* Fotoğraf: Veli Gürgah / AA
15 Eylül’den bu yana Kobanê’de şiddetlenen IŞİD saldırıları sırasında yaralanan Kobanêlilerin Suruç’a geçebilmeleri ve gerekli tedaviye erişmeleri için alanda çalışan gönüllü hekimlerden Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Üyesi Dr. Şeyhmus Gökalp, Kobanê ve Suruç’taki sağlık çalışmalarına dair izlenimlerini ve alandaki ihtiyaçları bianet’e anlattı.
TTB ve Suruç, Kobanê’deki olası bir savaş haline karşı hazırlıklı mıydı?
Kobanê’deki direnişi anlamak için önce yakın tarihi hatırlamak gerek. YPG, Rojava devrimini 19 Temmuz 2012 tarihinde Cezîrê ve Efrîn kantonlarının arasında bulunan Kobanê’de başlatarak özyönetimini ilan etmişti. IŞİD de işte bu nedenle 19 Temmuz 2014 tarihinde Kobanê’yi işgal kararı aldı.
TTB olarak hemen 20 Temmuz’da bölge tabip odalarıyla birlikte Suruç’a giderek bir basın açıklaması yaptık ve Rojava devrimi ile Rojava’nın kendi kendisini yönetme hakkına duyduğumuz saygıyı bildirdik. Aynı zamanda Suruç’ta kurulan destek çadırlarına gittik ve Belediye Başkanı ile Kaymakamı da ziyaret ederek olası bir katliama ve büyük bir insan göçüne hazırlıklı olmamız gerektiğini belirttik. Bunun için orada bir sahra hastanesi kurmayı, konteyner ve çadır kentler oluşturmayı önerdik ancak her zaman olduğu gibi devlet hantal davrandı. Sanırım aldığı istihbarata güvendi ve bir tedbir almadı.
Bunun üzerine Suruç’a nasıl bir planlamayla gittiniz?
Ben TTB Merkez Konseyi’nin bölgeyi takip eden üyesi olduğum için Diyarbakır, Batman, Urfa, Şırnak gibi hemen hemen her yerin günlük olmasa da haftalık takibini yapıyordum. Yani hâlihazırda bir gözlemimiz vardı ama içinde olmak, hissetmek apayrı bir şey. İlk olarak, aralarında Prof. Cem Terzi’nin de bulunduğu başta TTB ve SES gönüllülerinden oluşan arkadaşların çabasıyla mütevazı bir koordinasyon birimi kurduk. Bu birimdeki görevim gönüllü sağlık emekçilerinin gıda, konaklama ihtiyaçlarıyla ilgilenmek; bürokratik ilişkileri yürütmek; hekim arkadaşların faaliyetlerinde kolaylaştırıcı olmak ve ani, çok sayıda yaralı girişinde hızlı değerlendirme, acil müdahale ve doğru sevk edilmeleriyle ilgili çalışmaları koordine etmekti.
Sizin bu zamana kadar olağandışı durumlarda hekimlik tecrübeniz olmuş muydu?
TTB’nin “olağandışı durumlarda sağlık hizmeti” kolu bulunur. Deprem, sel, tsunami gibi doğal afetler, açlık, ebola gibi yaygın hastalıklar ve savaş gibi olağanın dışındaki her durum bu kolun çalışma alanıdır. Kişisel olarak daha önce Bingöl depreminde, sonra Doğubeyazıt depreminde ve Batman sel felaketinde çalışmıştım. Fakat savaş hekimliği benim için de çok büyük bir tecrübe oldu çünkü savaş insanın hem duygu durumunu hem de dünyaya bakışını değiştiriyor.
Yaralılar Türkiye’ye girişte nasıl bir süreçten geçiyor?
Kobanê geçmişte 150-160 bin kadar nüfusu olan bir yerdi fakat IŞİD saldırıları sonrası bu nüfus 400 bine çıktı. Kentte biri nispeten ufak olmak üzere üç hastane vardı ama IŞİD ilk olarak bu hastaneleri bombaladı. İçlerinden biri de güvenlik bakımından problemli bir noktada olması nedeniyle boşaltıldı.
Şu anda sadece Kobanê’den dört kadar sağlık çalışanının bulunduğu, Suruç sınırı yakınındaki ufak bir ilkyardım birimi mevcut. Tüm yaralılar önce oraya geliyor ve gerçekten büyük özveriyle çalışan o ufak ekip kişilerin buradaki akrabalarına veya 112’ye ulaşarak bizlere ne durumda, kaç yaralı olduğunu bildirerek ambulans talep ediyor. Bunun üzerine sınıra en yakın noktada bekleyen ambulanslarımız yaralı almaya gitme istemlerini komuta kontrol merkezine bildiriyor ancak hareket edebilmeleri için emniyetten izin çıkması gerekiyor. Maalesef emniyet işi ağırdan alıyor ve “güvenlik problemi var,” “çatışma var” gibi gerekçelerle birçok yaralıyı sınırın hemen öte tarafında bekletiyor. Bugüne kadar dokuz yaralı bu bekleme sürecinden dolayı kurtarılabilecekken hayatlarını kaybetti.
Örneğin ben alandan ayrılırken de üçünde aktif kanama olan, 12 yaralı bekliyordu. Eğer bu saate kadar ambulansların geçmesine izin verilmemişse o üç kişiyi de kaybetmiş olabiliriz.[1]
Her şeyin yolunda gitmesi ve emniyetten izin çıkması halindeyse ambulanslarımız yaralıları alıyor ve Suruç Devlet Hastanesine getiriyor. Orada hastalar stabil hale getiriliyor, acil ameliyat ihtiyacı olanlar hemen ameliyata alınıyor ve daha sonra ilerideki bir hastaneye sevkleri yapılıyor.
Suruç Devlet Hastanesinin kapasitesi yeterli mi?
Bu hastane 50 yataklı bir yer. Olağandışı bir durumda Suruç’a yetebilecek potansiyele sahip fakat bu bir savaş durumu ve her gün aralarında ağır yaralıların da olduğu 30 ilâ 70 arasında yaralı geliyor. Yani bu durumda yeterli olduğunu elbette söyleyemeyiz.
TTB olarak, geçici görevlendirme yoluyla Sağlık Bakanlığının hekim ve sağlık çalışanı sayısını artırmasını bu nedenle talep etmiştik. Fiziksel olarak da iki odalı tek bir ameliyathane mevcut. Yani on yaralının aynı anda geldiği bir durumda iki yataklı bir ameliyathanenin ne kadar yeterli olabileceğini siz de tahmin edersiniz. Ayrıca sadece bir tane ventilatör var ve hiç torakotomi (göğüs cerrahisi) seti yok.
Ancak bunların da ötesinde artık bölgeye acilen hava ambulansı gönderilmesi gerekiyor çünkü yaralıların ilk müdahale sonrası sevk edildikleri en yakın merkezler olan Urfa, Adıyaman, Diyarbakır gibi illerdeki sağlık kuruluşlarında da artık boş yatak kalmadı gibi. Dolayısıyla insanların en hızlı biçimde daha ileri merkezlere sevk edilebilmeleri gerekiyor.
Kısaca özetlediğiniz bu süreçte hangi kurumlar rol alıyor?
Suruç’ta TTB, SES, DTK Sağlık Meclisi üyeleri, TİHV gönüllüleri, bireysel kişiler ve Sağlık Bakanlığı tarafından geçici görevle gönderildiği halde canla başla çalışan gönüllülerden oluşan güçlü bir ekip var. Yalnız olayın mahiyeti çok büyük olduğu için sadece insan gücüyle sorunlar çözülemiyor. Ameliyathanesi olmayan bir hastanede en hünerli cerraha veya kraniotomi (beyin cerrahisi) seti olmayan yerde en iyi beyin cerrahına da sahip olsanız ameliyat yapamazsınız.
Ambulans ve ilkyardım ekipleri konusundaysa Diyarbakır, Batman, Hizan, Şırnak gibi çevredeki tüm belediyeler ve Sağlık Bakanlığının ambulansları dahil olmak üzere 30 küsur ambulans mevcut. Ama 200 yaralının geldiği bir gün yaşayacak olursak, komuta kontrol merkezinin mutlaka hızlı davranabilme ve çevre illerden ambulans çekebilme potansiyeli de olmalı. Aksi takdirde, taksi, araba ve minibüslerle yaralıları sevk etmek durumunda kalabiliriz.
Hekimlerin rahat hizmet verebilmesi açısından devlet yetkilileri ve emniyet güçleriyle nasıl bir bürokrasi ilerliyor?
Açıkçası en fazla Suruç Devlet Hastanesi yetkililerinden destek görüyoruz. Kimi dönemler Kaymakamla, sık sık da Suruç Belediyesi yetkilileriyle temas halindeyiz. Emniyet mensuplarıyla ise bugüne kadar sadece telefon diplomasisi ve aşmaya çalıştığımız ancak pek başarılı olamadığımız bir güvenlik bürokrasisi yürütebildik. Yine de diyebilirim ki, hekim arkadaşlara sınırda zorluk çıkaran emniyet mensuplarına tanık olduğum kadar, oturup birlikte sigara içenini de gördüm. Yani emniyetle bireylere göre değişen ancak nihayetinde aksayan bir ilişkiye sahibiz.
7 Ekim’den bu yana şehirlerde gerçekleşen ve çok sayıda ölümle sonuçlanan protestoları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şu anda bütün Kürtlerin gözü, kalbi, kulağı Kobanê’de ve bunu anlayabilmek için belki coğrafyayı ve oradaki ilişkileri biraz bilmek gerekiyor. Kobanê’yle Suruç arasındaki mesafe kimi noktalarda el sallayıp seslenmeye olanak sağlayacak kadar düşüyor. Mevcut yapay sınırlar çizilmeden öncesinde var olan bir soydaşlık var; aynı dili konuşuyorsunuz, teyzenizin kızı veya dayınız öte tarafta yaşıyor. Oradaki huzursuzluk belki sadece yarım saatlik bir gecikmeyle zaten buraya yansıyor. Yani Kobanê ağır bir saldırı altındayken, akrabalarının düşüncesiz, sessiz, eylemsiz kalması çok zor. Duygusal şahlanmalar ve bu durumu protesto eden gösteriler de bu yüzden başladı, fakat maalesef çok büyük olumsuzluklar da yaşandı ve pek çok insanın yaşamını yitirdiği bir hal aldı. Açıkçası bir hekim olarak, o sınır hattında aç, susuz, uykusuz kalarak bir tane daha fazla canı kurtarmak için çalışırken, yanı başımızdaki bir ilde insanların bu kadar kolay yaşamlarını yitiriyor olması bende derin bir kırgınlık yaratıyor.
İstanbul Tabip Odasının uzun zamandır bir gönüllü hekim havuzu oluşturuyor olduğunu biliyoruz, bunun dışında Suruç’a gelmeyi düşünen hekimlere ne öneriyorsunuz?
Bu konuya duyarlı olan hekim veya sağlık emekçisi arkadaşların TTB, SES, tabip odaları, TİHV, İHD gibi kendi örgütlü oldukları kurumların organizasyonuyla, Suruç’taki koordinasyonla temas halinde alana gelmesi bizi çok sevindirir. Çünkü kimi zaman büyük bir kaos ortamı yaşanabiliyor ve daha etkili olabilecek arkadaşlar o karmaşa içerisinde birer afet turisti gibi faydasız kalabiliyorlar. Bunun haricinde dil konusunda çekinceleri olan hekimler olabiliyor ancak hep denildiği üzere; “Muayene inspeksiyonla başlar.” O yarayı “görmek için” bakan bir göz, kanını durdurmaya da yeterlidir. Yani bakmayı bilen gözlere sahip her hekim Suruç’ta rahatlıkla hekimlik yapabilir.
Kobanê içerisinde kalanların şu anki durumu nedir?
Kobanê’de yaşlı, kadın, erkek, çocuk ve savaşçılardan oluşan 40 ilâ 50 bin arasında, orayı terk etmeyen bir nüfus var. Yani orada sadece savaşan militanlar karşı karşıya değil. Bu algı tamamen yanlış. Bir taraf çok ağır silahlarla saldırıyor, diğeri de elinde ne varsa onunla, “Bu benim ülkem, benim toprağım, çıkmayacağım” diyerek direniyor. Gençler mevzide savaşıyor, anneleri, yengeleriyse onlara yemek yapıp ekmek götürürken vurulup ölüyor.
Bahsettiğim bu insanların üç tarafı IŞİD çeteleri tarafından sarılmış durumda. Nefes alma borusu olarak sadece Türkiye-Mürşitpınar sınır kapısı var. Eğer bu kapı ve onun yanında gıda, su, ilaç, yaralıların transferi veya kendilerini savunabilme konusunda neye ihtiyaçları varsa bu malzemelerin geçişi için bir insani yardım koridoru açılmazsa oradaki insanların ölümüne hep birlikte seyirci kalmış olacağız. Stokları zaten tükenmiş durumda. Kış mevsimi yaklaşıyor, geceler çok soğuk. Hasta oluyorlar, ilaç bulamıyorlar. Bu şartlar altında IŞİD bu insanları silahla öldürmese de zaten açlıktan, susuzluktan, ilaçsızlıktan veya soğuktan ölecekler. İnsanlık onurundan nasibini almış, herhangi bir ideolojiden bağımsız olarak kendisini dürüst addeden herkesin bu koridorun açılması için çaba sarf etmesi gerekir.
Hükümetin son günlerdeki iyice sertleşen söylemlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Bedeli ne olursa olsun gereği yapılacaktır” sözünü biz Türkiye’de çok sık duyuyoruz. Fakat maalesef bu laf bölgeye farklı yansıyor ve herkes “kendince” gereğini yapıyor. Sokaktaki pompalı tüfeğini, polis copunu, asker gaz fişeğini alarak gereğini yerine getiriyor, “gereği” sahaya böyle yansıyor. O yüzden devletin yöneticilerinden tek isteğimiz, artık “gereği yapılacaktır”la biten cümleler kurmasınlar yeter. (ACÇ/AS)
[1] Bu söyleşi gerçekleştiği sıralarda sınırda bekletilen üç ağır yaralı da Dr. Şeyhmus Gökalp’in korktuğu üzere, kurtarılabilecekken yaşamlarını yitirdi.