Haberin İngilizcesi için tıklayın
Doktor Adnan Selçuk Mızraklı, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi eş başkanıydı. Belediyeye, 19 Ağustos 2019’da kayyım atanınca görevini bırakmak zorunda bırakıldı.
Seçmen sayısı 1 milyon 049 bin 462 olan Diyarbakır'da 31 Mart 2019’da yerel seçimlerinde 820 bin 182 seçmen oy kullanmıştı. HDP adayı Adnan Selçuk Mızraklı oyların yüzde 62,93'ünü yani 490 bin 507 seçmenden oy alıp Büyükşehir belediye başkanı olmuştu.
Mızraklı, 21 Ekim 2019’da Diyarbakır’da gözaltına alındı, 22 Ekim'de çıkarıldığı mahkemede H. B.A. isimli bir tanığın beyanlarıyla “örgüt üyesi olduğu” ve “örgüt propagandası yaptığı” iddialarıyla tutuklandı.
Mızraklı’nın avukatı Zülal Erdoğan, sigorta dökümlerine göre H.B.A.'nın iddia ettiği tarihlerde hastanede çalışmadığını belirtti, beyanlarının kurgu olduğunu söyledi. Ancak, 9 Mart’ta kararını açıklayan mahkeme, H.B.A. adlı itirafçının beyanlarını ve Mızraklı'nın Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Sağlık Komisyonu üyesi olmasını gerekçe göstererek üst sınırdan 9 yıl 4 ay 15 gün hapis cezası verdi.
Bir yılı aşkın süredir Kayseri Bünyan Cezaevi’nde tutulan doktor Adnan Selçuk Mızraklı, pandemi sürecinde hastanede mesleğini sürdürebilecekken avukatının beyanına göre kurgu bir senaryo ile cezaevinden olanı biteni seyretmek zorunda bırakılıyor.
"Merkez keskinleştikçe hepimiz zarar görürüz"
Selçuk Mızraklı, cezaevinden bianet'in sorularını yanıtladı.
Sondan başlamak istiyorum, tüm bu yaşananlara yani belediyeye kayyım atanmasına, cezaevi sürecinize, tepkiniz ne?
Bugünlerde bir yılı doldurdum. Takvim yaprağı olarak geçen süreler ile her insanı yaşadığı süreler aynı mı sorusunu sormadan, ülkelerin yaşadıkların gözlemeden, bu arada neler kaybedildi neler kazanıldı değerlendirmeden sadece zaman boyutu anlam içermiyor.
Yakın çevrem son 15 yılımda hiç dinlenmeden, bayram, hafta sonu demeden nasıl koşturduğumu bildikleri için biraz dinlenirsin demişlerdi. Nasıl dinlenmektir bilmiyorum, o kalp orada attığı sürece zihnim durmayacak, aklım ve duygularım yapamamanın sıkıntısını hep yaşayacak.
Tam da senin sorduğun cevabı; yıllarca yoksul ekonomisi, yoksulluk sosyolojisi ve yoksunluk, yıllarca halk sağlığı meseleleri, yıllarca insan hakları mücadelesi, yıllarca kente kendi gerçekliğinde bir üniversite kazandırma çabası, demokratik siyaset ve yerel demokrasinin derinleştirilmesi ve geliştirilmesi çabası ve son olarak da kentin tarihinde en çok oyla seçilmiş büyükşehir belediye başkanı iken kayyım atanması...
Bunlara rağmen yaşanan hukuksuzluk ve seçmen iradesinin gaspı karşısında sağduyulu ama karalı bir duruşla demokratik itirazı yükselttiğimizde gözaltı ve tutuklama... Siyaseten rekabet edemeyenler hep aynı “zor” yoluna başvuruyor.
Ama bir de dosyanıza hayat ve gerçeklikle ilintisi olmayan eklemeler yapılırsa vay halinize. Halk arasında kullanılan ve çok beğendiğim bir atasözü var: “Keskin sirke küpüne zarar”, yani merkez keskinleştikçe hepimiz zarar görüyoruz.
“Sanki iki ayrı Türkiye var”
Koğuşunuzu anlatır mısınız?
Burası hepi topu 120 m² bir alan (havalandırma dâhil). Tel kafesten gökyüzünü görebiliyor ama bir türlü yeşile ulaşamıyoruz. Cam, demir, plastik, beton. Koğuşu paylaştığımız, ortak yaşam alanına çevirdiğimiz 4 cihan parçası genç arkadaşla oluşturduğumuz düzen içinde zamana inat yaşıyoruz.
Eskiden de okumayı severdim ama buradaki kadar zamanım yoktu. Şimdi adeta ileriye yatırım yapacak kadar okuyor, zaman zaman yazıyorum. Dünyayı gazeteden, televizyondan ve gelen avukatlarla yaptığım sohbetlerden izliyorum.
Neler görüyorsunuz?
Bizim tarafın adı belli ama sizin tarafta hiç iç açıcı gözükmüyor. Yollar kesilmiş madenciler yürüyemiyor, doğa maden sahalarına, beton sahalarına, JES’lere tutsak edilmiş, siyaset meclise kapatılmış ve orta oyunu kıvamında atışmalar, sadece merkez bankasının değil sokaktaki insanların da yedek akçesi çok rezerveler tükenmiş. Maddi ve manevi desteksizlik de tükenmişlik sendromuna yol açıyor.
Sanki iki ayrı Türkiye var, bir tarafta her koşulda yükünü dağlardan dahi aşırtan, diğer yanda düz yolda rotasını bulmakta, kendini ertesi haftaya aktarmada zorluk yaşayan büyük çoğunluk.
“Önerilere karşı bir ilerleme yok”
Ne gibi zorluklar yaşıyorsunuz?
Bizlerin burada yaşadığı pandemi haline gelince; Adalet Bakanlığı, özelde cezaevi yönetimi fiziksel ve bedensel tedbirler konusunda özenli-dikkatli olmaya çalışıyor.
Maske- mesafe ve hijyen konusunda asgari destek sağlanıyor. Bildiğim kadarı ile cezaevinde kalanlardan henüz hastalanan yokmuş. Cezaevi çalışanlarının giriş çıkışında da testler yapılarak, nöbet değişimi yapılması doğru olmuş. Dışarıdan sağlanan ihtiyaçlarda da yine ya bekletme ya ilaçlama ya da gıda ise biz gerekli dezenfeksiyonu yapıyoruz. (Çamaşır suyu karışımları ile).
Unutulan taraf ise işin manevi boyutu. Aileler ile 2 kişi ile sınırlı ayda iki kez kapalı görüş (45’er dakika), haftada iki kez 10’ar dakika telefon görüşü, avukatlar ile izolasyon ortamında görüşme ve ortak alanlara (spor, kütüphane, atölye) çıkış yok.
Önerilere karşın ilerleme yok. Kitap-dergi gibi dışarıdan gönderiler ise bir ayı aşan gecikmelerle sınırlı sayıda veriliyor. Ne de olsa ne kadar okunabileceğini en iyi cezaevi genel müdürlüğü biliyor!
"Umut ve güven tesis edilmeli"
Bir doktor olarak böylesi bir dönemi cezaevinden nasıl gözlemliyorsunuz?
Pandemi bütün ülkede temel olarak şu başlıklarda değerlendirilir: Sürecin yönetim tarzı, insan ve toplum bazlı ihtiyaçların ve taleplerinin analiz ve karşılanması, sağlık altyapısının hazırlığı ve reorganizasyonu, sosyo-kültürel ölçeklere bağlı farkındalık-duyarlılık-bilinçlendirme ve dayanışma, diğer ülkelerle bilgi-deneyim-destek çalışmaları. Bunların hemen hepsini geniş tabanlı, geniş eksenli, paylaşım esaslı, doğal-organik paylaşımları ile birlikte geliştirmek gerekirken bizde ultra-merkezci ve adeta güvenlik mesafesi ölçeğinde yürütüldü.
Öncelenen kesimler ile ihmal edilen kesimlere baktığımızda hem bu sürecin biyopolitiğini hem de ekonomi-politiğini gözlemek mümkün. Gerçek eninde sonunda patlak veriyor, rötuşlar kurtarmıyor.
Son olarak ne söylemek istersiniz?
Bu süreç 5 yıl sonra “10TL”, “askıda ekmek”, “39TL”, güvencesizlik ve yalnızlık olarak hatırlanacak. Sürecin tıbbi yükünü almış olanlara vefasızlık- kıymetsizlik.
Çığlıkların duyulmadığı, tükenen yaşamların rakama bile layık görülmediği ve devekuşu hikâyelerine eklemelerin yapıldığı bir dönem. Pandemi daha birinci dalgasında, birileri de TTB’ye dönük ikinci dalga kapatma söylemine girişmiş. Dünyada eşi benzeri olmayan bir dönem uygulaması ve ülkenin girdiği yolu ortaya koyuyor.
Hekimlikte kritik hasta bakımında temel bir yaklaşım vardır. “Hastanın nesi eksikse onu yerine koy-dengele” deriz. Pandemi gibi çoklu sistem hasarı üreten durumda da bireyin ve toplumun açıklarının telafisi temel kamusal yaklaşımdır.
Ayrıca telafinin dışında umut ve güven de tesis edilmeli. Krizin birkaç adım önünde giden, aydınlatan, yol açan ve kayıpları tüketen sahici politikalar gerekirken, “borç yiğidin kamçısıdır” deyip hem kamu borçları hem de bireysel tüketici kredileri zirve yaptı.
Adeta “krizlerin dansı” ile karşı karşıyayız. Bu durum motor yakarsa bedelini yine çalışanlar, üretenler ödeyecek. Her zaman olduğu gibi çözüm demokraside, yurttaş iradesinde, hakça uygulamaların, halkın katılımı ile yaşandığı demokratik sistemdedir.
Ne olmuştu? Adnan Selçuk Mızraklı, 19 Ağustos'ta İçişleri Bakanlığı kararıyla görevinden alındı. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma kapsamında 21 Ekim günü gözaltına alındı. Bir gün gözaltında tutulan Mızraklı 22 Ekim'de çıkarıldığı mahkemede H. B.A. isimli bir tanığın beyanları gerekçesiyle 'örgüt üyesi olmak', 'örgüt propagandası yapmak' iddialarıyla tutuklandı. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'nca hazırlanan ve 5 Kasım'da 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilen iddianamede Mızraklı'nın 7 buçuk yıldan 15 yıla kadar hapsi istendi. 9 Mart'ta kararını açıklayan mahkeme, H.B.A. adlı itirafçının beyanlarını ve Mızraklı'nın Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Sağlık Komisyonu Üyesi olmasını gerekçe göstererek üst sınırdan 9 yıl 4 ay 15 gün hapis cezası verdi. |
(Lİ/EMK)