Acı beni esir aldı.
Hiçbir şey yapmama izin vermiyor.
Hiçbir şey okuyamıyorum, okumaya çalışıyorum ama anlayamıyorum okuduklarımı. Televizyon izleyemiyorum; izlesem bile anlamıyorum.
Konuşurken cümle kuramıyorum kendimi ifade edebilecek.
Söylenenleri algılayamıyorum.
Yemek mi yiyorum, yemekler mi beni yiyor, bilmiyorum. Uyku değil uyuduklarım, sızıyorum zaman zaman.
Üstelik tüm bunlar tam da hayatımın en heyecan verici projesini yapma aşamasında oluyor; Kitabımdaki "Araba Aldım Kadın Oldum" öyküyü kısa film yapmak için kolları sıvamışken.
Haksızlık bu.
Yaşadığım ilk haksızlık değil elbet. Ben çok yaşadım bunu daha önce. Ama ilk kez ağrılar beni esir alıyor. Eskiden de ağrılar yüzünden yapmak istediğim pek çok şeyi yapamadığım, gitmek istediğim pek çok yere gidemediğim zamanlar oldu, ama ilk kez kendimi ağrılara tutsak olmuş hissediyorum.
Yazı da yazamıyorum. Çünkü oturamıyorum.
Çok oldu yazmayalı.
Okur mektupları geliyor, acıdan uyuşmuş bir halde okuyorum, o yüzden cevaplayamıyorum uzun zamandır okur mektuplarını.
Bazıları sevindiriyor bazıları üzüyor beni.
En çok üzüldüğüm de, Biamag'a yazdığım "Diyarbekir'in sesi" başlıklı yazımdan sonra yazmaya verdiğim mecburi ara uzayınca bazı okurların, Bianet'in artık yazılarımı istemediğini sanmaları oldu.
Böyle sanan okurların Bianet'i iyi takip etmediğini düşünüp üzülmekten başka bir şey yapamadım.
Dünyanın değişik yerlerine çeşitli nedenlerle savrulmuş Diyarbekirlilerin, yazımla hasret gidermeleri, duygularını paylaşmaları ise çok mutlu etti beni.
Gelen çok sayıda okur mektubuna, "Diyarbakır izlenimleri" ve "neden yazmıyorsun" gibi sorular ortak olduğu için, izninizle burada cevap vermek istiyorum.
Diyarbakır'da dört şahane gün geçirdim. Bu dört şahane günü bir tek yazıya sığdırıp, yazamadıklarım yüzünden üzülmek istemiyorum. Yazmaya başlasam dört günde dört cilt yazarım gibi geliyor.
Belki de yazabileceğime inanmıyorum orada yaşadıklarımı, o yüzden yeltenmiyorum.
Bilmiyorum.
Ama yazacağım geç de olsa bir gün. Borcum olsun Diyarbakır'a.
İzninizle şimdilik bir kaç satırla, izlenimlerimin özetinin özetini yazayım da okurlarımızın merakına su serpmiş olayım.
İçtiğim ayranları ya da meyan şerbetini, çayları, suları, yediğim yemekleri, konuşmaları, selamları, şarkıları, sohbetleri, iyiliği ve kötülüğü, bakışları, gülüşleri, aşkları, arkadaşlıkları, acıları, yoksulluk ve yoksunlukları, sevinçleri ve üzüntüleri ve coşkuları, dansları, müzikleri, türküleri, resimleri, karikatürleri, filmleri, yaşlıları, gençleri, çocukları, kadınları, körleri ve topalları ve sağırları ve delileri, surları, köyleri ve kasabaları, çiçekleri, böcekleri, tavşanları, keklikleri, kedileri, sesleri ve renkleri ve aşiti'leri ve Kürtçe'nin şiirini anlatmaya yeltenmeyeceğim şimdilik.
Yeltenmeyeceğim, çünkü birini anlatsam diğerinin hatırı kalır.
Sadece şunu söylemek istiyorum Diyarbakır'la ilgili:
Anadolu'daki tüm sesleri ve renkleri barış için buluşturmaya çalışan binlerce insandı Diyarbakır.
Binlerce kişinin hep bir ağızdan söylediği şarkıların nakaratı "Aşiti" idi Diyarbakır'da.
Hayatımda duyduğum en tüyler ürpertici, en iç burkucu, en coşkulandırıcı sesti Diyarbekir!in sesi.
Ve ben bir tek şey düşündüm o sesi duyarken: Diyarbakır şiirdi; Acıyı bal eylemiş!
Sonra Diyarbakır'dan öğreneceğimiz çok şey olduğunu düşündüm.
Sonra İstanbul'da binlerce kişinin hep bir ağızdan söylediği şarkıların nakaratının, "Aşiti" olduğunu hayal ettim. Bu hayalim gerçekleşmediği sürece orada şarkıların nakaratının "Aşiti"den başka bir şey olamayacağını düşündüm.
Şu anda çektiğim acıların sebebi: Diyarbakır.
Ne yazık ki, Türkiye'de şarkıları bu kadar coşkuyla söyleyen başka bir şehir görmediğim gibi, kaldırımları bu kadar yüksek başka bir şehir de görmedim.
Diyarbakır, konuşmamı dinlemeye gelenlerin, "Ama" ile başlayan cümleler kurup beni delirtmeyen tek şehir olması açısından ilkti hayatımda.
İlk kez beni sadece anlamak için dinledi; Anlamak için soru sordular konuşmamı dinlemeye gelenler.
Gittiğim her şehirde yaptığımı orada da yaptım, eleştirdim belediyeyi kaldırım ya da merdivenler yüzünden, ama savunmaya kalkışmayıp, "Bir dahaki gelişinizde her şey değişecek!" diyen ilk şehir oldu Diyarbakır.
Diyarbakır yüzünden çektiğim acıların üstüne yine Diyarbakır'dan öğrendiklerim sayesinde çıktım.
Acılar duruyor yerinde.
Eksilmiyor hiç.
Ama yaşamak için, acının altında ezilmemek için, acıların üstüne çıkmamız gerektiğini öğrendiğim şehir: Diyarbakır
Ve çıktım.
Sanırım.
Galiba yani.
Çıktım ki bu yazıyı yazıyorum...
* * *
Siz bu yazıyı okurken ben ya Munzur Çayı'nda kulaç atıyor ya da Munzur'un güzelliğini içime çekerek gevezelik ediyor olacağım.
- Vali festivali erteledi mi!
- Bana ne?
- Festivale beni vali davet etmedi ki! (NG/BA)