Hiç kimse sahip olduklarını yitirmekten hoşlanmaz. Hiç kimse kurduğu düzenin bozulmasını istemez. Gündelik yaşam içinde bazı durumlar, bazı "düşkün"lerin sıkıntıları, "tuzu kuru" sayılanlarımız daha önde olmak üzere bazı insanlara "dert" olur.
Sokak çocukları, evsizler, sakatlar, serseriler, ayyaşlar, dilenciler, hatta kimileri için eşcinseller... Yani toplumun "normal", "ortalama" olanlarının dışındakiler. Yani "öteki"ler... Birçokları bu insanların varlığından rahatsız olur. En sık yeğlenen tutum onları yok saymaktır. Bu kolayca başarılır; bakarsın, görmezsin.
Tuzun ıslanması
Ama bazıları onları "düzeltmek", "topluma kazandırmak" ister. Onları var eden aslında içinde bulunulan ekonomik sistem, yeğlenen yanlış politikalardır çoğunlukla. Herkes bunu çok iyi bilir. Ama işin bu cephesine ilişkin değişimleri yapmak hem zordur, hem de aslında istenmez. Çünkü o sistem değişti mi "tuzu kurular"ın tuzlarının bir parça ıslanması olasılığı vardır.
Aslında tartışmak istediğim işin bu yönü değil. Son yaşadığım bir örnekten yola çıkarak; birilerine istek ve talepleri dışında yardım edilmesi konusuna değinmek istiyorum.
Herkes bilir. Sokakta kalmak, yaşamak çok zordur. Tehlikelidir üstelik. Sokaktaki egemenlik ilişkileri diğer yerlerdekinden çok daha acımasızdır. Doğa kanunlarının, dağ kanunlarının en ağır şartlarla işlediği yerdir aslında sokak. Ama beri yandan sokaklar özgürlük demektir bir çokları için. "her şey sizin olsun sokakları bize verin" der bazıları.
Diyojen'in sözü
Bazı insanlar "özgürlük"lerini kaybetmeme karşılığında çok büyük sıkıntıları göze alabilirler. Onların bu tercih ve istemlerine saygı duymak gerekir. Hele hele karşılığında bir diyet ödenecekse!
Böyle isteği olanlara durumlarını değiştirmek için çaba sarf etmeyi hiçbir zaman doğru bulmam. Onların bu isteklerine saygı duyarım. Diyojen'in sözü hep aklımdadır: "Gölge etmemeyi yeğlerim her zaman."
Aklımda her zaman bir soru vardır: "Bu yardımı ya da desteği onun için mi yoksa kendim için mi yapıyorum?"
Sokaktaki özgürlük!
Bu söylediklerimin gündelik yaşamdaki ilk örneğini Sevgili Yusuf Kulca'nın sokak çocukları için gerçekleştirdiği "ilk adım istasyonları" sırasında fark etmiştim.
Sokak çocuklarının bazıları sürekli bir yurt, yuva, giderek sistemin bir dişlisi olmak istemiyorlardı. Onların sokakta buldukları özgürlük, bir çok nedenle onları bekleyen yaşam kısa olsa da çok daha güzeldi.
Onların bazıları gerek duydukça, zora düştükçe başvuracak, gidip sığınacak, karnını doyuracak, temizlenip paklanacak bir yer; sokakta elde edemeyeceği kimi şeyleri elde etmeyi sağlayacak bir olanak; kimseye bir şey demeden, izin istemeden, hesap vermeden, canı istediği zaman sokağa dönebilmek istiyorlardı.
Aynı şeyi büyük Fransız serserisi ve romancısı Jean Genet'in yaşamından kesitlerin anlatıldığı romanlarında okuduğumda da fark ettim.
Sokak bir yaşam biçimidir. Sokak özgürlüktür. Sokaklar çağdaş kentlerin insanlarının "jungle"ler (orman) içinde boğulmak üzere olduklarında yaşama adına nefes alma yerleridir.
Bunları fark edince insanların işleri güçleri bitince neden kendilerini "sokak"a attıklarını daha iyi kavradım. Gerçi insanların kendilerini attıkları o sokaklar nispeten sistem tarafından korunan, sistemin etki ve düzeninin (siz "baskısının" diye de anlayabilirsiniz) sürdüğü yerler olsa da.
İnsanlar kendilerini sokağa atıyorlar çünkü "özgürlük" bir tek orada var. Evlerimiz iş yerlerimiz, sosyal ilişkilerimiz sürdürdüğümüz yerlerin hepsi görünmez duvarları ve parmaklıkları olan birer hapishane, yani özgürlüğün insanların elinden alındığı yerler.
Kurtarmak ve hakka tecavüz!
Yukarıda söz ettiğim bu "yardım", "destek", "düzeltme", "kurtarma" duygusu ve isteği, en çok sistemle en çok özdeşleşenlerde, "özgürlük"lerinden en çok vaz geçenlerde görülür.
Bu kişiler "modern" ya da "çağdaş"tırlar çoğunlukla. En önemli özellikleri de "iyi niyetli" olmalarıdır. Gündelik yaşantıda karşılaştıkları sistem dışı yanlar onlara daha çok batar. Onları düzeltme duygusuyla zamanlarını, emeklerini, paralarını harcayabilirler.
Kendileri gibi birilerini zorlayıp bazılarını "kurtarmayı" çalışırlar. "Kurtarmak" sıklıkla "kurtarılanın" bazı haklarına tecavüz etmek anlamına gelse de...
"İmdat" demeyene dokunmak!
Bence "kurtarılmak", kurtulmak isteyenler için verilmesi gereken bir hizmet olmalıdır. Eğer dili varsa, ses çıkarabilecek haldeyse kimseye "imdat" demeden dokunulmamalıdır.
Böyle olanları, yani aslında halinden, durumundan, koşullarından memnun olanları kurtarmaya, ortak sistemin içine çekmeye çalışmak onlara tahakküm etmek demektir bir bakıma.
Hele hele kendi düzen ve koşullarını yaratmış, kendince farklı bir düzlemde olsa da bir yaşam düzeyi ve dengesi oluşturmuş insanları, yaşamları bizimki gibi değil diye yaşama düzenlerini bozmak sanırım, insanın varlığına yönelik en büyük saldırılardan birisidir.
Gönüllü hanımın dikkati...
Tüm bunları geçtiğimiz hafta yaşadığım bir olay sırasında bir kez daha kendimce doğruladım.
Bir hastalık nedeniyle sakat kalan genç bir kadın, bir Anadolu kentinde yukarıda anlattığım gibi kendisine kendince bir yaşam kurmuş, halinden çok da şikayet etmeden, en temel gereksinimlerini karşılayacak çözümleri bulmuşken, "modern" ve "çağdaş" yaşamın olanaklarından yararlanmış, "insan sever", "yurtsever" bir gönüllü hanımın dikkatini çeker.
Tepkisi "bu çağda böyle bir durum nasıl olur, yardım etmek gerek" şeklindedir. Ona göre bu kadına yardım etmek, desteklemek onun durumunu "düzeltmek" herkesin en temel ve ilk görevi olmalıdır.
Sonra bu yardım, destek ve düzeltme işlemlerinin nasıl yapılması gerektiği konusunda kafa yorar. Önce sakatlığından kaynaklanan "sağlık sorunları" düzeltilmelidir.
O kendine yeterken
Normal biçimde yürüyemediği için sürünen bu kadının süründüğü sırada oluşan bazı yaraları vardır çeşitli yerlerinde. Gündelik yaşamını çok da etkilemeyen yaralardır onlar. Zaten bu durum ortaya çıktığında çeşitli tedavi yollarını denemektedir.
Örneğin bu yaralar iltihaplanırsa ya da çok büyük sorunlar yaratırsa kentin hastanesine başvurup, sahip olduğu "yeşil kartı"yla gereksindiği sağlık hizmetini alabilmektedir. Hekim ve sağlıkçıların bazen "yine mi sen" anlamına gelen olumsuz tavır ve davranışları bir kenara konulursa gereksindiği hizmeti alma konusunda bir sıkıntısı yoktur aslında.
"Ev" denilemese de akşam olduğunda kafasını sokacağı bir çatı altına da sahiptir. Hiç "dilenmese" de, onu yıllardır tanıyanların az da olsa bir desteği de vardır.
Bir karşılık beklenmediği, aşağılanmadığı için o kadarı ona yetmektedir. Yaşadığı yerin Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı da zaman zaman yine karşılığını sormadıkları, nasıl kullandığını bilmek istemedikleri, ayni ya da nakdi yardım yapmaktadır.
Yardımla düzeltme
Aslında onun gibi o kentte başkaları da vardır ve bu tür destek sistemlerinden yararlanmaktadır. Doğrusu insanların bu "yardım etme", "destek olma" ve özellikle de "düzeltme" istekleri ve bu istekleriyle ilgili eylemleri sırasında onlarla zaman zaman dalga bile geçmektedir bu genç kadın.
Örneğin kendisine verilen paranın bir bölümünü, her genç kadının, ama daha çok da kimsenin dönüp yüzüne bakmadığı kadınların bazı gereksinimleri için kullanmaktadır. Kendisine verilen paranın bir bölümünü bazı "özel" hizmet gereksinimleri için genç delikanlılarla değiş tokuş etmektedir. En çok da bu sırada keyif almaktadır, onlarla en çok bu sırada dalga geçmektedir çünkü.
İşte gerçeklerin bu yönünü bilmeyen "çağdaş ve modern" bir kadın onun bu durumunu değiştirmek ister. O yerin en yetkili idarecileri başta olmak üzere, kadına hizmet etmesi gereken tüm kurumların yetkililerini bu kadına yardım etmek üzere seferber edilir.
Biraz tehdit, biraz korkuyla. Kimi yerde bu yardımın sağlanması için onlarla çatışmaya bile girer. Ya da onların birbirleriyle çatışmalarına yol açılır. Çünkü söylenenler ve söylenemeyenler, yapılabilenler ve yapılamayanlar, kadının istedikleri ve istemedikleri vardır.
Kadının durumuna çözüm bulmak, örneğin neden sakat kaldığının anlaşılması için -bu onun ne işine yarayacaksa; hekimler sanki ad koydukları her hastalığa çare bulabiliyorlarmış gibi- 900-1000 kilometre uzaktaki sağlık kuruluşlarına göndermeye kalkılır.
Bir sakat insanın toplu taşım araçlarında, insanların merak, korku, bazen de iğrenme duygularıyla karşılaşarak bu kadar uzun bir yolu gitmenin ne anlama geldiğini düşünmeden hem de.
Bunun için kadın hiçbir zaman istemeyeceği işlemlere maruz kalır. O durumunu bilmektedir ve fazlasını istememektedir.
Ufuk 60 santim genişleyince
Uzatmayalım, bu durumları sıkça yaşamış bazı "akıllı" ve "deneyimli" insanlar devreye girerler. "Ne istiyorsa, neyi talep ediyorsa o kadarını vermek, ama öncelikle ve kesinlikle zarar vermemek" kuralını anımsatırlar. Etkili ve yetkili kişiler en azından o kadın özgülünde soruna kendi ölçeğinde ve herkesin birleşebileceği bir çözüm bulup, yardımsever kadını da "kurtarılacak kadını" da rahatlatırlar.
Kadının bazı sorunları yerel olanaklarla çözümlenir. Bu sorunların yeniden ortaya çıkmaması için de onun için varolan destek sistemlerine, bir karşılık ve diyet ödeme söz konusu olmadan yardımsever kadının katkısı da eklenir.
Örneğin onu yerde sürünmekten kurtaracak bir tekerlekli sandalye bulunur. "Kurtarılacak kadın"ın ufku eskisinden bir 60 santim yukarıda olacak kadar genişler. Artık bulunduğu yerden penceresinin önüne gelen "genç delikanlıları" görebilecektir.
Ama her şey eskiden olduğu gibi sürer. Aslında bunu sağlamak için bu kadar büyük bir fırtınaya gerek yoktur ama olsun. Herkes amacına ulaşmıştır ya!
Zaten ona...
Ama bir de şu yanı vardır işin. Bu kadar çatışma ve tehdidin sonunda o kentin o hastanesindeki doktorlar ve sağlıkçılar, kadının daha sonra ortaya çıkan sağlık sorunlarında yaşadıkları bu zorlamayı anımsayıp ona biraz daha kötü davranmaları hatta bazen çeşitli "kabul edilebilir" nedenlerle -örneğin yeşil kartının vizesi dolduğu için, ya da hastanede o sırada yeterli pansuman malzemesi olmadığı için- gereksindiği hizmeti vermekten kaçınabilirler.
Sosyal Yardımlaşma Vakfı'nın kim ne kadar yardım yapılacağına karar veren yetkilileri, bu kadınla ilgili yaşanan çatışmadan etkilenerek "zaten o kadın bizim verdiğimiz parayı gereksinimi için değil keyfi için kullanıyor, genç delikanlılara yediriyor" deyip vermekten vazgeçebilir.
Kadına daha önce fitresini, zekatını, sadakasını veren komşuları, "ona verilenlerin onda biri bana sağlanmıyor" deyip eskiden verdiklerini vermekten cayabilir.
Bu olacaklara dair bu öngörüleri çoğaltabiliriz.
Sonuçta bu küçük örneği yaşarken; yaşamın içinde varolabilen çeşitli gerçekliklere dışardan yapılan ve müdahale edenin istem ve iradesi dışındaki müdahalelerin aslında toplumsal dayanışma ve yardımlaşma değil, insanı madde, kul yerine koyan ve sistemin böyle sürmesi için yapılan müdahaleler anlamına gelebileceğini düşündüm.
Her zaman sahip olduğumuz çeşitli bilgi ve deneyimlerin oluşturduğu pusulaya bir kere daha iyice bakıp yönümüzü ona göre belirlemeliyiz.
Yoksa sistem STK-MTK deyip kurdurup desteklediği yeni araçlarla kendini var etmeyi ve aslında insana aykırı bu her anlamdaki sömürü düzenini sürdürmeyi, bu tür "iyi niyetli" insanların varlığıyla daha kolay başarıyor gibi geliyor bana. Yoksa yanılıyor muyum? Siz ne dersiniz?(MS/NM)