Aslında asker sezonunun geldiğini Taksim meydanında korna çalarak geçen ilk konvoyu gördüğümde anlamalıydım. Ama Taksim'in kendine has gürültücü yapısı buna engel oldu. Tatil başlangıcında çıktığım yolda, Alibeyköy'e normalde 15 dakikada varan servisin kapıda yarım saat beklemesinin ardından çözüldü düğüm. Şoför çaresiz, "İnin siz" dedi. "Asker uğurlaması var bugün. Bir yarım saate kadar açılırsa yolumuz şanslıyız..."
"En büyük asker bizim asker" mi? "Askere gidecek, geri gelecek" mi?
Düşündüm: Ayın 23'ü. Ağustos'un 23'ü. 88 doğumlu "yetişkinler" teslim olmaya gidiyorlar kışlalarına. Hele bir de uzun dönem gideceklerse, maaile herkes hazır bulunuyor bu törende.
Giderek uzayan ve sıkıcılaşan beklemeyi, bir anda ortalığı kaplayan davul zurna sesi bölüyor. İster istemez sesin geldiği yöne baktığımda acayip bir manzara ile karşılaşıyorum. Davul zurnanın sesine kapılan ayaklar, ustaca halay çekiyor. Aklıma bu halayı nereden tanırım düşüncesi gelir gelmez, hatırlamama gerek kalmadan zılgıt sesi karışıyor araya. Halayı çekenlerin ustalığı, zılgıttaki kararlılık, bir Kürt ailenin uğurlama törenine şahit olduğumu gösteriyor. Zaten büyükler kendi aralarında da Kürtçe konuşuyor.
Daha genç olanlarsa, bağırıyorlar, "Askere gidecek, geri gelecek" diye. Geri gelmemenin ikircikli telaşı böylece kapı eşiğine atılıyor sanki.
Asker uğurlamalarının değişmez sloganı "En büyük asker bizim asker"dir. Asker gidene, gittiği yerde kendini iyi hissetsin, emir komuta zincirinin en altında ezilmezden evvel bir an için kendini büyük görsün diye söyleniyor olabilir bu slogan. Ama bu uğurlamada en çok kulağa çarpan slogan "Askere gidecek geri gelecek"ti. Neden diye düşündüm. Sokaklarda "Öldürmiycez ölmiycez kimsenin askeri olmıycaz" diyenler ile "ABD askeri olmayacağız" diyenler geldi aklıma. Öyle ya, Lübnan'ın "barışı"nda Türkiye'nin de tuzu olabilirdi...
Geçmiş zaman olur ki...
Biraz ilerde öbeklenen başka bir kalabalık, halay çekenlere inat, Roman havası çalmaya başlıyor. Bu kez erkekler sahnede, ve ellerini birbirlerinin üzerine çarpıp ortaya doğru küçük adımlar atarak, göbek atıyor. Biraz geride kalanların yavaşlığı "ağır abi"liklerinden değil, gözlerine perde gibi inen yaşın böyle bir oyunda düşmesi korkusundan gibi duruyor.
Saat ilerliyor, uğurlamalar yüzünden gece boyunca sürecek yolculuğun sabaha da sarkacağını fark eden diğer yolcuların üzerine tedirginlik çöküyor. Oturuyorum bir kenara. Artık burada bir süre daha kalacağımı anlayıp, yanımdakilerin sözlerine kulak kabartıyorum. Yanımda duran bir müzisyen grubu, olaya eleştirel yaklaşıyor. Elli yaşlarında olanı, "Bizim zamanımızda böyle değildi bu işler. Biz de Kıbrıs savaşı döneminde askerlik yaptık, ama ardımızdan davul çalınmadı, yalnız biraz su, biraz gözyaşı döküldü" diyor. Kadın doğruluyor arkadaşının sözlerini, "Artık böyle yapıyorlar galiba. Almanya'dan gelen işçiler bile bunu böylece biliyor" diyerek olaya yeni bir boyut ekliyor.
Kenarımda yine Kürt bir aile var. Ama onların derdi yalnızca gitmek, asker uğurlamaya gelmiş değiller. Sürekli Kürtçe konuşan kadın, Türkçe, "Bizim dedelerimizin zamanında böyle değilmiş" diyor.
Asker uğurlayanların hızı kesiliyor bu arada, müzik susuyor. Uzayan bekleyişin gerginliği, onları da sarıyor belli ki. Hem gönderecekleri tedirgin, hem kendileri. Kadınlar arkada, gözyaşlarını saklamaya gayret ederken, bazı yeni yetmeler, gelen genç kızların da gözüne girebilmek için başka başka işlere merak salıyor. Ufak tefek güç gösterilerine şahit oluyoruz. Üzerinde "952 USA" yazılı tişörtü olan biri otobüslerin girdiği alanda korsan bir break dans gösterisi yapıveriyor. Kızlar oralı değil. Kızların ağabeyleri, ağabeylerin gemlemeye çalıştıkları gözyaşları var çünkü. Gözyaşı her an öfkeye dönüşebilir...
Bazı erkeklerin boynunda bayrak asılı. Ama bayrağı nizami asmışlar. Yalnızca arasında ip geçirilen beyaz kısmını kulaklarından tutup bitiştirmişler. Arkalarında dikdörtgen şeklinde duruyor yine bayrak. Kızların boynunda ise ucunda gümüş rengi pulları olan kırmızı fularlar. "Spider Man", "Game Over", "Bermuda" desenli tişörtler, bermuda pantolon giyenlere karşılık, boynuna bayrak asmış olanların hiç birinde desenli gömlek yok. Belki de onlar kırmızıyla yetinmek istiyor.
23.50 otobüsü gelmiyor. Saat 00.45 oluyor. Alan sessizleşiyor. Çocuklar biraz önce halay çekilen alanı büyüklerinden çalarak, pet şişe koşturuyor. Adının Oğuzhan olduğu söylenen, Amerikan traşlı çocuk, gururla yanındaki bir küçüğü bir büyüğüne gösterip, "Ben bundan daha önce asker olacağım" diye övünüyor. Bir araba, otobüslerin kapıdaki yoğunluk yüzünden dolduramadıkları boşlukta patinaj çekiyor, bir ses bombası sessizliğin üzerine düşüyor.
"Doğu olmasın Lübnan olsun"
Yanımda beni dikkatlice izleyen bir kadın var. "Yoldan mı geldin yola mı gideceksin" diyor. "Yola gidiyorum" diyorum. "Siz?" "Yok ben yeğenimi geçiriyorum." "Allah kavuştursun, nereye gidecek?" diyorum. "Isparta" diyor. "Isparta'dan sonrası belli değil" diye ekliyor. Biliyorum Isparta Komando Birliği'nin acemisinin yetiştiği yer. "Hayırlısı olsun" diye mırıldanıyorum. "Öyle" diyor. "Doğu'ya gitmesin de aman..."
Bunca zamandır, bunca törendir aklıma gelen dilime geliyor, "Bu askerlerden bir kısmı Lübnan'a da gidebilir ama" diye bir çırpıda konuşuyorum. Aslında orada en söylenmeyecek şey biliyorum. Adı Nezahat olan kadın, "Olsun" diye yanıt veriyor. "Lübnan dindaşımız." Gülüyorum ister istemez. "Doğu değil mi?" diye soruyorum. "Orda hainlik var" diye inançlı gözlerle konuşuyor. Mazlumlar ve zalimler, olaylar ve bakışlar değişiyormuş diyorum, içimden bu kez...
Doğu'daki "hainlik"ten korkan, diline onlar Kürt demeyi getiremeyen bu kadın öylesine üzgün ki... Bir şey demiş olmak için, "Evet Lübnan'da da çok zulüm oldu" diyorum. "da"nın başka neredeki zulmü vurguladığı havada asılı kalıyor.
Memet'ten Memet'e yoktur merhamet
Otobüs geliyor. Kalabalık açılıyor. Tatile bir an önce başlamak isteyen tedirgin şortlular, sanki mevzilerini bırakıp gidiyorlarmış gibi onları kınayan kalabalığın içinden sıyrılıyor. Otobüse biniyor...
Kafası iyice kazınmış, son sıcak yaz günlerinde kulakları güneşte kavruk olacak 88'liler de, hayatlarını bir süreliğine donduracak yeni bir döneme doğru, biniyorlar otobüse...
Aklıma, "Memet'ten Memet'e yoktur merhamet" diyen türkü geliyor. Otoyolda karşılaşıyoruz, Metro Turizm'in şoförünü dövüyor asker uğurlayanlar... Bizim şoför olaya müdahale ediyor. Şoförü dayak yiyen otobüsün muavini telaşlı, "Abi yolda takip etmeyi kesmediler, tehlikeli oluyordu, uyardık, kavga çıktı" diyor.
Onları bırakıp devam ederken yola, şoförle hemfikir oluyor yolcular: Asker uğurlamaları nizami olmalı! (AÖ/EK)