Gaz vermekle olmuyor
Her milli takım kampında boy gösterip, sporculara "gaz vermekte" üstüne kimseyi tanımadığım spordan sorumlu devlet bakanı ve başbakan yardımcısı Mehmet Ali Şahin, gitgide artan ve spor dünyasının klasiği haline gelen doping olayları karşısında etkisiz kalmakta da bir o kadar usta belli ki.
Hani atletizmde tel tel dökülürken, pistlere bir "güneş gibi doğan" ve medyanın ilgi odağı haline gelen Süreyya Ayhan Kop, beklenmedik bir anda dopingli çıkınca başımızdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Yöneticiler bu konuya ilgi göstermiş ve görece sert bir tutum takınmış gibi görünseler de, aslında ataerkil spor yönetimi, medyayı peşine takarak kadın atletin üzerine gitmekte gecikmemiş, gereken sert tepki bizzat Gençlik ve Spor Genel Müdür vekili tarafından verilmişti.
Doping skandalları bir birini kovalıyor
Sonra sırasıyla aklınıza gelebilecek tüm spor dallarında doping skandalları birbirini takip etti. Özellikle futbol hariç dünya çapında yıldız yetiştirmekte başarılı olamayan Türkiye'nin "yüz akı" halterde doping haberleri, bu sporun "hastası" olan izleyiciyi düş kırıklığına uğrattı. Dünya ve olimpiyat şampiyonu rekortmen halterci Halil Mutlu ve takım arkadaşları beklenmedik bir şekilde dopingli çıkıp (ve/veya numune vermekten kaçıp) memleketin ufkunu karartınca, yöneticiler belki şapkayı önlerine koyup düşünme fırsatı bulmuşlardır.
Beklenmedik cehalet
Halil Mutlu gazetecilere, uzun bir süre konuşmadı. Ne zaman ki son numune de pozitif çıktı, sıra takım içindeki huzursuzlukları, başarıların yol açtığı kıskançlıkları ifşa etmeye geldi. Dün gece bir televizyon programında izlemişsinizdir belki: Antrenörü Halil Mutlu'ya Bulgarlar'ın geliştirdiği ve doping maddesi ihtiva etmeyen yeni bir güç artırıcı ilacı tavsiye etmiş. Bizimki de -ki kendisi işin okulunda okumuş dünya çapında şöhretli bir sporcudur- araştırma gereği duymadan alıp hapı yutmuş. Meğerse neymiş, söz konusu yeni ilaç vücutta uzun süre kaldığında dopinge dönüşüyor, testler müspet çıkıyormuş.
"Başarımı kıskandı"
Antrenör bunu kendisine bilinçli olarak vermiş, "başarısını engellemiş". "Ben doping ilacı almam" diyordu Mutlu, altını çizerek söylüyordu; "Ben ahlaklı bir sporcuyum." Ancak ahlak ve saflık başarı hırsına karışınca tehlikeli oluyormuş demek ki. Demek ki iki yıldır ısrarla söylediğimiz şey doğruymuş: Spor yönetimi sürekli sınıfta kalıyormuş, yetkililerden ses çıkmıyor, siyasi sorumluluğu üstlenmesi gerekenler dut yemiş bülbüle dönüyormuş.
Yönetimde acz
Saman alevi gibi parlayıp sönen başarıların bir türlü istikrara kavuşamaması, sportif yeteneklere sahip gençlerin devlet eliyle heba edilmesi tehlikesini beraberinde getiriyor. Olimpiyatlarda kazanılan toplam madalya sayısı diğer ülkelerle kıyaslandığında ortaya çıkan tablonun ürkütücülüğü karşısında yöneticilerin içine düştükleri aczin tarifi zor.
Basketbol milli takımının Sırbistan-Karadağ'daki Avrupa Şampiyonası'nda uğradığı başarısızlığı bir hatırlayın. Kadrosunda üç NBA oyuncusu, iki de NBA kariyeri bulunan yıldız barındıran basketbol takımı da "ekip" olamadı. İzlediniz mi bilmem ama benim izlenimim şu: Eğer bir takım, takım hüviyetini kazanamamışsa, basketbolcular birbirinden nefret edip sürekli tartışıyor, soyunma odasında birbiriyle kavga ediyorsa o zaman ülkenin spor politikalarını yönetmek ve yönlendirmekle sorumlu "siyasi karar alıcılar" çuvallamış demektir.
Son olarak yine uluslararası müsabakalara hazırlanan güreş milli takımının kampında gördüm Mehmet Ali Şahin'i. Komik bir fotoğraftı: Güreşçilerden biri bakanı kucaklamış, kleyi takıp devirmek üzereydi. Başbakan yardımcısı Şahin güreş kampında tuş olmuştu. Tıpkı basketbolda yenildiği, voleybolda fileye takıldığı, futbolda kendi kalesine gol attığı gibi.(BD/EK)