Bakışından süzülen, işvene kurban olayım.
Lütfuna ermek için, söyle perişan olayım."
Beyatî Şarkı
Diyarbakır'da aşkı, sevdayı anlatacaksak eğer bizim kuşağın ilk gençlik heyecanlarının Yenişehir'ini yazmalı, konuşmalı.
Hani şair demişti ya, "Surların içi küncülü çörek, dışı pasta kokar". İşte o pasta kokan Yenişehir'i konuşmalı! 1970'li yılların Diyarbakır'ında, yani bizim çocukluktan ilk gençlik yıllarımıza geçişimizde, Yenişehir gerçekten yeni şehirdi.
Surların hangi noktasından ya da kapısından adım atarsanız, bahçe içerisinde evleri, yeşil çevresi ile yaşanabilecek mekânlar olarak Yenişehir çıkardı karşınıza.
Çiftkapı'dan çıktığımızda, Vilayete, oradan da Ofis'e kadar, genellikle bahçeli evler caddenin iki yanında dizilmişti.
Aradaki kesinti noktaları, yine bahçe içerisinde olmak üzere, Karayolları Bölge Müdürlüğü, Merkez Komutanlığı, Tarım İl Müdürlüğü, Vilayet ve okullar gibi kamu binalarıydı. Güzergah üzerindeki katlı binalar göz estetiğini tırmalamayacak yükseklikteydi.
Liseli aşıkların mekanı
Bu yapılar içerisinde Ziya Gökalp Lisesinin çok ayrı bir yeri vardı. Ve doğal olarak da lise caddesinin! Ziya Gökalp Lisesi'nin öğretmen ve yöneticilerinin giriş kapısının bulunduğu Lise Caddesini özellikle anlatmak gerekir.
1970'li yıllara kadar liseli aşıklara mekân olmuş, hemen bir çok kentli Diyarbakırlının anılarının ve aşklarının yaşandığı, lise caddesini vurgulamadan geçmek olmaz.
Liseli aşıklar o denli aşıklardı ki, gün boyu lise caddesini adımlamak bir yana; hemen her gün, çoğu kez de aşık olunan kızın haberi olmadan "dava"lar uğruna büyük kavgalara sahne olurdu Lise Caddesi.
"Dava"lar önemliydi. O denli önemliydi ki; gündelik argoya bile yansımıştı: "Birêmin (kardeşim) kızi sevecağsan, ama çaktırmıyacağsan."
İşte bu sevilen! ama sevildiğinden bi haber "dava"ların uğruna ne denli büyük kavgalar yaşanırsa, sevmenin de o denli büyük ve vazgeçilmez olduğuna inanılırdı o yıllarda (1960'lı yıllarda).
Onca takipten sonra
Hatta şimdilerde neredeyse o yılların klasiği olmuş bir de yaşanmış ilanı aşk hikayesi anlatılır Diyarbakır'da.
Yine böyle anlatıldığı gibi en az iki yıl süren bir "dava takibi" sonucu arkadaşları "Artık zamanıdır. Git şu sevdiğin, aşık olduğun kıza aşkını ilan et" derler.
Uygun pozisyonu yakalayan Diyarbakırlı "Sizinle arkadaş olabilir miyim?" klasik cümleciğini biraz da zorlanarak döktürür.
O kadar emindir ki, kızın kabul edeceğinden! "Hadi oradan, terbiyesiz" sözü hayal dünyasını allak bullak eder. Ve ağzından tek cümle kırık dökük bir halde çıkar: "Vaaa demağ êle oldi he!" (Ya! Demek öyle oldu ha!).
Nakif'in sevdası
Bir de Diyarbakırlı Nakif'in sevdası, ilanı aşkı anlatılır o günlere dair: Nakif'i tanımayanlara ince bir ayrıntı; hani meşhur Kör olasan Suzan Suzi şarkısı var ya! İşte o şarkının erkek kahramanı Nakif'tir.
Nakif Diyarbakır'da bir tarım kuruluşunda çalışmaktadır. Çalıştığı kurum senenin belli aylarında küçük pırpır uçaklarla havadan tarım zararlılarına karşı mücadele yürütmektedir. Nakif bu durur mu?
Her pırpırı havalandırdığında illa ki sevdiğinin Diyarbakır sur içindeki evinin üzerinden bir alçak uçuş yapacak. Camlar mı zangırdamış. Millet "Eyvah savaş mı çıktı!" deyip telaşa kapılacak Nakif'in zerre kadar umurunda değil. Ne çok sevdiğinin ilanatını yapmış ya! dünya aleme!
Hançepek'te Yakup'un kızı
Ve Diyarbekir'in en eski mahallelerinden biri Hançepek'ten Yakup'un kızı bir gece ansızın sevdiğine, hani ya o uzaktan bakışılanlardan sevdiğine kaçar. Mahalleli bu durmaz ki; ağızlarına pelesenk olur. Günlerce söylenir tekerleme;
Şeftali çiçek açti
Hançepek'i sel aldi,
Kıbrax Yakubın kızi
Gece kocaya kaçti.
Kapitalize olmamıştı aşk
Kim bilir belki de Diyarbakır'da aşk o zaman aşktı! Çünkü şimdiki gibi sevgi ve aşk sözcükleri bu denli maddileşmemişti. Sevmenin bedeli, yılda bir günle ifade edilen tek taş pırlantalara teslim edilmemişti.
Olmadı "değerinden daha ucuza bozdurulmuş" yalankavi sözlere bırakılmamıştı aşk.
Yani kapitalize olmamıştı aşk ve sevda. Sevmeyi ifade etmek için insanlar bir ömür boyu anlaşılsınlar istiyorlardı. Zaten tümüyle tüketim modeli haline dönüşen "sevgililer günü"nün de kimsecikler farkında değildi.
Ol sebepten ötürü çoğu kez feodal gururları incinmesin diye sevdiklerini aşklarını ifade etmekten imtina ediyorlardı. Sadece uzaktan izliyorlardı tek taraflı ilan-ı aşklarını. Bazen kaçamak bakışıyorlardı. Ufacık bir tebessüm yetiyordu bedelsiz aşkın yıllarca sürmesine.
Şimdi mi?
Ohho...
Şimdiyi ne sen sor ne ben söyleyim.
Kafeler, çiçekçiler, sahte ve boy boy bezden kırmızı kalp satıcıları, 14 Şubat'a özgü kandırmaca bezenmiş süslü tuzak vitrinler. Tatmin etmediyse, 650 bin ytl'ye çikolata ve elmasın birlikte kullanıldığı özel tasarımlar. Bir çok evde birkaç gün sonra belki de kavgaya dönüşecek yalan "seni seviyorum" uydurmaları; bugünün riyâkar yalanları.
Sevgi ve aşk mı yalansız, dolansız ve yaşam boyu olmalı.
Bir güne hapsedilmeyecek kadar erdemli.
Gerisini belki de kadim bir Diyarbekirli Halit Ötük Unutulmuş Aşklar adını verdiği şiiriyle getirmeli:
"Herkes bilirdi
Veysi ile Janet'in aşkını
Birbirlerini ne çok sevdiklerini.
Yarçenik'de vurgundu Aydın'a.
Bunlar,
Hep sevmekle kaldılar
Şimdi
Başka diyarlarda
Başka kıyılardalar.
Biri daha vardı
Unuttum ismini şimdi
Sırılsıklam tutulmuştu
Sınıfımızdaki Verjin'e
Dili olsa konuşabilse
Kilisenin duvarları,
Sokak başındaki elektrik direği.
Çanlar çaldığında,
Nasıl da çarpardı yürekleri.
Bir aşk hikayesi yazsaydım eğer,
Gömlekçi Yakup'un gözyaşlarını anlatırdım!
Mahalleden Suzan'ın adı geçmişti de
Usul usul ağlayıvermişti.
Belki de Sami Hazinses
'Derdimi kimlere desem
Başım alıp nere gitsem'
O Uşşak şarkısını
Gizli aşkı için bestelemişti.
Hiçbiri
Eremedi muradına
Bunlar
Hep sevmekle kaldılar
Şimdi
Başka diyarlarda
Başka kıyılardalar." (ŞD/BA)