni yarışa göndermiyor. Sevdiğin için peşinden koşuyorsun ama sürekli engellerle karşılaşıyorsun. Aslında film bunun spora özgü bir durum olmadığını da aktarıyor. Sadece bir sporcu hikâyesi değil, nasıl bir ülkede yaşadığımızın da resmini çiziyor. Bu nedenlerle bu sporu hiç bilmeyen insanlar bile filmle bir bağ kurabildi. Sonuçta bu spor dalı federe bir spor. Birtakım yöneticileri var bununla ilgilenen ama ilgilenmemeyi tercih ediyorlar.
Film çekimleri pandemi süreciyle bölünüyor. Filmde Mısra o dönem senkronize yüzmeyi bırakma kararı alıyor. Sizin bu karardan daha öncesinde haberiniz var mıydı? 2020 pandemi-karantina sürecini nasıl yönettiniz?
İdil Akkuş: Bizim filmi bitirmek istediğimiz yıl 2020 Tokyo Olimpiyatları’ydı.
Ekin İlkbağ: O süreçte bir bilinmeze düştük de denilebilir. Mısra da o dönem sporu bırakmak istiyordu, bunu biliyorduk ama o dönem biz de o da olimpiyat elemelerini bekliyorduk. Filmde Mısra’nın kendisi de bunu belirtiyor, son kez orada podyuma çıkacak, elini sallayacak ve sporcu kariyerini bitirecek. Mısra artık bir bakıma dayanıyordu ve gün sayıyordu. Daha sonra olimpiyatların erteleme haberi geldi. Mısra olimpiyatların ertelenmesinin ardından yapamayacağını ve devam etmeyeceğini bize söyledi. Mısra’nın kararından önce de biz bu süreci nasıl değerlendirelim diye konuşuyorduk. Daha sonra kameralarımızı Mısra ile Defne’ye vermeye karar verdik. Duygularını anlatmaları için belli başlı sorular yazmıştık. Ve canınız ne istiyorsa da çekin dedik. Mısra’nın aldığı karardan sonra da Mısra’dan çekim istememiz gerekti. Bir yandan o kendini kötü hissediyordu sporu bırakmaya karar verdiği için, sürekli Defne’yi düşünüyordu ve biz de ondan böyle bir çekim talep ettiğimiz için kötü hissediyorduk. Ama o bir gün kendi çekip, ağladığı videoyu bize iletti. Filmdeki bu sahneler çok organik gelişti, çünkü film artık onların dertleştiği bir araca dönüşmüştü.
Tüm bunların gerçekleştiği süreçte biz İdil’le, Defne ve Mısra’nın çocukluk arşivlerini didik didik inceleme fırsatını bulduk. Belki pandemi olmasaydı daha spor odaklı şeyler kullanırdık ama böylece çocukluklarına da inebildik.
“Durup dururken sokağa çıkmıyoruz’u vurgulamak istedik”
Filmin son kısımlarında izlediğimiz İstanbul Sözleşmesi Protestoları, 8 Mart yürüyüşü görüntüleri filme olağan bir akışla mı yoksa planlı bir şekilde mi dahil oldu?
İdil Akkuş: Çekimleri bitirmemiştik, olimpiyatlar da ertelendiği için filmi tam olarak nerede bitireceğimizi bilmiyorduk. Sadece Defne elemelere gittiği an biz de filmi bitiririz diye düşünüyorduk. Elemelerin vakti gelmediği için biz de ara ara yoğun olmasa da çekimlere devam ediyorduk. Mısra’nın 8 Mart’a gideceğini duyunca tamam, birlikte gidelim dedik. Çekim de yapabileceğimizi düşündük.
Ama 8 Mart’tan önce İstanbul Sözleşmesi eylemi vardı. Kadıköy’de, orada da çekim yaptık. Fakat 8 Mart’ın coşkusu bambaşkaydı. Çok daha güçlü bir sahne oldu. Bu süreç biraz doğal akışında gerçekleşti. Nasıl bir ülkede yaşıyorlar ve nelerle mücadele ediyorlar, bu motivasyonla hareket ettik çekimden kurguya kadar. “Durup dururken sokağa çıkmıyoruz”u biraz vurgulamak istedik. Zaten öncesinde cinsel taciz ve istismar hikâyeleri de var.
Ekin İlkbağ: Eğer Defne’nin yalnız kalışı üzerine biraz daha eğilsek ve o süreci takip etsek hem başka bir filme evrilirdi hem de umutsuz bitebilirdi.
“Asıl okulumuz bu film oldu”
Mısra film süresince Defne ise olimpiyat elemelerinden sonra sporu bırakıyor. Peki, şu an ikisi neler yapıyor?
Ekin İlkbağ: Defne yurtdışında dil üzerine yüksek lisans yapıyor. Zaten İngilizce öğretmenliği üzerine eğitim almıştı. Mısra da sosyoloji mezunu, antrenörlük yapıyordu. Şimdi o da yüksek lisans eğitimine başlayacak.
Belgesele kurgu dalında ödül, bir ilk
Dokumentarist’te kurgu ödülü, İstanbul Film Festivali ve Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde gelen ödüller neler hissettirdi?
İdil Akkuş: “Film nasıl yapılır”a dair her şeyi bu filmden öğrendik. İkimiz de sinema okuduk ama asıl okulumuz bu film oldu. Festival süreci nasıl yönetilir, nerelere başvurulur hepsi adım adım öğrendiğimiz şeyler oldu. Önceden hedeflediğimiz bir şey değildi. Antalya’da prömiyer yapacağımız haberini aldığımız anda tamamdı bizim için. Acaba ne ölçüde seyirciyle buluşacak, en büyük merakımız oydu. Antalya’daki ödül aslında onun da yolunu açtı. Diğer festivallerin sürecini hızlandırdı.
Dokumentarist’teki ödülün şöyle ayrı bir önemi var. Hiçbir festivalde belgesel filmleri en iyi müzikte, en iyi kurguda, en iyi sinematografide yarıştırılmıyor. Yarış haline özendiğimizden değil, ama bir noktada belgesel filmleri filmden saymadıkları tespitine varıyoruz buradan. Oradaki emek yok sayılıyor. Sanki bu filmler için müzisyenler çalışmıyormuş gibi, ses tasarımı yapılmıyormuş gibi. O yüzden KUDA’nın (Kurgucular Dayanışması) içindeki tartışmaların getirdiği bir öneri olarak bunu Dokumentarist’e teklif ettik. Onlar da kabul etti. Kısaca bu ödül dalı ilk defa bu yıl Dokumentarist’te açıldı. Belgesele görüntü yönetimi, ses tasarımı, kurguda ilk defa ödül verildi.
Filmin gösterim yolculuğu nasıl devam ediyor?
Ekin İlkbağ: 18 Ağustos’ta İstanbul Modern’de “Boşluğa Dikkat” seçkisi kapsamında gösterilecek.
İdil Akkuş: Sonrasında da Başka Sinema vizyonu olacak. Biz yurt dışına gidemedik ama film ilk İrlanda’daydı, sonra İspanya’daydı. Sonra da Roma’da gösterildi.
Gelecek Projeler neler? Ortaklığınız devam edecek mi?
Ekin İlkbağ: İkimizin ayrı olarak İdil’in belgesel, benimse kurmaca projelerimiz var. Ben daha çok geliştirme ve araştırma aşamasındayım. Ama birbirimizin işlerine destek vermeye ve onlarda yer almaya devam edeceğiz. İlerde aynı fikre heyecanlanırsak yine birlikte üretebiliriz.
(ED/AÖ)