Bu yıl beşincisi düzenlenen Diyarbakır Kültür Sanat Festivali 'ne davet edildim.
O kadar sevindim ki, günlerdir Diyarbakır'la yatıp Diyarbakır'la kalkıyorum.
İstanbul'un hava durumunu dinleyemiyorum, Diyarbakır'da havayı merak etmekten.
Neredeyse bir haftadır görüştüğüm herkese, selam vermeden önce Diyarbakır'a gideceğimi söylüyorum. Bazı arkadaşlarım sevincimi paylaşırken, bazılarına anlamsız geldi bu kadar çok sevinmem. Kimileri de, "Neden bu kadar çok seviniyorsun?" diye sordu.
Herkese farklı cevaplar verdiğimi yazmaya başlayınca fark ettim.
"Çünkü meyan şerbetini özledim."
"Çünkü karpuz, kavun çekirdeği yemeyi özledim."
"Çünkü evde biber salçası kalmadı. Dolmalık patlıcanlar bitmek üzere."
"Çünkü Şehmuz Diken'le tanışmayı çok istiyorum."
"Çünkü yıllardır göremediğim, çok sevdiğim insanlar var Diyarbakır'da."
"Çünkü Diyarbakır'ı seviyorum."
Sevincimi sorgulayanları sorgulamayı erteleyerek, Diyarbakır'ı sevme nedenlerimi kendi kendime sormaya başladım.
1977 yılıydı Diyarbakır'ı ilk duyduğumda.
O yıla kadar Diyarbakır Türkiye'deki 67 ilden biriydi. (1977 yılındaki il sayısı)
Üniversiteye başlayalı birkaç gün olmuştu, ben İstanbul Teknik Üniversitesi 'nin o zamanki Maçka Maden Fakültesi 'nin koskoca binasında kendimi minnacık hissederek dolaşıyordum.
Güliver'in devler ülkesindeki haline benzetiyordum kendimi. Kimse farkıma varmıyor, kimse benimle konuşmaya yanaşmıyordu. Konuşan ikili, üçlü ya da daha kalabalık gruplara yanaştığımda bir süre sonra onlar sınıflara ya da kantine doğru yürümeye başladığında ben yine tek başıma kalıyordum.
O kadar büyüktü ki herkes, onların adımlarına ayak uydurmam imkansızdı benim için.
Çok iyi hatırlıyorum, o yıllarda ben sakat olduğum için değil de, onlar çok büyük o yüzden ben onlara yetişemiyorum, diye düşünürdüm.
Bacağım sakattı, ama ben sakat değildim! Özürlü ya da engelli zaten olamazdım, çünkü henüz Türkiye'de özürlü ve engelli yoktu o yıllarda.
Nereden geldim buraya? Konu Diyarbakır değil miydi? Diyarbakır sevgisi.
Yine bir gün koskoca binada, kocaman insanlar arasında dolaşırken yorulup bir kalorifer peteğinin üzerine oturdum dinlenmek için. Biraz sonra yanıma koskocaman iki adam geldi oturdu. Beni görmediler sanki, göremezlerdi tabii, o kadar minnacıktım ki!
Konuşmaya başladılar.
Hiç duymadığım, ne olduğunu anlamadığım bir dilde. Konuşmalarından anladığım tek şey, "Diyarbekir" kelimesiydi. Şarkı dinler gibi dinliyordum onları. Şarkının en güzel yeri de, "Diyarbekir" kelimesi geçen bölümlerdi.
Bir aşığın sevgilisinin adını hasretle söylemesine benziyordu "Diyarbekir" deyişleri.
Sonra çekip gittiler, benim hiç farkıma varmadılar.
Ben o gün sevdim Diyarbekir'i.
Daha sonra, onların birinin Batmanlı, birinin Urfalı olduğunu, konuştukları dilin Kürtçe olduğunu, ama Kürtçe konuşmanın yasak olduğunu, İTÜ'de yasaklara karşı koyan binlerce kişi için ise yasak değil ayıp olduğunu öğrendim.
Sonraları ülkeyi kurtarma planlarını daha rahat yapabilmek için ada, ya da ormanlara pikniğe gittiğimizde, konuştuklarında eleştirilen insanlardan, o yasak dilde türküler istenmesi şaşırtırdı beni.
Yine o gezilerde duydum Ahmet Arif'in "Seni Diyarbekir gibi düşünüyorum / Seni baharmışın gibi düşünüyorum" dizelerini.
İster Mardinli, ister Urfalı, Ağrılı ya da Vanlı, o şiirde "Diyarbekir" derken hepsi, ben Diyarbekir'in sesini duyuyordum.
Ben o sesi sevdim.
İlk kez 1980 yılında gittim Diyarbakır'a. Haksız değilmişim görmeden sevdiğim için.
1982'de bir gün aşık oldum. Annemle babama söylediğimde, babam ilk olarak, "Nereli?" diye sordu. "Diyrabakırlı" dedim. "Ben Kürtlere kız vermem!" dedi.
Çok şaşırdım ve kızdım. Şaşkınlığımın nedeni: O yıllarda Türkiye'de Kürt yoktu ki!
Kızgınlığımın nedeni: Ben neydim ki beni vereceklerdi!
Kızgınlığım ağır bastı, "Sizden bir şey isteyen yok, biz evleneceğiz!" dedim.
Beni daha da çok şaşırtan, Diyarbakır tarafının, "Kala kala o sakat kıza mı kaldın?" demesiydi. Ki o yıllarda Türkiye'de sakatın adı yoktu!
25 yılda pek çok kez gittim Diyarbakır'a. Sevinçlere ve acılara tanık oldum. Çok güldüm, çok ağladım Diyarbakır'da.
Ama sevmekten hiç vazgeçmedim.
Yıllar önce beni sakat olduğum için istemeyen Diyarbakır, şimdi sakat olduğum için çağırıyor.
Bu gözyaşartıcı değişikliği yaşayan bir kent Diyarbakır.
Jı Diyarbekir hezdıkım.* (NG/EÜ)
*Diyarbakır'ı seviyorum.
Diyarbakırlıların dikkatine: 30 Mayıs Pazartesi, Büyükşehir Belediyesi Burhan Karadeniz Cep Sineması'nda, saat 12:00 - 14:00 arası, "Vicdanın Dili'' başlıklı söyleşiden sonra kitabımı imzalayacağım.
Görüşmek üzere.