8 0cak 2003 akşamına kadar o uçak yolcularının her birinin doktor Berat gibi kendilerine ait yaşamları ve yaşamlarına, geleceklerine dair beklentileri vardı.
O meşum 8 Ocak gecesi sisli, puslu ıpıslak adamı ürküten bir kış gecesiydi. Sanki felaketin habercisi bir geceydi.
Göz gözü görmez puşt bir geceydi. Dışarıda, sokakta olanlar kendilerini bir an önce evlerine atmanın telaşındaydılar.
Düşmüştü
Doktor Berat da bir gün önce aramıştı sevgili dostu, arkadaşı Hasan'ı. Gece onlarda kalacaktı uçak indikten sonra. Ama uçağın iniş saati geçiyor olmasına karşın Berat'tan haber yoktu, telefonuna ulaşılamıyordu. Tıpkı diğer telefonlara ulaşılamadığı gibi.
İstanbul- Diyarbakır seferini yapan bilmem kaç sefer sayılı uçak düşmüştü. 80 dolayında yolcunun öldüğünden söz ediliyordu.
Bir anda sokaklar, caddeler insanlarla dolmuştu. Her tarafta ambulansların siren sesleri duyuluyordu. Uçakta yakını olan, olmayan kendini yakın hissederek hava alanına ve hastanelere ulaşmaya çabalıyordu.
Belki, belki...
Bir umut vardı, belki doktor Berat kurtulanlar arasındaydı. Ama yok! Acıydı ve o da ölenler arasındaydı. Eşi ve çocuğuyla birlikte. Diyarbakır bu acıyı hak etmemişti.
20 yıl önce de yine böyle bir kış gecesi şehitlik semtinde Hicret apartmanı çökmüş 83 can yaşama veda etmişti. 20 yıl arayla bu kez ölüm teknolojiyle gelmişti.
Aslında aradaki 20 yıllık zaman dilimi içinde de çokça acılar, ölümler, kırımlar yaşanmıştı da! Sanki kanıksanmış mıydı ne? Ama bu acının katmerlisiydi doğrusu.
Hala sakalını kesmedi
Bu kadarı onca yaşanan acıdan sonra fazlaydı Diyarbakır'a. Herkes ağlıyordu. Ama gözyaşları kurumuştu. Şok yaşanıyordu tüm şehirde. Şaşkınlığın derin hüznü egemen olmuştu şehre.
İnsanlar tanısın tanımasın bir taziyeden diğerine akıyorlardı. Bir defayla da yetinmiyorlardı. Ama elden ne gelirdi ki, acıyı paylaşmaktan öte!
Ocak 2004. O zalim uçak kazasının üzerinden tam bir yıl geçti. Benim sevgili dostum Eyüp Kıran halen sakalını kesmedi, acıyı bedeninde yaşayarak.
Yalnız kendi oğlunun, gelininin ve torununun mu? Elbette hayır. Bütün kazazedelerin acısını yüreğinde bir yıl boyu, belki de ömür boyu yaşayarak.
Hala resmi açıklama yok
Ve insanlar bilboardlardaki, "Kaza kurbanlarını unutma" ifadesini okurken halen yanıtlarını bulamadıkları sorular orta yerde duruyordu. Kazanın üzerinden bir yıl geçmesine rağmen neden kaza kırım raporu henüz açıklanmamıştı?
Kara kutu neden henüz resmen açıklanmamıştı? Kara kutuyu kaza yeri savcısının soruşturması gerektiği halde, sivil havacılık yetkilileri mi alıp götürmüştü?
Neden pilotaj hatası ile ilgili resmi hiçbir açıklama bugüne dek yapılmamıştı.
Ne tedavi yapıldı, ne de soruldu
80 dolayındaki yolcunun büyük çoğunluğu bölge insanıydı. İstanbul'da yaşayan bir kaçı hariç hemen hiçbirine her hangi bir rehabilitasyon tedavisi uygulanmamıştı.
Uygulamak ne kelime, böyle bir tedaviyi isteyip istemedikleri ya da ihtiyaçları olup olmadığı bile sorulmamıştı.
Oysa kazazedelerin yakınları biliyorlardı ki, uluslararası havacılık kurallarına göre psikolojik tedavi haklarıydı.
Ve daha bir dolu soru üzerinden bir yıl geçmesine karşın yanıtlanmayı bekliyordu. Elbette unutmamak gerek, sorgulamak da gerek. Ama bir de vicdanları rahatlatmak gerekmez mi? (ŞD/NM)