Sabah oturumunda, Prof. Dr. İoanna Kuçuradi, şiddet temasını felsefi olarak değerlendirirken geniş ve derin bir girizgah yaptı. Şiddetin felsefi boyutlarını açıklarken, İnsan Hakları ve eğitim boyutu üzerinde durdu. Ardından Tanıl Bora, milliyetçiliğin antropolojik altyapısını irdelerken şiddet boyutunu toplumsal bağlamda anlattı. Prof. Dr. Cem Kaptanoğlu, 'Psikanalitik açıdan şiddet ve siyaset' başlıklı olağanüstü öğretici sunumunda, 0-18 ay içinde bebeğin geçirdiği evrelerde parçalanmışlık-bölünmüşlük tahayyülleri ile F tipi cezaevleri, bölünme psikozu, bebek-ana ilişkilerinden yola çıkıp milli birlik beraberlik temalarının paralelliğini anlattı. Ben de global ve yerli medyanın özyapısı, şiddetle ilişkisi ve olası önlemler üzerinde durdum.
Öğleden sonraki oturumda ise Antakya Tabip Odasından Dr. Selim Matkap ve Diyarbakır Tabip Odası'ndan Dr. Remzi Azizoğlu, somut tıbbi pratiklerinden yola çıkarak doktor-hasta ilişkileri çerçevesinde hastanelerdeki şiddet olaylarını tahlil ettiler. Kocaeli Tıp'tan Prof. Ümit Biçer ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı'ndan (TİHV) Metin Bakkalcı, "Sağlık Çalışanlarının Şiddet karşısındaki Tutumu" ve olası önlemler konularında sunum yaptılar.
Toplantının organizatörlerinden TTB Merkez Konseyi üyesi Dr. Necdet İpekyüz, gün boyu gündeme gelen konu ve fikirlerin sentezini yaptıktan sonra, TTB'nin konuya ilişkin görüş ve tutumunu aktardı, ardından salondaki tüm izleyenlerin katılımıyla tartışma-değerlendirme seansını yönetti.
Üç saptama/gözlem
Esas, akşam yemeğinde tümü tabip bazı konuşmacılarla birlikte yaptığımız sohbette tıp dünyası hakkında bilmediğim bilgi ve görüşlere ulaşmaktan son derece memnun kaldım. Ana başlıklar halinde aktarmaya çalışayım:
* Doktorla Hekim Arasındaki Fark: TTB Merkez Konseyi üyesi ve Şiddet Sempozyumunun Dr. İpekyüz'le birlikte eşdüzenleyicisi Dr. Muharrem Baytemür, bu farkı somut bir örnekle şöyle anlattı: "Bir adamın kolu kırılmış, hastaneye, polikliniğe ya da muayenehaneye gelmiş, doktor, adamın kırık kolunu tedavi eden, işte alçıya, sargıya alan profesyoneldir. Hekim ise, böyle bir vakada, kolu kırılan adama, önce kolunun nasıl, hangi koşullarda, neden kırıldığını sorar, hekim hastası ile empati kurar, onu tanımaya, anlamaya çalışır, hastasının başına gelenin toplumsal çerçevesini öğrenmeye çalışır." Baytemür'ün bu açıklaması, bana neredeyse otomatik olarak, gazeteci/medya mensubu ikilisini, daha doğrusu çelişkisini anımsattı.
* Hekimler ve doktorlar son derece yoğun çalışan insanlar. Tebabet güç bir alan. İnsan hayatıyla doğrudan ilgili bir uğraş. Bu nedenle kimi zaman doktorların nispeten kısır, kapalı ve dar alanlarda yaşadığı bir gerçek. İşini en iyi şekilde yapmaya çalışan bir doktor bile, kimi zaman, bırakın gazete okuyup, toplumsal siyasal olaylarla ilgilenmeyi, tedavi etmeye çalıştığı hastasının hastalığı dışındaki konum ve sorunlarıyla dahi ilgilenemiyor. Özellikle devlet hastanelerinde günde onlarca hastayı muayene etmek zorunda kalan doktorların bazıları, gün boyu, hastalarının dışında, ancak hemşire, sağlık memuru gibi kendi alanından insanlarla beraber olabiliyor. Dr.İpekyüz, "İşte biraz da bu nedenle biz TTB olarak sizin gibi tıp dünyasının dışından insanlarla birlikte olmak istiyoruz. Amacımız üyelerimizin akademi, medya, felsefe, siyaset gibi farklı alanlarla buluşmasını sağlamak" dedi.
* Dr. İpekyüz'ün beklentisi cumartesi günkü sempozyumda büyük ölçüde gerçekleşti. Çünkü salona gelenler arasında çok sayıda doktor ve sağlık çalışanının yanı sıra STK temsilcileri, tıp ve diğer fakültelerden öğrenciler vardı. Salondakiler her oturumun sonunda düzenlenen soru-yanıt, tartışma bölümünde, hem tıbbi hem de tıp dışı perspektifle son derece ilginç sorular yönelttiler konuşmacılara. Anlamlı, nispeten derin bir tartışma gerçekleşti.
* Dr. Baytemür ve Dr. İpekyüz'ün ifadelerine göre, TTB Merkez Konseyi, şiddet temasını gelişigüzel bir şekilde seçmemiş. Bu sempozyumun hazırlıkları 6 ay önce başlamış. Akşam yemeği sohbetinde, TTB'nin dar bir meslek örgütü olmadığını -aslında biz zaten biliyorduk çünkü BİA'nın kuruluşunda TMMOB'yle birlikte TTB'nin de önemli bir payı ve desteği var- sosyal ve siyasal sorumluluğunu akıllı ve cesur bir şekilde gündeme getirdiğini de öğrenmiş oldum. Sağlık Bakanının bile TTB'nin meslek içindeki ağırlığını ve saygınlığını ayrıca etkinliğini kabul etmek zorunda kaldığını belirten muhataplarım, Başkan Prof. Gençay Gürsoy'un fedakar çalışmalarını da hatırlattı. Doğrudan insanla uğraştıkları için, neredeyse kaçınılmaz olarak toplumsal bir hissiyata da sahip olan doktor ve hekimlerin, gerek hastanelerde karşılaştıkları şiddet mağdurları, gerekse medya üzerinden öğrendikleri kamuoyunda gerçekleşen şiddet olaylarının altyapısı, neden ve gerekçeleri hakkında ayrıntılı, derin bilgi ve bilinç sahibi olabilmeleri için, şiddet temasını işlemeye karar verdiklerini öğrendim.
Bir hekim "Türkiye'de bir süredir yükselmekte olan milliyetçilik ve onun en vahim tezahürü olan şiddete karşı üyelerimizin bilgi ve bilinçlerini artırmak zorundayız. Milliyetçiliğin olağanüstü vahim toplumsal bir hastalık olduğu düşüncesindeyiz. Bu toplumsal hastalık konusunda üyelerimizin belki doğrudan reçete yazma olanakları yok ama, demokratik ve barışçı bir kültürün tayin edici önemini vurgulamamız için milliyetçilik ve şiddet konuları üzerinde çalışmamız gerekiyor" dedi. Bir başka hekim, ki Güneydoğulu, "Bizim bölgede milliyetçilik dendiğinde hem Türk hem de Kürt milliyetçiliğinin olumsuz etkilerine karşı mücadele etmek söz konusu" diye bir dipnot düştü. Dipnot ama belki de manşetlik bir dipnot!
* Sonuç olarak TTB, şiddet sorunsalını, Dünya Sağlık Örgütü'nün raporlarına, yerli ve yabancı akademik ve bilimsel veri ve tahlillere dayanarak, Türkiye çapında, önemli bir mücadele hedefi olarak saptamış durumda. TTB, şiddeti, sıradan hatta basit bir anormallik olarak algılamayıp, şiddetin sosyal, siyasi, ideolojik ve tabii ki tıbbi (psikolojik ve psikanalitik) boyutlarını da hesaba katan önemli bir kamu hizmeti gerçekleştiriyor. İşin ekonomik çehresi, halk sağlığı ile ilişkisi de TTB'nin ilgi alanı içinde.
Benim hekimlere, insan hayatını kurtardıkları ya da her birimizin daha sağlıklı yaşamasını sağladıkları için eskiden beri özel bir saygım vardır. Ailemde iki hekim mevcut. Sultani'den de çok sayıda hekim arkadaşım var, hiç biri olumsuz anlamda doktor değil.
TTB'nin bir günlük bile olsa, böyle bir sempozyumuna katılarak, hekimlere beslediğim saygı bir kat daha arttı.
"Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"* (RD/TK)
*Kanuni Sultan Süleyman'a atfedilen bu deyişteki "devlet" sözcüğü, bildiğimiz anlamda, yani toplumu yöneten mekanizma anlamındaki devlet değil, bir "durum" (İngilizce ya da Fransızca'daki küçük harfle yazılan state/état ) anlamındadır.