Sağlık Bakanı bunu ahlaki ve etik bulmadığını, katılanlar hakkında idari soruşturma açtıracağını söyledi. Üstelik söylediğini yaptı da...
Başbakan ise biraz daha agrasif davranarak hekimleri çıkarlarının peşinde oldukları için suçladı. Bu kadarla da kalmadı ve sanki tüm hekimler muayenehane sahibi, ya da tüm hekimler cerrahmış gibi düşünerek hepsini "bıçak parası" almakla suçlayarak bir anlamda hekimlere saldırdı. Bu eylemi kabul edilemez, hastaların haklarının bir ihlâli olarak niteledi, bir kişinin burnu kanarsa hesabının sorulacağını söyledi.
Şampiyon bakanlıklar
Eğri oturup doğru konuşalım. Vatandaşın sağlık hakkı anayasa tarafından güvence altına alınmış durumdadır. Ama vatandaşın sağlık hakkını ve hastalandıklarında yararlandıkları hakları ihlâl etme şampiyonluğu hâlâ sağlık, çalışma bakanlığıyla hükümetin elindedir.
Neredeyse 40 yıldır her yıl bu şampiyonluğu kazanıyorlar. Çünkü vatandaşın başta sağlık hizmetine ulaşma ve yararlanma hakkı olmak üzere sağlıkla ilgili tüm hakları sürekli olarak ihlâl ediliyor.
En büyük sorumlusu da hizmeti, planlayan, sunan ve denetleyenler yani hükümetler ve bakanlıklar. Örneğin nüfus son 25 yılda iki kat arttı. Ama hekimler dışında istihdam edilen sağlık çalışanı da, hizmet veren sağlık kuruluşu sayısında nüfusa oranla bir değişim olmadı. Örneğin sağlığa ayrılan bütçede bir farklılık söz konusu olmadı. Üstelik bu ihlâllerin çok azı soruşturulup, kovuşturuldu.
Vatandaş canından bile olur
Çünkü hükümet ve ilgili bakanlıklar yapmaları gereken işleri yapmadıkları zaman sorumlu olmuyorlar. Böyle hizmete ilişkin aksaklıklar ve eksiklikler nedeniyle her hangi bir soruşturmaya maruz kalmıyorlar.
Bir anlamda sınırsız bir "muafiyet"leri var. Anayasa dahil tanımlanmış hiçbir yazılı yasa ve düzenlemede bu sorumluluğun yerine getirilmemesi halinde kimlerin ve nasıl yaptırıma uğrayacağı konusunda bir düzenleme yok.
Vatandaş sağlık hizmetine ulaşamaz ya da yararlanamazsa canından, bedeninden olur. Ama bunun sorumlusu devlet ve onun icra organı olan hükümet olduğu halde icra organının hiçbir yetkilisi -başbakanından en alt düzeydeki bakanlık yetkilisine kadar- herhangi bir yaptırıma uğramaz.
Tazminatı kim ödüyor?
Açılan kimi hak arama davalarında bazen idare sorumlu olur ve devlet (buraya dikkat çekiyorum: Hükümet değil Devlet) bunun karşılığı bir tazminat öder. Ödenen bu tazminat devletin bütçesinden ödenir.
Yani cezanın kaynağı vatandaşın ödediği vergilerdir. Bir anlamda vatandaş cezalandırılmış olur. Ama bu eksikliği fark etmemiş, düzeltmemiş ya da gerekli önlemleri almamış olan bir daire müdürü bu işten sorumlu sayılıp, en azından bir para cezası bile ödemez.
Bu işlemle devletin ödediği tazminatla devlet zarara uğramıştır. Bu da sıradan bir vatandaş işlese ayrı ve başlı başına suçtur. Ama bunu bir yetkili ya da sorumlu işlerse çok geçmeden terfi, taltif hatta bulunduğu kademede yükselme gibi, dahası milletvekili bakan olmak gibi ödüllendirmelerle karşılaşabilir.
Oysa bu tür ihlâllere yol açan uygulamaların tümü hükümetlerin ve bu alandaki en üst icra organı olan bakanlıkların uygulamaları ve tasarrufları ile gerçekleşir.
Dokuz günlük tatil
Şimdi size bir örnek vermek istiyorum. Başbakan ve Bakan bir günlük iş bırakma eylemiyle sağlık çalışanlarının hizmet vermesine ara vermesini kabul edilemez bulurken, aynı kişilerin içinde yer aldığı Bakanlar Kurulu aldığı bir kararla Ramazan Bayramının içinde olduğu haftayı öncesi ve sonrasıyla "dokuz" günlük bir tatile çevirdi.
Dokuz gün acil sağlık hizmetleri dışında hizmetler duracak. Yatan hastaların aldığı hizmetler tatil günlerinde olduğu gibi "nöbet" ile karşılanmaya çalışılacak.
Altını bir kere daha çizmek istiyorum: Bu sağlıkçıların 5 Kasım'daki "bir günlük" eylemlerinde koydukları sınırlamalardan daha aşırı bir şekilde sağlık hizmetinin durdurulması anlamına geliyor.
Sağlık çalışanları 5 Kasım'da acil hastalar dışında, diyaliz hastalarına, kanser hastalarına, takibi sürekli olan yaşlı ve kronik hastalara, gebelere, çocuklara ve hizmet almak için ısrar eden kişilere sağlık hizmetlerinin verilmesine karar vermişler ve bunları grev eylemi dışında tutup, hizmetin gereklerini yerine getirmişlerdi.
Bakanlar kurulunun aldığı söz konusu kararla bayram tatili süresince yukarıda saydığım hizmetlerin hiç biri verilmeyecek. Bir anlamda tüm sağlık teşkilatı olarak ülke olarak toptan tatile çıkacağız.
Tatil kararını kimseye sormadılar
Bu kararı vatandaşa sorarak almadılar. Sağlık hizmeti alanların bu kararla ilgili en küçük bir talepleri olup olmadığını sormadılar. Her şeyi en iyi onlar bildiği, dahası yüzde 34 oylarıyla yüzde 100'e hükmetme hakkını kendilerinde gördükleri için bunu yapabiliyorlar.
Çünkü bu ülke henüz demokratik ve hukukun üstünlüğünün temel alındığı bir ülke değil. Üstelik bu noktada sağlık hizmeti sürekliymiş değilmiş hiçbir önemi yoktur. Ya da Sağlık Bakanı veya başbakanın sağlık hizmetinin kesintisiz sürdürüldüğünden haberleri yoktur.
Bu uygulamanın bir sonucu daha olacak: Örneğin özel sağlık kuruluşları bu kadar uzun süre kapılarını da kapatmayacaklar. Bir ticari kuruluş bu kadar uzun süre işlev dışı kalamaz. Dahası bazı sosyal güvenlik kuruluşları özel sağlık kuruluşlarından hizmet alabildikleri için kamu kuruluşlarının çalışmadığı bu günlerde hizmet talebi onlara yönelmesinden yarar bile sağlayabilirler. Böyle bakınca hükümetin ve bakanının kimin için orada durdukları anlaşılıyor.
Sağlık hizmetine ulaşma hakkı ihlal ediliyor
Oysa konu çok önemli ve ortada çok daha vahim bir durum söz konusu. Sosyal güvencesi olan ve herhangi bir kronik hastalığa yakalanmış ve belirli tedavileri kullanmak, ya da izlemeleri yaptırmak zorunda olan kişilerin sağlık hizmeti gereksinimlerinde tatil olmuyor. Onlar ilaçlarını almak, gereksindikleri hizmetleri kullanmak zorundalar.
Sosyal güvenlik kuruluşları onlara ilaçlarını belirli sürelerle veriyor. Bu süreler de genellikle haftalık olarak düzenleniyor. Dolayısıyla belirli bir kesim insanın bu 9 günlük sürede tedavi ve sağlık hizmetlerine ilişkin talepleri yanıtlanmamış olacak.
Bunun anlamı en azından bu süre içinde sağlık hizmetine ulaşma ve yararlanma hakkının ihlâlidir. İhlâle yol açan durum ise en üst icra organının söz konusu kararıyla ortaya çıkmıştır. Bu kararı almaya yetkili ama sonuçlarından sorumluluğu olmayan bir makamdır bu makamlar.
Tatil yüzde 20'ye
Amaç turizmi desteklemekmiş. Toplumun neredeyse yüzde 70-80'inin yoksulluk, yüzde 40'ının açlık sınırı altında olduğu bu ortamda kimler tatile çıkabilir?
Herhalde bu yüzde 80'lik kesim değil. O zaman bu tatil geri kalan yüzde 20 için ilan ediliyor. Onlar da iklim koşulları nedeniyle paralarını bu ülkede harcamayacaklar.
Dolayısıyla bu karar ülke ekonomisi için de değil. Peki kimin için? Bu sorunun yanıtı ne ise, bu hükümetin kimin hükümeti olduğu sorusunun yanıtı da aynı.
İşte gönül isterdi ki; nitelikli, eşit, ulaşılabilir ve ücretsiz bir sağlık hizmeti talebiyle grev yapan sağlıkçılar bunu da gündeme getirip bu yanlışın da karşında olsunlar. Ama olmadı...
Çok daha büyük sorunların yaşandığı sağlık alanında bir grup hastanın yararlandıkları sağlık hizmetinden birkaç gün uzak kalmalarının bir önemi yok nasılsa... Bunun hesabını tutan da yok tabii...
Nasıl olsa kavgada yumruk sayılmıyor... Tabii insanlar da insan, vatandaşlar da vatandaş...
"Ne yapalım; onlar da insan olduklarını kanıtlayacak şekilde davransınlar" denebilir.
Diyorlar da... Yoksa duymuyor musunuz? Ya da duyduklarınızı anlamıyor musunuz?..(MS/NM)