bizim (doğuluların) gerçeğimizdir.
Gabriel Garcia MARQUEZ
İnsanın kendini anlatmasının en iyi yollarından biri, kentini anlatmasıdır. Hele bu kent kendi kimliğiyle özdeşleşmiş bir kentse, yani Diyarbekirse bu daha manidardır. Neden bir kent, neden Diyarbekir diye sorulursa, yanıtı da çok açıktır. İnsanın genlerinde olmayan bir kenti yaşaması da, yazması da na mümkündür de ondan...
Şairin; Aleme geldi ki / bir taşı terk etme dil / taşı da nakşı da / mahveder eyyam-ı zaman demesine denk düşer gibi; bu şehri kadimin binler yıllık surlarının her düşen taşı, insan bedeninden dökülen, ya da kırılan bir diş kabilinden. Biri çıkıp neden bir taş bu denli önemli diyebilir. Önemli, çünkü tarihe tanıklık edecek türden görevleri var o taşların.
Dünyada ilklerden kabul edilecek beş önemli değeri var Diyarbekirin: Beş yüz yıldır dört sütun üzerinde duran minaresi, beş bin yıldır asırlara meydan okuyan 5.5 kilometrelik surları, dünyada o boyutta örneği olmayan kemeriyle ünlü Malabadî Köprüsü, sur içinde örümcek ağı benzeri dünyanın ilk kanalizasyon sistemi ve bezemeleriyle kılıflı minare olarak bilinen Safa (Parlı) camii. Üstüne üstlük surlar içinde yaşayan ve ete kemiğe bürülü tek şehir Diyarbekir.
Bütün bu nedenlerle boşuna dillendirmemişler. Pir a Batman ê, Dîvar a Binyan ê, Deyr ê Axtirman ê, Beden ê Amed ê; xerab nabe heta axir zeman ê. *
Bu şehirde yaşayan ve yaşamayı da kendine sanat edinenler biliyorlardı ki; kentli olmak ve kentin olmazsa olmazlarını bilmek ne kadar da önemliydi! Ne miydi onlar? Dört M diye belirlemek gerekir belki de. Mimari, mutfak, musiki bir de mezar. Kendimize ve kentimize has mimari yapılarımız yoksa, mutfağımız göçebelikten öteye gidememişse, musikimiz tek telliyse ve de mezarlığımızda bizden önceki birkaç nesil yatmıyorsa oradaki hayata kent hayatı demek ne kadar mümkün?
Diyarbekir şükür ki, o türden değil. Binler yıldır iktidarların surlarının dışında kalan insanlar kendi surlarını örmüşler bu şehre. Ve kendi hayatlarını romanlaştırmış, kendi hayatlarının oyuncuları olmuşlar. Yetmemiş, iktidarların surlarında açılan her gediğe de talip olmuşlar. Memleketimiz Diyarbekir, vatanımız dünya demişler. O da yetmemiş. Ya Diyarbekirdeyiz ya da dışında demişler.
Adeta saklı bir kentte yaşadıklarını bilmişler. Uzunca ve binler yıl saklı kentlerinin gizini taşlara nakşedip kendilerine saklamışlar. Taşlardır bekâ, taşlardır ebediyet. / Taştan başka ne bırakır geriye medeniyet derken, açılmaya ve kabuklarını kırmaya karar vermişler. Gelin tanış olalım demedeler şimdilerde...
Çünkü biliyorlar ki; kendisine derdini söyleyenlere sor beni demede bu şehri kadim. Asıl derd-u derunundan darbeliler anlar halinden onun. Aydınlık bir şehirde karanlıkta kalmamanın, kör kuyularda merdivensizliğin kıymetini ancak bu şehir ve bu şehirliler bilir.
Şehir çağırıyor sizleri... Emin olun bu şehir var ettiği insanlarının değerlerine ve hikâyelerine hiç ihanet etmedi, etmeyecek de. İnsanları mı? Onlar hakkında karar vermeyi de, bir geçmişlerine, serencamlarına bakın, bir de tanıştıktan sonrasına... (ŞD/BB)
* Batman (Silvan) Malabadî Köprüsü, Pervarideki Bınyan duvarı, Van gölündeki Akdamar kilisesi ve Diyarbekir Surları; dünyanın sonuna kadar yıkılmayacak.