Savaşın tarihi aynı zamanda, düşmanı yanıltma yöntemlerinin de tarihini oluşturmaktadır. Bundan 2 bin 400 yıl önce, bugünkü dezenformasyonu andırır biçimde Çinli savaş felsefecisi Sun Tzu şöyle diyordu: "Yakınına saldırmak üzereyken, uzağa gidiyormuş gibi, uzağa saldırmak üzereyken yakınına gidiyormuş gibi davran".
Haber endüstrisi ve demokratik haklar
Bugün iletişim araçlarının vardığı nokta, dünyanın bir diğer ucundaki görüntünün evimize ulaşabilmesi, 24 saat boyunca yayın yapan yerli ve yabancı onlarca televizyon kanalının varlığı ve en önemlisi canlı yayın teknolojisinin gelişimi kuşkusuz üretilen haber ve bilgi miktarının artmasını sağlamıştır.
Ne var ki, ülkemizde ve dünyada olup bitenden, ulusal ve uluslararası düzeyde yürütülen politikalardan haberdar olmamızı, dolayısıyla bir kanaat edinip demokratik haklarımızı bilinçli bir biçimde kullanmamızın imkanlarını yaratan bu haber ve bilgi endüstrisinin gelişimi, yanlış -ve yanıltıcı- bilgi miktarını da aynı oranda arttırma imkanını sağlamaktadır.
Körfez Savaşı ya da CNN War
20. Yüzyılda yaşadığımız belli başlı savaşların her birine, kendi döneminin olanaklarına bağlı iletişim araçları ve iletişim süreleri tekabül etmektedir.
Örneğin Birinci Dünya Savaşı'nda günlük gazeteler ve yeni yeni gelişen haftalık sinema-haber bültenleri hakimken, İkinci Dünya Savaşı'nda canlı yayın radyo önemli bir rol oynar. Televizyon ise ilk kez Vietnam Savaşı sırasında bir savaşın canlı yayın ile kısmen aktarımını sağlayabilmiştir.
Körfez Savaşı -ki birçok açıdan yeni bir dünya düzeninin habercisidir- 24 saat boyunca tüm dünyaya, anında görüntüleri ve bilgileri iletilen ilk savaş olmuştur. Bu savaşın "CNN War" (CNN Savaşı) olarak da anılması, yüzyılın başından itibaren deniz, kara ve hava cephelerinin yanında bir dördüncü savaş cephesi oluşturmaya aday iletişim cephesinin, bundan böyle diğerlerinin önüne geçtiğinin bir kanıtıdır (Virilio,1991).
Artık savaşlar, -bugüne kadar sırasıyla Körfez, Kosova ve Afganistan savaşları- büyük oranda jeofizik ortamdan, elektromanyetik dalgaların yayıldığı mikrofizik ortama kayıyor, ve kitle imha silahlarının yok edici gücüne kitle iletişim silahlarının "yaratıcı" gücü ekleniyordu. Dünyanın hakim güçlerinin elindeki bu iletişim araçları, adeta tanrısal bir yetenek olan "gerçekliği yeniden yaratma" imkanını sağlıyordu.
Barbarlar...
Bir savaşın gerçekliğinin yeniden kurulması sürecinin belki de en önemli halkası, gereken kamuoyunu oluşturabilmek için düşmanınızın aslında herkesin düşmanı olduğu kanaatini yaymaktır. Her bir savaş, kitlelerin onayına ihtiyaç duyduğu ölçüde, mantıksal ya da ahlaki açıdan doğru kılınmak, yani savaşılacak düşmanı, uğruna savaşmaya değecek kadar kötü göstermek durumundadır.
Haliyle düşmanınız mutlak kötülüğü temsil ettiği sürece size de, mutlak iyiliğin rolü düşer. Bu doğrultuda, on yıl zarfında yaşadığımız ve ABD önderliğindeki Batı'nın taraf olduğu üç büyük savaşta, sırasıyla Saddam, Miloşeviç ve Usame Bin Ladin'in temsil ettiği düşmanın canilikleri, -sanki yetmiyormuş gibi- alabildiğine abartılmıştır.
Örneğin, Körfez Savaşı sırasında Saddam'ın vahşetini gözler önüne seren bir röportaj yayınlanır. Kuveyt'te genç bir hemşire, Iraklı askerlerin hastaneye girip, yeni doğmuş bebekleri yere atıp, yattıkları kuvözleri nasıl çaldıklarını anlatır. Daha sonra hemşirenin Washington'daki Kuveyt Büyükleçisi'nin kızı olduğu ve olayın baştan aşağı uydurulmuş olduğu ortaya çıkar (Ramonet, 2000).
ABD bombaları altında ölen sivil görüntüleri, kaçınılmaz biçimde ekrana yansıdığında ise, derhal bir üst düzey yetkili, canlı bağlantıda, Saddam'ın uluslararası koalisyonda çatlak yaratmak için kendi halkını bile askeri hedeflere yerleştirmekten çekinmeyen bir diktatör olduğu açıklamasını yaparak, kendi günahlarını düşmanın hesabına yazar (Özkan, 1991). Herkes tarafından bilinen "petrole bulanmış kuş görüntüsü" de, bazı uzmanların, o cinsin Irak'ta yaşamadığını ortaya çıkarana kadar Irak karşıtı bir propaganda olarak kullanılır (Breton-Proulx, 1996).
Kosova Savaşı sırasında, ABD Savunma Bakanı, bir televizyon programında silah taşıyacak yaşta 100 bin kişinin kayıp olduğunu bunların öldürülmüş olabileceğini açıklar. Amerikan Devlet Bakanlığı ise "500 bin Kosovalı Arnavut kayıp, öldürülmüş olmalarından korkuyoruz" açıklamasını yapar. NATO savaştan sonra 10 bin Arnavutun öldürüldüğünü iddia eder. Fakat bombalamalar sona erdikten sonra ölü sayısını ve savaş suçlarını araştırmak için üzere Kosova'ya giden Yugoslavya için Uluslararası Ceza Mahkemesi, yaptığı incelemeler sonucu 2108 ceset bulur! Yakınları tarafından kayıp olduğu bildirilen kişi sayısı ise 4266. Basının haftalarca sözünü ettiği kitlesel toplu mezarlara, tecavüz kamplarına ve çeşitli uzuvları kesilmiş cesetlere ise rastlanmamıştır. Kuşkusuz Sırp milisleri tarafından kapsamlı ve gaddar bir etnik temizleme harekatı gerçekleştirilmiştir -ki bu aslında NATO bombalamalarından sonra şiddetlenmiştir- ancak inandırılmak istendiği gibi bu bir soykırım olmaktan çok uzaktır (Halimi-Vidal, 2000).
11 Eylül'de gerçekleşen korkunç saldırısı sonrasında da ölü sayısı konusunda 40-50 binlerden bahsediliyordu, ardından bu rakam 20 bine, 6 bine, sonra 5 bine düştü. Son bulgulara göre 3 bin 150 civarında ölü tespit edilmiş. Kuşkusuz bu rakamlar dahi tüylerimizi ürpertmeye yeter. Ama medyaya yetmez! Sansasyon haberciliğinin tutkunu medya, bir de vatansever bir propagandacılığa soyununca yaratıcılığının sonu gelmiyor. Ancak, medyanın da günahını almamak gerekir, tüm yalan haberlerden onu sorumlu tutmamalıyız.
Yalandan muhafızlar ve gerçek
Kimi zaman da doğrudan resmi kurumlardan gelen kurmaca-haberler vardır. Ne var ki burada da medya, çoğu kez resmi kaynaklı haberleri, doğruluğu konusunda hiçbir şüphe belirtmeden olduğu gibi yayınlamaktadır. Afganistan Savaşı sırasında da yalan haberlerin ortalıkta dolaşacağı önceden açıklanmıştı.
Bir üst düzey yetkili, adının yayınlanmaması koşuluyla Washington Post gazetesine verdiği bir demeçte şunları söylemişti: "Bu, şimdiye kadar görülenlerden çok farklı, tahayyül sınırlarını zorlayacak kadar fazla enformasyon-yoğun bir savaş olacak... Elbette bilgi verirken yalan da söyleyeceğiz...".
Savunma Bakanı Rumsfeld de, "Bakanlığınız bilerek yanlış bilgi verecek mi?" sorusuna Churchill'in ünlü sözüyle cevap vermişti: "Savaş zamanında gerçek o kadar değerlidir ki, yalandan muhafızlarla çepeçevre korunması gerekir."
Nitekim 11 Eylül'ün ardından Pentagon, Orwell'in ünlü romanı 1984'deki düşünce denetim sistemlerini aratmayacak bir Stratejik Etkileme Bürosu kurar. International Herald Tribune gazetesine göre, bu büronun amacı "Düşman devletlerin olduğu kadar dost ülkelerin de siyasi yöneticilerini ve kamuoyunu etkileyecek" yalan haberler yaymaktır. Ancak dezenformasyonun bu denli örgütlenmesi ve alenileşmesi, ABD'ye dahi fazla gelmiş olacak ki, söz konusu büro şubat ayı sonunda kapatılır (Ramonet, 2002).
Bu yalanların en başında, uçakları kaçırmadan önceki gece teröristlerin kaldıkları otelde pizza yiyip porno film seyrettikleri haberi gelir. Bu haber önce ciddi sayılabilecek Batı gazetelerinde ardından da Türkiye medyasında kanıtlanmış bir bilgiymişçesine yer almıştır. Cihat adına gerçekleştirecekleri ve başarılı olduğu taktirde ölecekleri bir eylemin öncesinde köktendinci militanların, kendi inançlarına son derece aykırı bir eğlence gecesi düzenlemiş olabilecekleri fikri kuşkusuz, en basit mantık yürütmesiyle dahi çürütülebilir. "Karar alıcı mertebe"lerde bulunanlar da bunu fark etmiş olacaklar ki bir hafta sonra aynı gece konusunda bir başka bilgi dolaşıma sokulur: "Korsanlar ölüme rehberle gitmiş... ABD'de 11 Eylül saldırılarında kullanılan dört yolcu uçağını kaçıran 19 hava korsanının, intihar eylemlerinden önceki geceyi nasıl geçireceklerine ilişkin talimatlar ve çeşitli dualar içeren bir 'ölüm rehberi'ne sahip oldukları ortaya çıktı".
Medya bu iki çelişkili bilgiyi doğruluğu kanıtlanmış birer haber olarak vermekte sakınca görmez. Nasıl olsa, ilginçlik açısında her ikisi de iş yapar nitelikte, ve de tabi ki "barbarlığa" karşı savaşan "uygar dünya"nın çıkarlarının leyhine...
...ve Uygarlar
Ne var ki medya sadece söyledikleriyle değil söylemedikleriyle de yeni bir gerçeklik yaratır. Savaşları "demokratik", "etik" hatta "insani" amaçlarla yürüten bir "Uygar Batı Dünyası" mitinin yaratılmasının başlıca aracı, Gramsci'nin organik aydınlarının görevini devralmış bulunan medyadır, kuşkusuz. Düşmanın, zaten yeterince vahşi olan "barbarlıklarını" ballandıra ballandıra ve çoğu zaman abartarak aktaran "organik" medya, sıra sözcülüğünü yaptığı gelişmiş Batı uygarlığının günahlarına gelince, "sessiz kalma hakkını" kullanmaktadır sanki...
Örneğin, Kosova Savaşı sırasında, kanser vakalarına yol açan ve nükleer atıklardan yapılan azaltılmış uranyumlu cephaneler kullandıklarını kabul eden bir NATO generalinin bu açıklaması naklen yayında -kaçınılmaz olarak- yayınlanmasına karşın, bir sonraki yayın için CNN bu bölümü kesmeyi tercih etmiştir.
Yahut tüm Batı medyası tarafından "özgürlük savaşçısı" ilan edilen Arnavut milisi UÇK'nın uyuşturucu çeteleriyle ilişkisi olduğundan veya tıpkı Kosovalıları topraklarından süren Sırplar gibi, onların da Kosova'da yaşayan 200 bin civarında Sırp ve Çingene'yi sürdüğünden hiçbir kanalda söz edilmemiştir (Chiclet, 1999).
"Hepimiz Amerikalıyız" başlığını atmıştı ciddi Le Monde gazetesi, 11 Eylül saldırılarının ertesi günü. Ve bu cümle tüm Fransız medyası tarafından sahiplenilerek sayısız kez tekrarlanacaktı. Bunun saldırıların sivil kurbanlarıyla bir dayanışma olduğunu düşünebiliriz. Fakat neden sivil kaybı bakımından çok daha feci olan, 100 binin üzerinde sivil Iraklı'nın öldüğü Körfez Savaşı sırasında "hepimiz Iraklı" olmadık?
Veya biraz daha geriye gidersek, Amerika'nın kimi zaman aracılar -tıpkı Saddam veya Miloseviç gibi yerel diktatörler- kullanarak, kimi zaman da bizzat kendi gerçekleştirdiği harekatlarda ölen, Hiroşima ve Nagazaki'deki 250 bin insan (1945), Endonezya'daki 1 milyon kişi (1965), Laos ve Kamboçya'daki 1 milyon insan (1970-75), Şili'deki 30 bin insan (1973) ve daha milyonlarca Guatemalalı, Vietnamlı, Arjantinli, Lübnanlı, Panamalı...vs için aynı özdeşleşme yaşanmadı? Gilbert Achcar bunu "narsisist bir merhamet" duygusu ile açıklar.
Bu, bir vahşetin kurbanı olan her insana karşı duyulması gereken meşru merhametin ötesinde, ancak kendi benzerinizin başına gelenlere üzülmektir -buradaki ortak kimlik "gelişmişlik" yahut "batılılık" olarak görülebilir. Bunun ardında yatan ise, ve aslına bakılırsa ırkçılığa çok kolay bir geçiş sağlayan "bizim"kilerin hayatının "öteki"lerinkinden daha değerli olduğu düşüncesidir. (Achcar, 2002).
11 Eylül gibi caniyane bir eylemin üçüncü dünya ülkelerinde bir ölçüde sempati ile karşılanmasının sebebi "araştırılırken", Amerikan dış politikasının milyonlarca kurbanı ile bir bağlantı kurmak o kadar zor muydu? Tabi ki değildi, ancak tüm bu barbarlıkları hatırlatmak - daha doğrusu açıklamak-, büyük çabalarla inşa edilmiş ve halen edilmekte olan "insanlık adına savaşlar yürüten Batı" mitinin temellerini sarsabilirdi.
Gazeteciliğin temel ilkesi olan "tarafsızlık" bugün egemen güçlerin çıkarları leyhine ayaklar altına alınmakta. Görevi, her yaşanan çatışmanın gerçek nedenlerini araştırmak ve aktarmak olan kitle iletişim araçları, ne yazık ki eleştirel düşünceye en fazla ihtiyacımız olduğu anlarda, bir propaganda aracı işlevi görmeyi tercih etmektedir. Haberciliğin, her bilgiye -özellikle de iktidarların resmi kaynaklarından gelenlere- şüpheyle yaklaşma görevi, bugün artık televizyon izleyicisi ve gazete okuyucusu olan bizlere düşmektedir. (BB)
Kaynaklar:
* Achcar Gilbert, "Barbarlıklar Çatışması", Sahibini Arayan Barış, der: Masis Kürkçügil, Everest yay., İst., 2002.
* Breton Philippe, Serge Proulx, L'Explosion de la Communication, Paris, La Découverte, 1996.
* Chiclet Christophe, "Aux Origines de l'Armée de Libération du Kosovo", Le Monde Diplomatique, Ağustos, 1999.
* Halimi Serge, Dominique Vidal, L'Opinion ça se travaille...(Les médias, l'OTAN et la guerre du Kosovo), Agone Contre-Feux, 2000.
* Özkan Akdoğan, "Savaş ve Medyanın Gör Dediği", Birikim, sayı no:23.
* Ramonet Ignacio, Medyanın Zorbalığı, Om yay., İst., 2000.
* Ramonet, I., "L'Axe du Mal", Le Monde Diplomatique, Mart 2002.
* Virilio Paul, L'Ecran du Desert, Chronique de Guerre, Galilée, 1991.
* www.medyakronik.com
* U.Uraz Aydın, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Genel Gazetecilik Bölümü Araştırma Görevlisi
*Vurgular Bianet'e aittir.