“Halkın katılımı toplantılarından birinde bir köylü elinde beş litrelik su bidonuyla geldi. Sapsarı. ‘Şu suya bir bakar mısın?’ dedi. Kapağını açtım, leş gibi hidrojen sülfür kokuyor. ‘Dün akşam köye yağmur yağdı. Yağmurla birlikte yeryüzüne inen su bu’ dedi. Bu dramatik örneği görünce tüylerim diken diken oldu. Üç-dört kilometre kuzeybatımızda İkizdere Barajı var. Aydın’ın bütün içme suyu ihtiyacını karşılıyor. Havada asılı duran gazlar yağmurla iniyor, barajda birikiyor. Bu kadar vahim bir durum.”
Bu sözler, Aydın’da Büyük Menderes ve Gediz havzalarındaki jeotermal enerji santrallerine (JES) karşı açılmış davaların birçoğunun avukatlığını yapan Akın Yakan’a ait.[i]
Aydın’da jeotermal enerji santrallerinin geçmişi çok uzun. Türkiye’deki ilk jeotermal kaynak 1966’da bu bölgeden çıkarıldı. Günümüzde Aydın Ovası’nda 2000’den fazla kuyu, 40’ın üzerinde faal JES var.
Bölgede ölüm oranları Türkiye ortalamasının çok üstünde. Akciğer hastalıkları, kanser ve nörolojik hastalıklar gölgede sık sık karşılaşılıyor.
Ergene, Gediz ve Büyük Menderes nehirleri kirlilik yarışında başı çekiyorlar. Balıklarda lityum, berilyum, bor, krom, kobalt, rubidyum, kadmiyum, kurşun, vanadyum ve uranyum sınır limitlerinin üzerinde. Tarım ürünlerindeki kalite düşüşü ise cabası.
Diyarbakır’da jeotermal arayışında artış var
Aydın’da tablo buyken son dönemde Diyarbakır’da da jeotermal enerji arayışları bir hayli artmış durumda. Yer yer bu yönde enerjiler çıkarılırken, Diyarbakır Su ve Kanalizasyon İdaresi'ne (DİSKİ) bağlı ekipler bunun için boru döşemeye bile başlamış.
Yakında zamanda ise kentte Ticaret ve Sanayi Odası’nda “Diyarbakır’da Jeotermal’in Yeri” konulu bir konferans yapılarak, çıkarılacak enerjinin bölgeye katkısı üzerine sunumlar da yapılıyor.
"Diyarbakır’ı Aydın'la aynı tehlike bekliyor"
Ekoloji aktivisti Güner Yanlıç, bölgenin “çözüm süreci” ile birlikte sömürüye açıldığı görüşünde.
Endüstriyel düzeyde kâr amaçlı yapılacak rüzgar, güneş ve jeotermal enerji santrallerinin sermayece fütursuzca kullanıldığını söyleyen Yanlıç, “Yeryüzün bir dengesi vardır, yeraltında biriken jeotermal suyu hızlı bir şekilde boşaltırsan, o su içindeki ağır metallerle gelecektir. Çıkarttığın o suyu kullandıktan sonra geri ne yapacaksın, dereye, nehre ya da göle aktaracaksın. Buradan senin tüketebileceğin alana kadar gelecek. Aydın’da incir ve zeytin üzerinden gündem olmuş ama fark etmiyor ağır metaller bütün bitkiler ve canlılar için zararlıdır. Aydın’da kimse artık tarım yapamıyor. Zeytin’de verim düşmüş ve ekosistemin içinde yer alan canlılar yok oluyor. Diyarbakır’ı da aynı tehlike bekliyor” diyor.
"Doğa kendini onaramayacak"
Yanlıç, Diyarbakır'ın kuzeybatısındaki Çermik’te 500 yıldan fazladır kendi kendine çıkan jeotermal suyun doğaya adapte olduğunu dile getiriyor. Ancak sermayenin buraya yüklenmesi durumunda doğanın kendisini onaramayacağını ve bu vesile ile zarar göreceğini ekliyor:
Ruhsat çıkarılırsa 10 yıl içinde yoğun şekilde çıkarılacak jeotermal su ile birlikte beraberinde gelen ağır metallerle Çermik’in doğası, bitkileri ve canlıları ölümcül noktaya taşınacak. Yetmiyor, Diyarbakır’da Kulp’ta, Lice’de, Karacadağ’da da her yerde çalışma var.
Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü (MTA) hepsinin yerini tespit etmiş, buralara sermaye girecek. Sermaye Karacadağ’a 100 tane sondaj vurduğu zaman 10 yıl sonra yer altında su da kalmayacak. O sular büyük boşluklar oluşturacak.
"Diyarbakır’dan Basra Körfezi’ne kadarlık ekosistem etkilenecek"
İleride jeotermal enerjinin Diyarbakır için bir felaket olacağını söyleyen Yanlıç şöyle devam ediyor:
Diyelim ki, Kulp’ta jeotermal enerji santrali kuruldu. Kulp’taki o atık, Dicle Nehri’ne geliyor. Dicle Nehri’nden Basra Körfezi’ne kadar bir ekosistem var ve oraya kadar etkiliyor ama böyle bir kaygı taşımıyorlar.
Jeotermal su ile çıkan ağır metaller kanser yapıp ölümcül sonuçlar ortaya çıkaracak. O yüzden Basra Körfezi'ne kadar ekolojik kırıma neden olunacak. Çünkü o nehirden su içen canlılar ile beslenenlere ağır metaller geçecek. Bu da tüm canlı yaşamını tehdit ediyor.
Elektrik üretiminin yalnızca yüzde 1,68’i jeotermalden
Türkiye’de 2021 verilerine göre; elektrik üretiminin yüzde 21,54’ü doğalgazdan, yüzde 19,68’i kömürden, yüzde 31,55’i hidroelektrikten, yüzde 10,63’ü rüzgârdan, yüzde 1,68’i jeotermalden, yüzde 7,83’ü güneş enerjisinden ve yüzde 7,09’u ise başkaca kaynaklardan elde edilmiş.[ii]
Türkiye’nin jeotermal enerji kaynaklı kurulu gücü Haziran 2022 itibariyle 1.686 MW. Bu 2002’de yalnızca 15 MW idi.
Konut ısıtması 2002’de 30 bin konutla sınırlıyken bugün 125 bin 820 konuta ulaştı. Sera ısıtmasıysa 2002’de 500 dönüm iken 2022’de 4 bin 52 dönüme çıktı.
"Bu enerjiye ihtiyaç var diyen yalan söylüyordur"
Yanlıç, bu tablo üzerinde ise sermayenin jeotermal enerji arayışını eleştiriyor:
“Bugün Türkiye’de elektrik enerjisinin yüzde 80’i sanayiye gidiyor. ‘İşte baraj yapmazsak elektriksiz kalırsınız’ deniliyor. Şırnak’ta baraj yapıyor, Şırnak'ta üretilen elektrik buraya verilmiyor ama Kocaeli’ye taşınıyor. Öyleyse zaten karanlıkta bırakıyorsun. Bir kandırmaca durumu var. Öyle olunca da sermaye ‘yenilebilir, sürdürülebilir, temiz enerji’ deyince bunun yalan olduğunu anlıyoruz. JES’ler enerji ihtiyacının yüzde 1,68’ini karşılıyor. Kim bu enerjiyi ihtiyaç için çıkarıyoruz derse yalan söylüyordur. Elektrikte kayıp kaçak oranı yüzde 10’larda. Önce bunu engellesinler.”
Aydın örneği ve halk sağlığı
Mekanda Adalet Derneği (MAD) ve Bir Arada Yaşarız Eğitim ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı (BAYETAV) işbirliğiyle gerçekleştirilen Büyük Menderes Havza çalışması çevre adaleti, gıda güvencesi ve güvenliği ile halk sağlığı hakkında ufuk açıcı bilgiler sunuyor.
Mesela jeotermal potansiyel alanların dağılımı incelendiğinde bu alanların yüzde 78’i Batı Anadolu’da, yüzde 9’u İç Anadolu’da, yüzde 7’si Marmara Bölgesi’nde, yüzde 5’i Doğu Anadolu’da ve yüzde 1’i diğer bölgelerde.
‘Temiz enerji, çevre dostu’ diye lanse edilen jeotermal enerjinin yanlış kullanımı Aydın'da halk sağlığı tehdit ediyor. Bölgede kanser vakalarının artmış olduğu raporlarla kayıt altına alınmış.
Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre; Aydın, Manisa ve Denizli illerinde 2015-2019 yılları arasında en sık görülen hastalıklar, akciğer hastalıkları (KOAH, astım), kanser (solunum yolu, cilt, gastrointestinal sistem), nörolojik hastalıklar (baş ağrısı, baş dönmesi, nöropati, inme, demans) olarak rapor edilmiş.
Tabip Odası’nda görev yaparken Aydın’ın sağlık verilerini araştıran Metin Aydın gözlemlerini şöyle aktarıyor:[iii]
Ölüm oranlarının Türkiye ortalamasının çok üstünde, hatta ilk üç il arasında olduğu gerçeğiyle karşı karşıya kaldım. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre dünyada ve Türkiye’de en fazla ölüme dolaşım sistemine bağlı hastalıklar sebep oluyor, Türkiye’de Aydın ikinci sırada. Son beş yıllık süreçte hep ilk üç il arasında olmuş. Anne ve bebek ölümleri Türkiye ortalamasının üstünde. Doğuşta beklenen yaşam süresi Türkiye ortalamasının altında.
Nüfus başı ölümlerin Menderes Nehri’ne yakın yerleşimlerde (mesela Yenipazar) daha fazla olduğunu; uzaklaştıkça azaldığını (mesela Kuşadası ve Didim) gördüm. Mental retardasyon (zekâ geriliği) ve kalıtsal hastalıkların da yüksek olduğunu TÜİK verilerine bakarak söyleyebiliriz. Menderes Nehri Ergene ve Gediz’den sonra en kirli nehir. Yüzyıllarca medeniyetlere ev sahipliği yapan, bolluk, bereket taşıyan Menderes Nehri artık atık taşıyan bir kanalizasyon niteliğinde.
Jeotermal tesisine yakınındaki incirde ağır metaller daha yüksek
Jeotermalin zararları bununla sınırlı değil. 2015’te Sunay Dağ’ın yürüttüğü tez çalışmasında Alangüllü bölgesinde jeotermal tesisine 600 ile 5 bin metre arasındaki uzaklıkta seçilen bahçelerde Sarılop incir çeşidinin yaprak ve kuru meyvelerinde çeşitli besin elementleri incelenmiş.
Bu çalışmanın sonucunda jeotermal tesise yakın mesafede bulunan incirlerin diğer mesafelerdeki incirlere kıyasla daha yüksek ağır metal (bor, kobalt, kadmiyum, kükürt) içerdikleri ve tesisten uzaklaştıkça ağır metal içeriklerinin azaldığı tespit edilmiş. Benzer şekilde tesisten uzaklaştıkça incir verimi ve kalitesi üzerindeki olumsuz etkilerde azalma meydana gelmiş.[iv]
Kısa ve Öz 28: Jeotermal enerji ve gıda güvenliği
Balıklardaki metaller sınır limitlerinin üzerinde
Ergene, Gediz ve Büyük Menderes nehirleri ise kirlilik yarışında başı çekiyorlar. 2019’da Ömer Ali Emek’in yürüttüğü tez çalışmasında Büyük Menderes Nehri’nin üç farklı bölgesinden avlanan sazan balıklarının (Cyprinus carpio) kas dokularında lityum, berilyum, bor, krom, kobalt, rubidyum, kadmiyum, kurşun, vanadyum ve uranyum metallerinin düzeylerinin sınır limitlerinin üzerinde olduğu tespit edilmiş.[v]
Bunlara ilaveten Ege Kuru Meyve ve Mamulleri İhracatçılar Birliği 2022/2023 sezonu çalışma raporu ve faaliyet planında, jeotermal kaynaklara yakın üzüm bağlarında, toprakta biriken bor elementi fazlalığının yapraklarda kadehleşme biçiminde şekil bozukluklarına neden olup verim ve kalitenin olumsuz etkilendiğini anlatıyor. [vi]
Dipnotlar:
[i] https://deretepe.org/jeslere-karsi-hukuk-mucadelesi/
[ii] TEİAŞ (2021). Elektrik İstatistikleri. teias.gov.tr/turkiye-elektrik-uretim-iletim-istatistikleri (Erişim tarihi: 20.06.2023)
[iii] https://deretepe.org/bir-halk-sagligi-sorunu-olarak-buyuk-menderes/
[iv] Dağ, S. (2015). İncirde Verim ve Kalite Üzerine Jeotermal Enerji Tesislerinin Olası Etkilerinin Belirlenmesi. [Yayımlanmamış doktora tezi]. Aydın Adnan Menderes Üniversitesi.
[v] Emek, Ö. A. (2019). Büyük Menderes Nehrinden Avlanan Sazan Balıklarında (Cyprinus carpio) Bazı Ağır Metal Düzeylerinin Araştırılması. [Yayımlanmamış yüksek lisans tezi]. Aydın Adnan Menderes Üniversitesi.
[vi] Ege İhracatçı Birlikleri (2023). Ege Kuru Meyve ve Mamulleri İhracatçıları Birliği 2022/2023 Sezonu Çalışma Raporu ve Faaliyet Planı. (Erişim tarihi: 20.06.2023)
(İY/HA)