Seçim sürecinde ana akım medyanın muhalefet partilerine karşı tutumu, kullandığı çatışmacı ve ayrıştırıcı dil birçok kesim tarafından tepki gördü. Her gün televizyon ve gazetelerde muhalif siyasiler terörist ve düşman ilan edildi. Bu şiddet ve kin besleyici dil toplumu derinden sarstı.
Seçim sürecinde ve sonrasında medyada yaşanan gelişmeleri, görünürlüğü ve kullanılan dili Barış İçin Akademisyenler'den Doç. Dr. Esra Arsan bianet'e değerlendirdi.
Arsan medyanın tek sesliliğine karşı demokratik seçimlerin temelinin çok sesli medya olduğunu ve seçime katılan her partinin eşit propaganda hakkı olması gerektiğini ifade ediyor.
"Medya muhalefeti hiç görmedi"
Seçim döneminde genel olarak medyayı nasıl değerlendirirsiniz?
Bu seçim dönemi seçimler tarihi boyunca medyanın belki de en az etkili olduğu dönemdi Türkiye’de. Çünkü ortada bir medya, çok sesli bir medya yoktu. Tek sesli, iktidarın propagandasını yapan bir medya vardı.
Muhalefet partileri açısından da bir medya yoktu. Çünkü muhalefeti hiç görmediler. Ana akım dediğimiz kanallar, [gerçi ana akım medya diye de bir şey kalmadı ama] yani çok izlenen Atv, Kanal D, CNN, NTV, A Haber, Show Tv gibi kanalların hepsi bire bir iktidarın propagandasını yaptı. Hâlbuki normal demokratik bir seçimde çok sesli medya esastır ve seçime katılan her partinin eşit propaganda hakkı olmalıdır.
"Medyaya güven sarsıldı"
Medya başarısız oldu diyebilir miyiz bu seçim döneminde?
Total medya hakimiyeti olan bir iktidarın yani diğer anlamıyla her anlamda büyük, geniş kitlelere ulaşan medyayı elinde bulunduran iktidarın, bu medya vasıtasıyla dezenformasyon yayması ve kendi propagandasını yapmasına rağmen büyük kentlerde seçimleri kaybetmiş olması çok ciddi anlamda medyaya güvenin sarsıldığı anlamına geliyor. İnsanların medyaya itibar etmediği ya da izlemediği gerçeğini ortaya koyuyor ki buna AKP seçmeni dahil.
Medya en başından beri yoktu bu seçimde derken kastetmek istediğim şey medyanın etkisizliğiydi. İnsanlar medyadan gelen mesajları dikkate almadılar.
Seçmen oy verme pratiğinde ekonomik ve sosyal meselelere dönük kendi güncel problemlerine dönük, iktidarla olan problemlerine dönük meselelerden yola çıkarak karar verdiler. Dolayısıyla medyanın bir gücü yoktu bu seçimlerde.
"İktidarın seçimleri kaybetmeyeceği çıkarımıyla hareket etti ama yanıldılar"
Propaganda döneminde televizyon ekranlarında Buket Aydın’ın Kemal Kılıçdaroğlu’nun söylemlerine kahkaha atmasını veya Turgay Güler’in Ekrem İmamoğlu’nu aşağılayıcı bir dil kullanmasını nasıl değerlendirirsiniz?
Ana akım medya dediğimiz, [ana akım diyoruz ama ana akım olduğu tartışılan, iktidar medyası diyeyim] iktidar medyası ve medya personeli (Kılıçdaroğlu’na, ekranda İstanbul’u, Ankara’yı alacağız dediği zaman gülen, onu espri yapıyor gibi değerlendiren, TV spikerleri de dahil olmak üzere) herkes aslında iktidarın yani AKP’nin seçimleri kaybetmeyeceği yönünde bir çıkarımla hareket etti. Çünkü AKP kaybederse onlar da kaybetmiş olacaklar ve muslukları kesilecekti.
Çünkü 25 yıldır İstanbul’da, Ankara’da AKP’nin ciddi bir hakimiyeti var. Zaten seçmen davranışı da son yıllarda iktidarın değişmeyeceğine yönündeydi. Seçmen davranışı olmasa bile seçim sonrasında yaşanan birtakım şaibeli durumlar nedeniyle AKP’nin asla seçim kaybetmeyeceği gibi bir ön yargıyla veya varsayımla hareket ettiler ki zaten en çok bunun için yanıldılar herhâlde.
"Gerçek gazetecilerin yerlerine oturmuşlar"
Seçim akşamı ne kadar yanlış bir yerde olduklarını görmüşlerdir diye umuyorum. Ama öte yandan zaten kendilerinden doğru bir tarafta durmalarını, doğru gazetecilik yapmalarını veya etik davranmalarını beklemiyoruz. Çünkü bunlar iktidar ya da destekçileri tarafından satın alınan medya organlarının personeli. Gerçek gazetecilerin yerlerine oturmuş, bulundukları yerleri hak etmeyen kifayetsiz insanlar. Dolayısıyla yaptıkları davranışların gazetecilik bağlamında değerlendirilmemesi gerekiyor.
Nerede çalışıyor olursanız olun, iktidarın kanalında ya da iktidarın sahiplik mekanizması içinde olan havuz medyası dediğimiz medyada bile çalışıyor olsanız temel insani vasıflarınız gereği, ahlaki duruşunuz gereği böyle bir şey yapmamanız gerekiyor.
Ama yaptılar. Belki de onlar iktidarın kaybetmeyeceğine çok güveniyorlardı. Çünkü ne yapıp edip kazanan bir iktidar düşüncesi herkeste hakimdi. Dolayısıyla böyle bir rahatlık içine girdiler ama sonuç ortada.
Şimdi durumu toparlayamıyorlar ve bunun nasıl olduğuna şaşırıyorlar. Yeni yeniden bir darbe, bir FETÖ operasyonu gibi, demokratik yolla seçilmiş, seçimde oy alarak başkanlığa gelmiş belediye başkanlarını suçluyorlar, darbe yaptılar gibi saçma sapan komplo teorilerine başvuruyorlar. Çünkü sıkıştılar.
Medya, mümkün olduğu kadar gerçeği geciktirerek, olmuş olan bir olayı hala olmamış gibi yaparak, insanlara yalan söyleyerek seçimin daha bitmediğini, muhalefetin kazanmasının bir komplo ve bir darbe olduğunu öne sürerek saçma sapan haberler yapıyor. Çünkü bu medya ve medya çalışanlarına sürpriz oldu.
"Medyada şiddet dilinin daha fazla yükselmeyeceğini düşünüyorum"
Seçim öncesinde iktidar ve ittifak yaptığı parti medyaya sürekli şiddet ve çatışma dili empoze ediyordu. Aslında seçim günü ve gecesi bu söylemler yerini dostluk ve kardeşlik nidalarına bıraktılar ama seçimden galip çıkılamayınca siyasiler ve medya, seçim öncesinde olduğu kadar olmasa bile tekrar bu çatışma dilini kullanmaya başladı. Kullanılan bu ağır dil hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ben medyada şiddet dilinin artık daha fazla yükselmeyeceğini, tam tersi bu çatışma dilinin bir süreliğine ortadan kalkacağını düşünüyorum. Seçim gecesinde Ekrem İmamoğlu’nun konuşmalarından sonra özellikle sosyal medyada “Demek küfretmeden, hakaret etmeden, aşağılamadan, nefret söylemi kullanmadan konuşulabiliyormuş. Böyle de bir politikacı varmış” gibi bir kanı oluştu.
Bu hem AKP seçmeninden hem de muhalif gruplardan gelen bir yorumdu. Ben toplumun, insanların biraz kendine dönüp çatışmacı dilden uzaklaşmanın ne kadar huzur verici, ne kadar normalleştirici bir şey olduğunu gördüklerini düşünüyorum.
Ekrem İmamoğlu ya da diğer il ve ilçelerde kazanan muhalefet adaylarının hep birleştirici, kaynaştırıcı, kardeşlik ve barış söylemleriyle ortaya çıkmış olmaları, halka rahat bir nefes aldırmaları “Ya bir dakika, aslında biz sevinebiliyormuşuz, biz huzur duyabiliyormuşuz, aslında biz bundan sonra iyi şeyler olacak diyebiliyormuşuz” gibi bir ferahlama yarattı.
O nedenle Erdoğan’ın siyaset ve medya danışmanlarının da bunu görebilen insanlar olduklarını ve bu çatışmacı söylemi değiştirebileceklerini düşünüyorum. (HA)
SEÇİM DÖNEMİNDE MEDYA 1
Doç. Dr. Suncem Koçer: "Çeşitliliğin Olmadığı Medyanın Sonuçlarını Yaşıyoruz"
Doç. Dr. Esra Arsan: "Medya, Gerçeği Olabildiğince Geciktirmek İstiyor"