Siyasal İletişimci Dr. Gülfem Saydan Sanver, seçim kampanyalarındaki ilk tabloyu, adayların profilini ve saha çalışmalarıyla ilgili ilk izlenimlerini Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve İYİ Parti'nin adaylarının da netleşmesi sonrası bianet'le paylaştı.
Dr. Sanver ile söyleşimizin bugün yayınlanan ilk bölümünde erken seçim talep eden Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) genel durumu, Fransa'daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Le Pen'e karşı tüm muhalefetin Macron'u desteklemesi örneğinden yola çıkarak ikinci turda ittifak olasılıklarını değerlendirdi.
Bir buçuk yıl erkene alınan bir seçimle karşı karşıyayız bir siyasal iletişimci olarak seçmen kitlesindeki ilk gözlemleriniz neler?
Seçim kampanyalarında seçmenin heyecan duyması çok önemlidir. Saha çalışması çok yapıyorum ben, doktora tezi yaparken de partilerin kıyaslamalı seçim kampanyalarını araştırdım.
Kampanyalara da hep objektif olarak bakmaya çalışıyorum, ben heyecanlı mıyım, insanlar heyecanlanıyor mu, onu gözlemlemeye çalışıyorum.
Hangi seçmen grubu o heyecanı duyuyorsa net o parti kazanıyor. Yerel seçimlerde daha çok belediye başkanlarıyla çalışıyorum. Ve aynı olguyu o süreçte de görüyoruz.
Mesela bazen yerel seçimlerin sonrasında genel seçim oluyor, yine belediye başkanıyla gezerken "Bakın sizle gezerken herkes camdan bakar el sallardı, şimdi sadece sokaktakiler bakıyor, kimse camdan bakmıyor, o coşku yok" diyorum ve seçim sonrasında partinin oyunun düştüğünü görüyoruz.
Şimdi ilk kez bu kadar coşkusuz bir AKP seçmen grubu görüyorum. Hiçbir yerde coşku duymuyorlar. Çok organize bir kampanya ve onun götürdüğü bir takım görsellikler var, ama coşku yok.
Mesela ilk kez bir manifesto yayınladılar. Daha önce hiç manifesto diye bir şey yoktu. Şimdi manifesto, seçimin ruhu vs. deniyor. Daha önceki seçimlerde Ak Parti öyle bir rüzgâr estirirdi ki seçimin ruhunu anlatmaya ihtiyaçları yoktu.
Bunun nedeni ne olabilir?
Bazen yaptıklarının bir adım arkasına bakmak gerekiyor. Niye seçimin ruhunu anlatma ihtiyacı duyuyorlar. Demek ki böyle bir coşku olmuyor.
Erdoğan o konuşmayı yaparken izleyicileri bir ayağa kaldırdı, "Hep beraber bir ayağa kalkalım" dedi, salonda heyecan yaratmaya çalıştı.
2007'de vekil tanıtımlarına gitmiştim, 12 dev adamın olduğu dönem, bütün tribünler slogan atıyordu, şimdi çok kalıplaşmış sloganlar atılıyor, dediğim gibi düşünün salonda binlerce kişi olmasına rağmen Cumhurbaşkanı salonda heyecan yaratmaya çalışıyor.
Coşkuyu yakalayan kazanıyor
Sosyal medya için de mi aynı şeyleri söylüyorsunuz?
Elbette. Coşku her alana yansıyor. İnsanlar bir partinin veya liderin mesajlarını tweet'lemesi için, gündem yapması için heyecan duyması lazım.
Heyecanı profesyonel olarak belli bir yere kadar yaratabiliyorsunuz ama hikayenin patlaması için, seçmenlerin kendiliğinden katılımı ve desteğin kendiliğinden büyümesi de gerekli.
Sosyal medya sadece organik büyür demek istemiyorum elbette. Sosyal medya dediğiniz şey aslında adaylar için ciddi bir yatırım. Çünkü bazen adaylar "bir laf söylerim patlar" zannediyorlar. O iş aslında öyle değil. Çoğu zaman altında onun profesyonel bir kurgusu olması gerekir. Ama profesyonel kurgu da bir yere kadar.
Yurtdışındaki seçimlere bakacak olursak sosyal medya kampanyalarına harcadıkları bütçenin çoğu hep o coşkuyu yakalatabilmek için, çünkü coşkuyu yakalayan kazanıyor.
Bazen bir aday rakibinden çok daha az bütçe ile daha büyük bir coşkuyu yakalayabiliyor. Mesela Amerika Birleşik Devletleri'nde son seçimde Bernie Sanders buna örnektir.
Hillary Clinton kampanyası inanılmaz organize, inanılmaz profesyonel bir ekipten oluşuyordu, Obama'nın bütün ekibini almış, araya Bill Clinton'ın ekibini koymuş, iki ekip uyum sağlasın diye araya elemanlar konmuş, dev bir kampanya ordusu kurulmuştu.
Herhalde seçim kampanya tarihin en büyük kampanya ekibini oluşturmuştu.
Diğer yandan bu kampanya ile kıyaslanamayacak kadar küçük bir bütçe ile kampanya yapan Sanders patladı. Gençler deli gibi destek oldular.
İşte hikaye o coşkuyu yakalatmakta ve şu anda da Ak Parti'de hiç o coşkuyu görmüyorum. İttirerek kampanya belli bir yere kadar.
Tek başına kampanya
Fotoğraf: Berk Özkan/ AA
Mesela bizim seçmen buna çok fazla prim vermez dediğimiz bazı söylemler oluyor, yolsuzluk söylemleri gibi ya da 2011 seçimlerinde MHP'nin kaset skandalları çıkmıştı.
Gerçekten seçmen bire bir buna bakmıyor ama teşkilatın hevesi kırılıyor çalışmak için.
Örgütler heves duymadıklarında seçmen de heves duymuyor. Şimdi de Erdoğan'ın kendisinin dile getirdiği o metal yorgunluğu hikayesini de belli ki görüyorlar.
Kasım seçimlerinde de Erdoğan tek başına götürmüştü kampanyayı. Teşkilat Haziran seçimlerinden çıkmıştı, yorulmuştu ve o coşkuyu yakalamıyordu. Erdoğan tek başına kampanya yürütmüştü.
Ama her seferinde tek başınıza kampanya yaparak başarılı olamazsınız.
İlk kez bu kadar çoklu adayla
Bir de Erdoğan ilk kez bu kadar liderin yarıştığı bir Başkanlık seçimine giriyor ve bence en çok zorlanacağı nokta o olacak.
İnce, Akşener, Karamollaoğlu ve Demirtaş. Hepsi çok farklı ve çok güçlü liderler ve Erdoğan'a karşı bir anlamda ittifak içinde muhalefet ediyorlar. Daha da önemlisi farklı seçmen gruplarına hitap ediyorlar. Bu da Erdoğan'ı zora sokacak bir durum.
Demirtaş'ın adaylığı eşit şartlarda değil, çok zor şartlarda. Seçmene mesaj verebilmeniz için gündelik hayatı çok iyi takip edebilmeniz ve seçmenle bir araya gelebilmeniz gerekiyor.
Demirtaş'ı tanıyanlar, sevenler bir esprisi ile bile "Ya bak işte Demirtaş" diye hatırlatabiliyor ama hiç tanımayan seçmen için bu yeterli mi? Bilmiyorum.
Demirtaş hapiste seçim dinamiğini ne kadar takip edebiliyor ve mesajlarını tam olarak ne kadar dışarı çıkarabilecek? Bu çok büyük bir dezavantaj.
Biliyorsunuz halk insanların siyaseten mağdur olmasından hoşlanmıyor. Örneğin, Erdoğan'ın da mahkumiyetinden hoşlanmamış bunu mağduriyet olarak değerlendirmişti. Erdoğan kendisi propagandalarında çok uzun yıllar kullandı bunu.
Demirtaş'ın hapiste olması ona böyle bir mağduriyet veriyor, bu mağduriyeti desteklemek isteyen, onun yanında olduğunu göstermek isteyen bir seçmen grubu var.
İstenmeyen adayı engelleme
Fransa'da 2017'de yapılan 5 adaylı seçimin ikinci turunda "Le Pen'e karşı cephe"de birleşildi.
İkinci tur olayıyla ilgili katıldığınız bir televizyon programında Fransa seçimlerini işaret etmiştiniz. Le Pen, Macron ikinci tura kaldığında muhalefet Le Pen'e karşı Macron'un etrafında birleşmişti. Türkiye için de benzer bir durum olabilir mi ikinci turda?
Çift turlu başkanlık seçimleri yaşan farklı ülkelere baktığımızda seçimin İkinci turunda "İstenmeyen adayı engelleme motivasyonu" ile karşılaşabiliyoruz. Örneğin, Fransa 'da, Avusturya'da bunu net olarak gördük.
İstenmeyen adayı engelleme motivasyonu kuvvetli bir motivasyon. Türkiye'de de ikinci turda seçmen büyük ihtimalle şuna bakacak: hangisini daha çok istemiyorum?
Yarışan adaylara baktığımız zaman da Muharrem İnce'nin şu anki en büyük avantajı ve aday olmasının da belki en büyük etkenlerinden biri meclisteki dokunulmazlıkların kaldırılaması sürecindeki tepkileri.
Bu açıdan bence Halkların Demokratik Partisi (HDP) seçmeni için de diğer CHP vekillerinden, adaylarından farklı bir profil çizdi Muharrem İnce.
Başkanlık seçimlerinin ikinci turunda en belirleyici olacak seçmen gruplarından biri –baştan beri bunu biliyorduk- tabii ki Kürt seçmenler. Kürt seçmenler de bence son aşamada şuna bakacak: hangisini daha çok istemiyorum.
Muhalefet Dörtlü ittifak kurarken yayınladıkları bildiriden görüyoruz ki ittifakı bir karşıtlık üzerinden kurmamışlar, birliktelik nedenleri üzerinden kurmuşlar.
Bence bu da önemli bir şey. Biz Erdoğan'a karşıyız o yüzden ittifakız dememişler. Türkiye'nin içinde bulunduğu koşulları ve neden birlikte olduklarını anlatmışlar.
Demokratik değerler ve Prensiplerde anlaştıklarını gösterebilen bu dörtlü ittifak açısından ikinci turda birbirlerini destekleme konusunda bir sorun olmayacak.
İkinci tura kalma ihtimali
Referandumda doğu illerindeki 'Evet' oyunun genel belirleyicisi Hüda-Par'dı. Oysa, Hüda-Par, AKP-MHP ittifakı belli olduğu anda karşı yönde tavırlarını belli etmişti.
Şu anda da HDP ile görüşüyorlar. Dolayısıyla Hüda-Par'ın da destek vermediği bir süreçte Kürt seçmenler üzerinde başarı sağlamak AKP açısından çok daha zor olacak.
Muharrem İnce'nin Demirtaş'ı ziyarete gitme isteği çok olumlu. Dörtlü ittifakın kürt seçmeni dışlanmış hissettirmemesi gerekiyor. Aksi takdirde, Kürt seçmeni küstürecektir.
Bu seçimlerde ben seçimin ikinci tura kalma ihtimalini çok yüksek görüyorum.
Zaten seçimler ikinci tura kaldığı anda da muhalefet daha avantajlı duruma geçecektir.
Çünkü sizin başarınız biraz da başarıyı nasıl tanımladığınızla da çok doğru orantılı.
Şimdi muhalefet başarıyı seçimleri ikinci tura bırakmak ve ikinci turda kazanmak üzerine tanımlarsa, seçmen de bunu bir başarı olarak algılar ve bundan coşku duyar.
Erdoğan ilk günden beri başarıyı ilk turdan kazanmak olarak tanımladı. İlk turda kazanamadığı zaman zaten o kitlede bir başarısızlık duygusu oluşacak. Bu da seçimde çok belirleyici bir şey.
Rakiple dayanışma
Sonraki iki haftaki kampanya da bu durumda çok önemli olacak...
Seçimlerin birinci ve ikinci tur arasındaki iki haftalık kampanya süreci çok kısa olduğu için ittifak üyelerinin şimdiden –ki bence yapıyorlar- birlik olabilecekleri mesajını seçmene vermeleri lazım. Ama buna HDP ve Kürt seçmeni de dahil etmeleri lazım.
Ben bunu yaptıklarını düşünüyorum, mesela CHP bu anlamda diğer partilere hamilik yapıyor.
Örneğin, 100 bin imza toplayacaklar adaylar için imza verin çağrısı yapıyor kendi seçmenine. Bu çok değerli bir şey ve seçmenler bunu görüyor.
Rakibiniz seçime girebilsin diye vekil veriyorsunuz, liderine imza verdirtiyorsunuz bu aslında demokrasi açısından dünyada eşi benzeri görülmemiş bir şey, sebebi ne olursa olsun çok takdire şayan.
Ben bu seçimin çok farklı olacağını düşünüyorum. Çok şaşırtıcı olacak.
YARIN: Adayların profilleri ve sosyal medya kampanyasının etkileri.
Gülfem Saydan Sanver hakkındaSiyasal iletişimci. Genel ve yerel seçimlerde kampanya danışmanlığı yapıyor. Türkiye'deki Seçim Kampanyaları ve Siyasi Partilerin Karşılaştırmalı Seçim Stratejileri üzerine yaptığı çalışma 2013 yılında A.N.R.T Yayınevi tarafından Fransa'da basılarak bu konuda Avrupa'da basılan ilk kitap oldu. Doktorasını "siyasal partilerin genel seçim kampanyalarında uyguladıkları seçim stratejileri" üzerine Paris Sorbonne Üniversitesi'ne yaptı. 2007 ve 2009 yıllarında Yeditepe Üniversitesi'nde sosyolojiye giriş dersleri verdi. 2010 yılında da Galatasaray Üniversitesi'nde de TUBITAK destekli araştırma projesi kapsamında "Türk iş dünyasındaki seçkinlerin siyasi seçkinlerle karşılıklı bağımlılık ilişkileri ve küreselleşme karşısında farklı bütünleşme eğilimleri" üzerine araştırma yaptı. |
(PT)