Bir Arada Yaşarız Eğitim ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı (BAYETAV), Heinrich Böll Stiftung Derneği ve Diyarbakır Key Ma Kadın Girişimi Üretim ve İşletme Kooperatifi tarafından organize edilen ve bugün başlayan etkinlik 12 Aralaık günü sona erecek.
Etkinlikte, iklim değişikliğinin doğurduğu kırılganlıklara karşı kooperatifler aracılığıyla iklim dirençliliğinin nasıl artırılabileceği, gıda güvencesi ve güvenliğinin nasıl sağlanabileceği ve kooperatiflerin bu yönde nasıl güçlendirilebileceği üzerine oturum ve sunumlar düzenlenecek. Ayrıca, kadın emeğinin toplumsal yaşamda görünür kılınmasının, hem gıda sistemlerinin adil ve sürdürülebilir biçimde işlemesi hem de toplumsal barışın güçlenmesi açısından taşıdığı kritik önem de tartışılacak. Çalışma kapsamında İzmir’de faaliyet gösteren bazı kadın kooperatifleri de ziyaret edilecek.
Bugün yapılan oturum, BAYETAV Genel Sekreteri Bülent Şık, Heinrich Böll Stiftung Derneği’nden Cem Bico ve Diyarbakır KEY MA Kadın Kooperatifi’nden Meryem Özdemir’in açılış konuşmaları ile başladı.
BAYETAV adına söz alan Bülent Şık, BAYETAV olarak, İzmir ve Diyarbakır’da faaliyet gösteren sivil toplum örgütleri ile yerel yönetimler arasında bir köprü oluşturmayı, bilgi ve deneyim paylaşımını güçlendirmeyi ve yeni iş birliklerinin oluşmasına destek vermeyi amaçladıklarını dile getirdi.
Heinrich Böll Sitftung Derneği’nden Cem Bico “İklim değişikliğine dirençli kentler ve kır-kent ilişkisini toplumsal cinsiyet ve kadın emeği üzerinden tartışmak gerektiğini” ifade etti.
KEY MA adına konuşan Meryem Özdemir ise, Diyarbakır’da iklim krizi ve yoksulluğun en ağır yükünü kadınların taşıdığını hem tarımsal üretimde hem de görünmez bakım emeğinde en fazla sorumluluğun onlarda olduğunu belirtti. Özdemir, kadın kooperatiflerinin yalnız ekonomik bir yapı değil, aynı zamanda iklim dirençliliğinin ve toplumsal dayanışmanın en güçlü dayanaklarından biri olduğunu söyledi.
Toplantı tarım ekonomisi uzmanı İpek Topuzoğlu’nun “Tarımsal Yatırımların Planlanması” başlığını taşıyan sunumu ve söyleşisi ile devam etti.
Söyleşide kadınların bakım emeğinin ekonomik faaliyetlerin asli meselelerinden biri olmaması, tarımsal yatırımlar ile metalaşma, toprak ve su gibi fiziki varlıklar ile standardizasyon arasındaki ilişkiler tartışıldı.
Tarımsal üretimi mümkün kılan su, toprak, tohum ve ekosistemlerin “meta” olarak görülmesinin hem üretimin hem de doğal yaşamın kırılganlaşmasına yol açtığı; çünkü bu varlıklar piyasanın değil, ekolojik döngülerin kurallarına bağlı olduğu dile getirildi.
Suyu bir mal değil, yaşamın ortak kaynağı; toprağı yalnızca üretim girdisi değil, binlerce canlıyla birlikte işleyen bir ekosistem olarak görmenin önemi, onları metalaştırmanın, kısa vadeli kazanç uğruna uzun vadeli verimliliği ve toplumsal adaleti feda etmek anlamına geldiği belirtildi.
Bu perspektiften bakıldığında, kadın emeğinin görünmez kılınmasıyla su ve toprağın metalaştırılması aynı zihinsel çerçeveden beslenir: Yaşamı sürdüren unsurların değersizleştirilmesi. Oysa kadınların bakım emeği gibi ekosistemlerin sağladığı hizmetler de ekonomiyi dışarıdan tamamlayan unsurlar değil, yaşamın devamlılığının, ihtiyaçlarımızı karşılamaya yönelik bir üretim faaliyetinin özü olduğu tartışıldı. Bu bütünlük kurulmadığında yapılan tarımsal planlamalar hem etik açıdan sorunlu olduğu hem de sürdürülebilirlik iddiasını kaybettiği dile getirildi.
Çalışma neden yapılıyor?
Diyarbakır’da kooperatifleşme, geçmiş olumsuz deneyimler ve kurumsal yetersizlikler nedeniyle uzun süre istenen düzeye ulaşamadı.
Tarım ve hayvancılık alanında çeşitli kooperatif ve birlikler bulunsa da ortak makine kullanımının ötesine geçen, ürün işleme ve birlikte pazara erişim sağlayan sürdürülebilir modeller yeterince oluşamadı. Bu durum hem yerel katma değerin azalmasına hem de iklim değişikliği karşısında kırılgan üretim sistemlerinin güçsüz kalmasına yol açtı.
Diyarbakır küçükbaş hayvan varlığında ülkede üçüncü sırada yer alsa da yıllardır süregelen özel güvenlik bölgesi uygulamaları ve günümüzde artan GES tahsisleri nedeniyle mera alanları daralıyor.
Küçük üreticilerin kooperatifler aracılığıyla örgütlenmesi; üretimin sürdürülebilirliği, yerel ürünlerin (Karacadağ pirinci, Boğazkere üzümü, Diyarbakır karpuzu ve mercimeği gibi) devamlılığı ve AB coğrafi işaret süreçlerinin anlamlı hale gelmesi açısından önem taşıyor.
Diyarbakır’a kıyasla İzmir’de kooperatifçilik daha erken kurumsallaşarak, özellikle kadın kooperatifleri ile tarımsal kalkınma kooperatifleri üzerinden görece güçlü bir ekosistem oluşturmuş durumda. Ancak İzmir’de de iklim değişikliğine bağlı su stresi, kuraklık ve aşırı hava olayları, kır-kent hattında hızlanan yapılaşma baskısı ve verimli tarım arazilerinin daralması önemli sorun alanları. Kent içinde derinleşen yoksulluk, gıda fiyatlarındaki artış ve kırılgan mahallelerde gıda güvencesizliği, yerel gıda üretiminin güçlü olmasına rağmen, adil ve sürekli erişimi zorlaştırıyor.
Kadın emeği çoğunlukla hizmet, bakım ve düşük ücretli işlerde yoğunlaşmakta; kooperatifler bu emeği görünür kılsa da uzun vadeli alım garantileri, kooperatifler arası ağlar ve yerel yönetimlerle daha güçlü iş birlikleri kurulmadan bu modellerin kalıcılaşması zor görünmekte. Bu nedenle İzmir’de de kooperatifçiliğin sadece “iyi örnekler” üzerinden değil, mevcut kırılganlıklar ve eşitsizlikler dikkate alınarak güçlendirilmesi gerekiyor.
İklim değişikliğiyle artan kuraklık, sıcak dalgaları, meraların daralması ve girdi maliyetlerindeki artış dikkate alındığında, kırsal toplulukların gelir kaynaklarını çeşitlendirmesi ve dayanıklılığını artırması kritik hale geldi. Bu nedenle yeni dönemde yerelde gıda güvencesinin sağlanması, yoksulluk ve güvencesizlik içindeki kadınların dayanışmacı yapılarda bir araya gelmesi ve kadın emeğinin hak ettiği değeri kazanması büyük önem taşıyor. Bu alanda yerel yönetimlerle iş birliği içinde çalışmaya da ciddi bir ihtiyaç var.
İzmir ve Diyarbakır, kır-kent ilişkisinin hâlâ güçlü olduğu kentler. Yerel gıda üretiminin korunması, işlenerek değer kazanması ve yerel pazarlara erişimin güçlendirilmesi; hem gıda güvencesi ve gıda güvenliği hem de kırsal toplulukların iklim değişikliğine uyum kapasitesini artırmak açısından kritik bir alan oluşturuyor.
Sadece gıda alanında değil, tekstil ve hizmet sektörü gibi farklı alanlarda da örgütlenmiş ve faal durumda olan kadın kooperatifleri ile girişimlerini bir araya getirmek, bilgi ve deneyim paylaşımını sağlamak da kuşkusuz çok önemli.
İzmir’de Kordon Otel Çankaya’da (Gazi Osman Paşa Bulvarı. No:13, 35240 Konak) gerçekleştirilen çalışma Perşembe ve Cuma günü hem söyleşi hem saha ziyaretleri ile devam edecek.
(Mİ)

