Görsel: "Uçurtmayı Vurmasınlar" Filminden
Ceza İnfaz Sistemi’nde Sicil Toplum Derneği’nin (CİSST) derlediği güncel istatistiklere göre Türkiye cezaevlerinde 10 bin 28 kadın mahpus bulunuyor. Bu mahpus kadınların da en az binin İstanbul’daki Bakırköy Hapishanesi’nde olduğu tahmin ediliyor.
Bakırköy Hapishanesi, diğer hapishanelere göre görece şehrin ortasında olması, ulaşılabilirliği ve koşulları açısından birçok hapishaneye göre “iyi” olarak ifade edilebiliyor.
Hapishanenin internet sitesinde yer alan bilgilere göre, bir hizmet binası ve 3 blok halindeki koğuş binaları ile birlikte büyük bir yerleşke halindeki hapishanenin etrafı -34.478 m2 alanı- 40 cm kalınlığında ortalama 7 metre yüksekliğinde duvar ve dikenli tel ile çevrili.
Peki o duvarlar arkasında mahpus kadınlar neler yaşıyor? Hangi sorunlarla başa çıkmak zorunda bırakılıyor?
Galatasaray Üniversitesi sosyoloji bölümü öğretim üyeleri Prof. Dr. İpek Merçil ve Araştırma Görevlisi Seçil Doğuç Ergin, bu ve benzer soruların peşine düşüyor. 2011’de başlayan ve yaklaşık 15 ay süren bir araştırma için Bakırköy Hapishanesi’nde kalan kadınlarla görüşüyorlar.
Araştırmalarını “Dört Duvar Kadına Ne Yapar?” isimli kitapla okurla buluşturan Serçil ve Doğuç’u dinliliyoruz.
“Temmuz’dan sonra cezaevleri araştırmacılara tamamen kapandı”
2011-2012 yılları arasında Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nde araştırma yaptınız. Bürokratik olarak nasıl bunu gerçekleştirdiniz?
İpek Merçil : Araştırmaya başladığımız 2011 yılında Adalet Bakanlığı ve Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü geren STK’ler ile gerek üniversiteler ile birlikte çalışmaya açıktı diyebiliriz.
Bu bağlamda izin almak konusunda çok büyük bir sıkıntı yaşamadık. Tabii ki Zafer Kıraç’ın bizi Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü yetkililerine tanıtmasının da çok büyük katkısı oldu. Bizler de Müdürlüğe birkaç kez giderek ne yapmak istediğimizi anlattık.
Daha sonra bazı yetkililer bizi Galatasaray Üniversitesi’nde ziyarete geldiler. İzin alma sürece yaklaşık altı ay kadar sürdü. Ancak Şakran Cezaevi olaylarının bir sosyoloğun cezaevinde yaptığı araştırma sonucunda kamuoyuna yansıması izinler konusunda daha sıkı bir politika izlenmesine neden oldu. 15 Temmuz ‘dan sonra cezaevleri araştırmacılara ve STK’lere tamamen kapandı.
Biraz oradaki saha sürecini anlatır mısınız? Kadınlar sizi görünce ne diyordu? Nasıl karşılaşıyordu?
Seçil Doğuç: Hapishane gibi kurumlarda saha yapmanın tek zorluğu izin almak değil elbette. İzni alıp içeri girdiğinizde de aşmanız gereken görünür ya da görünmez engeller var.
Kurumun ve hakkında araştırma yaptığınız kesimin bazı özellikleri saha araştırmasının belli ilkelerini yerine getirebilmekte araştırmacıyı zorlayabiliyor. Hapishaneler güvenlikçi ve kapalı kurumlar. Bu özellikler yalnız fiziki önlemlerde kendini belli etmiyor, içerideki tüm ilişkilere de yansıyor ve oranın genel iklimini belirliyor.
Karşındakinden şüphe etmek, güvensizlik, içerinin bilgisinin dışarıyla paylaşılmaması gereği gibi yerleşik tutumlar araştırmacının sahada kendini kabul ettirmesini de gerektiriyor.
Bu da zamana ve zaman içinde kurulan güven ilişkisine bağlı. Kurum idarecileri ve çalışanlarla güven ilişkisi kurabilmek bir noktadan sonra kurum içindeki varlığınızın normalleşmesini, sizin de bir nevi oranın gündelik dekorunun parçası olmanızı sağlıyor. Bizim de bu ilişkiyi kurmamız birkaç ayımızı aldı. Mahpuslara ve infaz koruma memurlarına araştırmamıza katılmak isteyip istemediklerine dair mektuplarımızın iletilmesini, memurların bizimle görüşmeye başlamasını sağlayan da biraz bu güven ilişkisinin yavaş yavaş kurulması oldu.
Öte yandan anketler ve özellikle derinlemesine mülakatlar esnasında da araştırmacının mahpusla ya da memurla birebir bir güven ilişkisi sağlaması gerekiyor. Saha araştırmamızın ilk aşamasında mahpuslarla anketlerimizi gerçekleştirdik, ardından derinlemesine mülakatlara başladık.
Anket tekniği yapısı itibariyle görüşmeciye kendini uzun uzun anlatma imkânı tanımasa da, anketin başında, ortasında ya da sonunda çoğunlukla mahpuslar bize daha fazlasını anlatmak istiyorlardı, anlatıyorlardı da.
Elbette bunun tersi de olabiliyordu. Mahpusun soruları isteksizce cevapladığı ya da cevapsız bıraktığı durumlar yani. Bir araştırma nesnesi olarak görülmekten duyulan rahatsızlığın, araştırmacı ile görüşmeci arasında bir ilişki kurulamamış olmasının, ya da başka kaygı ve çekincelerin belirtisi olarak böyle durumları da kayda geçip anlamlandırmaya çalıştık. Ama çoğunlukla bir sorup bin ah işittik diyebiliriz. Zaten mülakatları da anket yaptığımız mahpusların arasından seçtiklerimizle gerçekleştirdik.
Derinlemesine mülakatlar iki saat ile dört-beş saat arası sürüyordu. Mahpusların geçmiş hayat hikâyeleri, hapse giriş süreçleri, hapishane içindeki yaşantıları, dışarıdaki yakınları ile ilişkileri, fiziksel, ruhsal sağlıkları, gelecek planları gibi konular etrafında ilerledi mülakatlar. Kütüphane ya da boş derslik gibi mekânlarda gerçekleştirdik görüşmelerimizi.
Mahpus kadınlar yargılamadan, anlamaya çalışarak ve gerçek bir ilgiyle dinlediğimizi hissettirdiğimiz oranda bize açıldılar, konuştular. Hayat hikâyelerini, duygularını, iç hesaplaşmalarını, kaygı ve planlarını bizimle paylaştılar.
Kendi adıma yaptığım işin en paha biçilmez hediyesinin böyle bir güvene layık görülüp bana emanet edilen hikâyeler olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Herkes kendini unutuyor
Dört duvarın ardında herkesin kendilerini unuttuğunu, kimsenin hallerini merak etmediğini hisseden, geçmiş hayatlarından taşıdıkları birçok sancılı ve travmatik deneyimin zorluğunun yanı sıra hapishanede de çeşitli zorluk ve acılarla baş başa kalan bu kadınlar için dinlenmek ve duyulmak çok nadiren giderilebilen ama bir o kadar da hayati bir ihtiyaç.
Maalesef dile getirdikleri sorunların büyük çoğunluğuna hatta belki hiçbirine çare olamadık, ama sadece dinlemiş olmamızın bile onlar için çok büyük anlamı olduğunu ve onlara iyi geldiğini çokça ifade ettiler. Kadın kadına görüşme yapmanın da mahpuslarla kurduğumuz ilişkiye çok olumlu bir katkısı olduğunu belirtmeli. İki tarafın da kadın olması mahpusların bazı konuları çok daha rahat dile getirmelerini sağladı.
Çok farklı hayatlarımız olsa da hayatı kadın olarak kat etmek birçok alanda aramızdaki mesafeyi kapatarak anlatılanların anlamını ve duygusunu idrak etmemizi sağladı. Bazı görüşmeleri bitirmek, birbirimize hoşçakal demek gerçekten zordu. Görüşmenin bitmesi, biraz da büyünün bozulması ve gerçeğe dönmek gibi oluyordu. Çünkü o son cümleler edildikten sonra biliyorduk ki, görüştüğümüz mahpus koğuşuna dönecek, kapı üzerine kapanacak, ama biz dışarıya çıkacaktık.
İçeri girer girmez ilk gözlemleriniz neler oluyordu?
Seçil Doğuç : Bizler için pazartesi sabahları hapishane yolu demekti. Nasıl ki hapishane personeli bizim gidip gelmelerimize bir süre sonra alıştı, bizim de orada olmaya alışmamız zaman aldı.
Ana kapının önüne geldiğimizde içeri girmek için acele etmiyorduk mesela. Bazen ekipten birimizi beklemek gerekiyordu, bazen dışarıdaki kantinden bir çay ya da kahve alarak “ısınmaya” çalışıyorduk. Demir dış kapıdan geçtikten sonra çeşitli arama ve taramalardan geçmek üzere için ziyaret kabul bölümüne geçiyorduk. Bu biraz da başka bir evrene geçme ritüeliydi.
Ardından idari bölümde genelde psikososyal servis personelinin odasında karşılanıyorduk. Gündelik hal hatır sormaların ardından o gün yapacağımız anket ve mülakatlar için kütüphaneye ya da boş sınıflara yönlendiriliyorduk. Koridorlar pembeye boyalıydı, bazen karşımıza anneleriyle kalan ve kreşe götürülen cıvıl cıvıl küçük çocuklar çıkıyordu.
Öte yanda ise bir yerden diğerine giderken art arda açılıp kapanması gereken demir kapılar, parmaklıklar ve dikenli teller insanı alışması zor klostrofobik bir atmosfer içine sokuyordu.
Bu ses ve görüntülere belli kokular eşlik ediyordu. Rutubet, yemek kokusu gibi. Alıştığımız dünyaya benzemeyen ama tam da onun gibi tezatlarla dolu bir hayatın sürdüğü bir dünya izlenimi veriyordu.
Siz oradan döndüğünüzde ne hissediyordunuz? Nasıl etkileniyordunuz?
Seçil Doğuç : Bunu tarif etmek biraz güç. Tüm gün yaşanan duygular ne kadar yoğun ve çeşitli olursa olsun araştırmacı olarak orada bulunduğumuz süre içinde bu duyguların serbestçe akmasını ya da dışa vurulmasını engellemek durumundaydık. Çıkışta bu birikmiş duygulara kulak kesilmek, bize ne söylediklerini anlamaya çalışmak da işin bir parçası ve zorluğu.
Zira bu duygularla, tüm gün görüp dinlediklerinizle ilişkilenmek, toplumsal hayatın işleyişine ve kurumlara dair sorgulamaların yanı sıra kendi kişisel yaşantınız, değerler sisteminiz, çok sıradan gibi duran bazı kanılarınızı da sorgulamayı getiriyor. Saha yapılmış bir günün sonunda tanıştığımız, zihnimizde konuştuğumuz kadınlar ve bizimle paylaştıkları hikâyeleriyle dolu bir kaç gün geçiriyorduk.
Kadınlar açısından "dört duvar"
Gelelim “Dört Duvar Kadına Ne yapar?” O koşullar, cezaevi kadınları nasıl etkiliyor?
Seçil Doğuç: Kitabın başlığını mülakat yaptığımız kadınlardan duyduğumuz bir kalıptan yola çıkarak koyduk. Kadınlar hem hapsedilmenin onlar üzerindeki etkisine hem de tüm bu koşullarla baş etme becerilerine referansla bu soruyu soruyorlardı. Dört duvarın hem çok şey yapabileceğini hem de yapabileceklerinin sınırlı olduğunu, bir kadının içinde bulunduğu koşullara rağmen benliğini ve kadınlığını koruyabileceğini, yaşama tutunup üretmeye devam edebileceğini ifade ediyor bu soru.
Kadınlar için hapsedilmenin dayanması en zor acılarının başında aile ve çocuklarından ayrı kalmak, özgürlüğünü kaybederek kapatılmak ve mahpus statüsünün getirdiği kısıtlamalar ile hor görülmek ve kötü muameleye maruz kalmak geliyor. Bunları fiziksel ve ruhsal sağlık sorunları ile maddi sıkıntılar izliyor.
Dışarıda kalan yakınları, aile üyeleri ve başta çocuklarına dair kaygılar ve üzüntüler kadınların yaşadığı sıkıntıların önemli bir kısmını oluşturuyor.
Bu sıkıntılar hapishane öncesi yaşamlarından getirdikleri travmatik deneyimlerin etkisi, çeşitli psikolojik sorunlarla birleşince hapishane yaşantısına adaptasyonu daha da zorlaştırıyor. Kadınların anlatılarında ağır bir çaresizliğin, umutsuzluğun ve ruhsal çöküntünün izleri çok belirgin olarak karşımıza çıkıyor.
Zamanla baş etme biçimlerine yansıyor bu durum. Çeşitli meşguliyetler yaratarak zaman öldürmek kadar uyku ilaçları ve antidepresanların eşlik ettiği ve uykuda ve televizyon karşısında geçen zamanı uyuşturmak da yaygın baş etme biçimleri kadınlar arasında.
Öte yandan kurumun fiziki koşulları, fiziksel ve ruhsal sağlığın korunması ve sağlık hakkına erişimdeki çok yönlü engeller ve eksiklikler kadınların hapsedildikleri süre içinde sağlıklarını koruyamadıkları ve genel durumlarının kötüleştiği izlenimini veriyor. En azından kadınlar hapsedilmenin sağlıklarına mal olduğu duygusunu yaygın olarak yaşıyor.
"Kadınların ihtiyaçları farklılık gösteriyor"
Bulgularınızda araştırmanızın sonuçlarından biraz daha söz eder misiniz?
İpek Merçil : Araştırmamızın önemli bulgularından bir tanesi kadınların gözaltına alındıkları andan cezaevinden çıktıkları ana kadar geçen süreci erkeklerden farklı şekillerde yaşadıkları idi.
Kadın mahpusların pek çok konuda ihtiyaçları erkek mahpuslardan farklı ve daha çeşitliydi. Yaşlı bir kadın mahpusun, doğurganlık çağında olan bir kadın mahpusun, çocukları yanında olan veya çocuklarından ayrı olan kadın mahpusların, menopoza girmiş bir kadın mahpusun farklı ihtiyaçları vardı.
Öncelikle, araştırma sırasında görüşme yaptığımız kadın mahpusların pek çoğunun hayatlarında, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ve cinsiyetlerinden kaynaklanan ayrımcılığın izleri olduğunu ifade edebiliriz.
Kadınların kendilerini cezaevine getiren eylemler ile ilişkilenmelerinde kendileri kadar toplumun da sorumluluğu vardı. Kadınlar cahilliğe, erken yaşta eğitim hayatını terk etmeye mecbur bırakılmış erken yaşlarından itibaren karşılaştıkları zorla evlilik, çok eşlilik, erken doğum, aile içi şiddet, cinsel taciz ve tecavüz gibi çeşitli şiddet şekillerine maruz kalmışlardı.
Bütün bu etkenler kadınları genç yaşlarında veya çeşitli mahpusluklar ile bölünmüş bir hayat ile tanıştırmıştı. Kente göçle birlikte kent yaşamının karmaşıklığı karşısında donanımsız kalan kadınlar daha kolaylıkla suçla ilişkili eylemlere yönelmişlerdi.
Cezaevinde ise birçoğu psikolojik sıkıntılar yaşayan, geçmiş travmatik deneyimlerin izlerini halen ruhlarında barındıran, okullaşma seviyesi düşük, hapsedilmelerinin neticesinde ailevi bağlarında kırılmalar yaşayan ve destek görmeyen kadın mahpuslara ihtiyaç duyabilecekleri psikolojik destek, hapishaneden çıktıktan sonra kendi ayakları üzerinde durmalarını sağlayabilecek eğitim programları, mesleki formasyonlar sağlanmadığını tespit ettik.
Kadın mahpusların kendi aralarında oluşturduğu cezaevi kültürü erkek mahpuslarınkinden farklıydı. Bu farklılık kadın cezaevlerinde mahpusların kullandığı odalara ve ortak alanlara da yansımaktaydı. Kadın mahpusların odaları çeşitli süslemeler ve düzenlemelerle ev içine benzetilerek evcilleştirilmekte, koğuşun ortak alanlarının tekinsizliğine karşı bir sığınma ve yakınlık alanı olarak kurulmakta olduğunu gözlemledik.
Yine belirli günlerde – bayram, ramazan - kantinden alınarak ikram edilen atıştırmalılar mahpusların dışarıdakine yani kendi evlerindekine, mahallelerindekine benzer bir kadın sosyalliğini yaşamalarına fırsat vermekteydi.
"Kadınları hapsetmenin sosyal maliyeti yüksek"
Cezaevindeki kadınlar en çok nasıl sorunlar yaşıyor?
İpek Merçil : Kadınların hapsedilmeleri üzerine çalışan pek çok araştırmacı mahpus kadınlar için en büyük zorluğun çocuklarından ayrılmak olduğu konusunda hem fikirdirler.
Bu nedenle kadınları hapsetmenin sosyal maliyeti çok daha yüksektir. Kadınlar hapsedilmelerinden önce ailelerinin en önemli duygusal ve maddi destek kaynağı oldukları için hapsedilmeleri çocuklarının hayatlarını babaların hapsedilmesine göre daha büyük bir oranda değiştirir.
Bizimle görüşen mahpuslardan çocuğu olanların yüzde 81’i cezaevine girmeden önce çocuklarıyla birlikte yaşıyorlardı. Bazıları çocuklarına hem annelik hem babalık yapıyorlar, ailelerinin sorumluluklarını tek başlarına üstleniyorlardı. Annelerin mahpusluğunda çoğunlukla aile birliği bozulmakta, çocuklar farklı yakınlara emanet edilmektedirler.
Kadın cezaevleri ile erkek cezaevleri arasındaki en önemli fark kadın cezaevlerinde anneleriyle birlikte kalan 0-6 yaş arasındaki çocukların varlığı.
Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nde araştırmamıza başladığımız zaman anneleriyle birlikte kalan 0-6 yaş arasında 50 çocuk bulunuyordu.
Türkiye’nin en büyük kadın cezaevi olmasına rağmen Bakırköy Kadın Cezaevi çocuklarıyla birlikte kalan kadınlara ev sahipliği yapmak üzere düzenlenmemişti.
Cezaevi toplumsal cinsiyet ve çocuk dostu olarak inşa edilmemişti. Anneleriyle birlikte kalan çocukların bakımları için gerekli olan pek çok teçhizat – bebek yatağı, mama ısıtıcısı, oyuncak- cezaevinde bulunmuyordu. İmkânı olmayan anneler için mama ve yeterli sayıda çocuk bezine ulaşmak çok zordu.
"Cezaevi sonrasını destekleyecek mekanizma yok"
İster çocukları yanında olsun, ister dışarıda yakınlara veya Sosyal Hizmet Kurumlarına emanet edilsin anne olan mahpuslar için en önemli sorun anneliğin icrasında karşılaşılan zorluklardır.
Türk cezaevlerinde kadınların cezaevi sonrası toplumla yeniden kaynaşmalarını teşvik edecek ve kolaylaştıracak faktörlerden biri de olan anneliği destekleyecek bir yapı ve düzenleme bulunmuyor.
Önemli sorunlardan bir diğeri de mahpusların aile ve sevdikleri ile ilişkilerinin cezaevinde oldukça kısıtlanmasıdır. Sevgi, şevkat, cezaevinde en az bulunan duygulardır.
Aileleriyle, eşleriyle bu paylaşımları yapamayan mahpuslar fiziksel ve ruhsal anlamda bu çok kalabalık ortamda yalnızlık çekerler. Bu bağlamda cezaevi duygusal çöle benzer. Can sıkıntısı, diğer mahpuslarla zorunlu birliktelik ve mahrumiyet yoksunluğu hapsedilmenin ek sıkıntılarıdır Kadınlar bu sıkıntıları erkeklerden daha ağır şekilde yaşarlar.
Ayrıca mahpus kadınlar adalete, sağlık hakkına, eğitime ve mesleki formasyona erişimde de çeşitli sorunlar ve engeller yaşarlar.
Çözümler, öneriler
Sizin bu konuda çözüm anlamında bir gözleminiz oldu mu?
İpek Merçil : Elbette, öncelikle 0-6 yaş çocukların anneleriyle birlikte cezaevinde kalmalarını kolaylaştıracak cezaevi koşullarının sağlanması lazım. Çocuğun yüksek yararı göz önünde bulundurularak mahpus annelerin çocuklarıyla birlikte kalabilecekleri ayrı birimler oluşturulmalıdır.
Bu birimlerde kalan kadınların maddi ve manevi olarak STK’ler tarafından desteklenmesi ve cezaevi içerisinde ihtiyaç duydukları profesyonel yardımı (psikolog, pedegog, çocuk hekimi) alabilmeleri gerekir.
Bireyliği ve özerkliği yıkan cezaevi dünyasında annelik kadınların kişisel olarak hayatta kalmalarını, gelecek hayalleri kurmalarını, cezaevi koşullarına dayanmalarını ve cezaevi çıkışında topluma yeniden katılmalarını kolaylaştırır.
Cezaevinden çıkan kadınlarında topluma yeniden katılımlarını kolaylaştıracak programlar yaratılmalıdır. Kadın STKlarının bu konularda daha fazla proje üretmesi gerekir.
Kadınlar cezaevinden çıktıktan sonra onları cezaevine getiren yaşam koşullarına dönmelerini engelleyecek destekleri içeren programlar oluşturulmalıdır.
Ayrıca araştırma bulgularımız arasında yer aldığı gibi cezaevi öncesindeki erken yaşta eğitim hayatını terk etmeye, evlenmeye mecbur bırakılmış, çeşitli şiddet biçimlerine maruz kalmış kadınların mahpuslukları sırasında daha çok psikolojik desteğe, eğitime ve mesleki formasyona ulaşmaları sağlanmalıdır.
Neredeyse on yıl önce yapılmış bu çalışmayı kitap olarak yayınlama fikri nasıl oluştu?
İpek Merçil : Kitabı yayınlama fikri hep vardı. Biz bu araştırmaya Anadolu kadın cezaevlerinden bazılarını da eklemeyi düşünüyorduk. Özellikle kadın ve erkeklerin aynı cezaevi içerisinde farklı binalarda kaldıkları durumlarda kadınların mahpusluk şartlarını değerlendirmek fikrindeydik.
O dönemde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bizim araştırmamız ile ilgilendi ve bize fon sağlamayı kabul etti. Ancak araştırma sonuçlarını yayınlamak ya da bilimsel toplantılarda sunmak da dahil olmak üzere her türlü üçüncü kişiler ile paylaşım söz konusu olduğunda kendilerinden izin almak zorunluluğunu içeren bir etik sözleşme imzalamamızı istediler. Biz bu şartı kabul etmedik ve araştırma devam edemedi. Böylece epey zaman kaybetmiş olduk.
Daha sonra başka fon arayışlarımız da sonuçsuz kaldı. Barış Akademisyenlerinin yargılanma sürecinde ise kitabımızı yayına hazırlayacak gücümüz ve enerjimiz yoktu. Böylelikle zaman geçti. Bu arada cezaevleri araştırmacılara kapandı ve bizimkine benzer bir yayın da ortaya çıkmadı.
Biz hem bizden sonra bu zor sahada çalışacak – umuyoruz bir gün- araştırmacılara bir kaynak bırakmak hem de bize emanet edilen kıymetli anlatıları gün yüzüne çıkarmak ve seslerini hiç duyamadığımız adli kadın mahpusların hikâyelerini topluma ulaştırmak için kitabımızı yayınlama kararı aldık.
İkinci kısım kadın infaz koruma memurları
Yeni çalışmalar gelecek mi?
İpek Merçil : Şu anda cezaevleri araştırmacılara kapalı olduğu için yeni çalışmalardan bahsetmek biraz zor görünüyor. Ben bu duruma kendimi uyarlayarak mahpus yakınları üzerine çalıştım. Bu konuda Toplum ve Bilim Dergisi’nin 154.sayısında bir makalem çıktı. Bir de kitabımız ikinci baskısını yaparsa araştırmamızın ikinci kısmını yani kadın infaz koruma memurlarıyla ilgili bölümünü ekleyeceğiz.
Son olarak ne söylemek istersiniz?
İpek Merçil : Ceza ve Tevkifevleri konusunda hak temelli başarılı uygulamaların hayata geçirilebilmeleri araştırma kurumlarının, üniversitelerin ve sivil toplum kuruluşlarının işbirliği ve desteği ile mümkündür. Bu sürece araştırma kurumları ve üniversiteler yaptıkları araştırmalar, kurum çalışanlarına verdikleri eğitimler ile sivil toplum kuruluşları ise mahpuslara ve çalışanlara sağladıkları destekler ile dâhil olabilirler. Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü bu işbirliğinin sağlanması için gerekli çabayı göstermeli en azından cezaevinde çalışmak, proje sunmak isteyenlere destek olmalıdır.
(EMK/AS)