Fotoğraf: Diyarbakır'ın Bağlar ilçesi/Sertaç Kayar
6 Şubatta ard arda meydana gelen depremlerden sonra hem Diyarbakır’da hem de deprem bölgesinde neler olduğunu, hasar tespit çalışmalarını, kentsel dönüşüm meselesini ve bu süreçten sonra bizleri neler beklediğini İnşaat Mühendisleri Odası Diyarbakır Şube Eş Başkanı Mahsun Çiya Korkmaz ile konuştuk.
Korkmaz, "Ağır hasarlı binaların çoğu Bağlar, Huzur Evleri, Şehitlik gibi alanlarda yer alıyor ve çoğu kaçak ya da tapuda konut olarak değil bağ olarak tanımlanmış. Bu durumda konut sahibi bir hak iddia edemiyor. Ama bir evi var, oturuyor. Barınma ihtiyacını karşılamış. Bu noktada mağduriyetin ilk ayağı başlıyor" diyor.
Öncelikle geçmiş olsun diyerek başlayayım. Ülkece zor bir süreçten geçiyoruz ve siz İnşaat Mühendisleri Odası olarak ilk günlerden beri sahada hem insani yardım hem de hasar tespit çalışmalarında yer aldınız. Bu süreçteki tüm insani yardımlar ve koordinasyon biçimleri çok kıymetli ama ben sizin alanınızdan devam etmek istiyorum. Diyarbakır’daki hasar tespit çalışmaları ne durumda, hasar tespit çalışmalarıyla alakalı bir rapor yayınladınız mı?
Henüz bir rapor yayınlamadık. Hasar tespit sürecinin bitmesini bekliyoruz. Hasar tespit raporunun yanında uzman ekiplerimiz ve Dicle Üniversiteden hocalarla beraber daha farklı bir rapor da yayınlamayı planlıyoruz.
Binaların asıl yıkılma sebebini ortaya çıkacak bir rapor olacak bu. Hem depremde yıkılan hem de ağır hasar gören yapılar üzerine detaylı bir çalışma yapıyoruz şu anda. Ağır hasarlı olarak tanımlanan yapıların hepsine tekrardan gidiyoruz. O yapılardaki sorun aslında neydi, sadece bir projeyle alakalı mı yoksa inşa süreciyle mi alakalı? Veyahut zeminle mi alakalı? Bununla ilgili somut yani bilimsel bir rapor ortaya koymak için halen daha çalışmalarımız devam ediyor.
Diyarbakır’da 7 tane yıkılan bina var yıkılan bina var. Bir de beş yüz tane de ağır hasarlı bina olduğu söyleniyor.
Beş yüz değil. Daha fazla. Şu an itibariyle sekiz yüze yakın ağır hasarlı bina var. Henüz E-Devlet sistemine işlenmeyen binalar olduğundan beş yüz adet olarak biliniyor.
Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü meslek örgütünüzle bilgi paylaşıyor mu? Web sitesinde ağır hasarlı binalara ait bir bilgi paylaşıldığını göremedim çünkü.
Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü kendi web sitesinde de bizimle resmi olarak teknik anlamda da bu bilgileri paylaşmıyor. Biz daha çok bağlantılarımızla şifahi olarak alıyoruz bu bilgileri.
Bu bilgilerin hem kamuyla hem de meslek odalarıyla paylaşılmasının istenmesi olması gereken bir şey değil mi?
Ağır hasarlı olan binaları açık edip toplumun daha büyük bir korkuya da sokmak istemiyor olabilirler. Toplum daha çok tedirgin de olabilir. Zaten raporumuz bittiğinde zaten hepsi açıklanacak.
Bizim öngörümüz hasar tespit bittiğinde iki binden fazla sayıda bina ağır hasarlı ve orta hasarlı statüsünde olacak. Orta hasarlı binaları da dahil ediyoruz çünkü güçlendirme yapılmazsa bir yıl içerisinde orta hasarlı binalar ağır hasarlıya dönüşür. Biz hem ağır hasarlıları hem de orta hasarlıları boşaltılacak binalar olarak görüyoruz. Üç tane riskli bina tanımımız var. Acil yıktırılacak olan, ağır hasarlı ve orta hasarlı binalar. İşte bu üç farklı şekilde tanımlanan binaların toplamı iki binin üzerinde olacak diye bir öngörümüz var.
Depremden birkaç gün sonra İnşaat Mühendisleri odasının hasar tespit ekipleriyle Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünün ekipleri birleşti. Hasar tespit çalışmalarını birlikte yürütmeye başladılar ve o süreçte şöyle söylentiler vardı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığının orta hasarlı binalara maddi olarak güçlendirme desteği vermek istemediği için bu statüdeki tüm binaları da az hasarlı olarak tanımladığı, Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü ekiplerinin İnşaat Mühendisleri Odasındaki ekiplere bu sebeplerle baskı yaptığı yönünde. Bu iddialar doğru mu?
Bizim ekiplerimizden bize bu yönlü bir şikayet gelmedi. Fakat eğer buna yönelik ekiplerimiz bir baskı gördüyse buradan söylüyorum bu iş baskıyla yapılacak bir iş değil. Gönüllülük esaslı ve tamamen vicdana dayanarak yapılacak bir iş. Bu konudaki baskıları hiçbir mühendisin asla kabul etmemesi gerekiyor.
Çünkü ortaya çıkacak bir sorunda bu işin birinci dereceden sorumlusu kendisi oluyor. Ama dediğim gibi bize ekiplerimiz tarafından gelen böyle bir şikayet yok. Olursa biz İMO olarak derhal bu duruma müdahale eder, Çevre ve Şehircilik Müdürlüğüyle bu durumu görüşür, ilgililer hakkında soruşturma başlatılmasını talep ederdik.
Diğer sorunuza gelirsek AFAD bir açıklama yaptı. Devletin hasarlı yapıları güçlendirme üzerine verdiği bir maddi destek yok. Yalnızca uygun faizlerle güçlendirme kredileri veriliyor. Yani güçlendirmeyi yine bina sahibine bırakılıyor. Ama şunu da belirteyim, binasıyla ilgili hasar tespit konusunda tereddüte düşen tüm bireylerin bir aylık itiraz süreçleri var. Şüpheleri varsa bu itirazları kesinlikle E-Devlet üzerinden yapsınlar veya Çevre ve Şehircilik Müdürlüklerine dilekçe versinler. Bizim de İnşaat Mühendisleri odası olarak bir ihbar hattımız var. Arayıp buraya da itirazlarını yapabilirler.
Siz depremin hemen akabinde İnşaat Mühendisleri Odası olarak nasıl organize oldunuz, gönüllü ekiplerinizi nasıl oluşturdunuz?
Bizim depremden önce verdiğimiz güçlendirme eğitimleri vardı. Hasar tespit eğitimlerimiz vardı. Depremin meydana geldiği gün hızlı bir şekilde online bir eğitim düzenledik. Sonra online eğitimi alan bütün mühendisler arasında duyuru yaptık. Gönüllü olmak isteyenler hasar tespit çalışmalarına katılabilir diye. Bu şekilde organize olduk.
Hasar tespit çalışmaları
Hasar tespit çalışmalarına başlarken öncelik verdiğiniz alanlar oldu mu? Hangi alanlara gidileceğini gelen ihbarlara göre mi belirlediniz?
Öncelikli alanlar belirlemedik. Sahada şu anda dört yüze yakın mühendis ekibi çalışıyor İnşaat Mühendisleri odasının ekipleriyle birlikte. Örneğin 100 kişilik bir ekibe bir ilçe verildi ve tüm ekipler eş zamanlı olarak sahaya çıktı.
Şunu özellikle belirtmek lazım. Yapılan inceleme, yapılan bu hasar tespit, depremin ortaya çıkardığı hasarı tespit etmeye yönelik. Deprem öncesinde var olan, binanın kendi yapısal hasarını kontrol etmiyoruz. Depremin ortaya çıkardığı hasara bakıyoruz.
Depremden önce de ağır hasarlı olarak tanımlayabileceğimiz çok sayıda bina var. Fakat deprem o binada az hasar meydana getirmiş. Bu sebepten az hasarlı olarak tanımlanıyor o bina. Örneğin yapı otuz yıllık bir yapıyı düşünelim. Kolon, kirişlerdeki demirler açığa çıkmış ve çoğu paslanmış. Şimdi normal şartlarda bu binaya zaten orta ya da ağır hasarlı olarak tanımlanır. Ama bu hasar depremden dolayı oluşmamış.
Depremden önce olan bir hasar. Ya da diyelim ki binanın temeli su almış. Özellikle bina altlarında oto yıkama, otopark gibi işletmelerin verdiği riskle bina su almış. Binanın su alması, depremle alakalı olan bir şey değil. Bina su aldığı için biz buna bina çok hor kullanmış diyoruz.
Veyahut tesisat borularını bodrumlardaki kirişlerden geçirmişler. Bu durum zaten binaya hasar vermiş. Depremden önce gözlem yapılsaydı da bu tarz binalar için orta veya ağır hasarlı denilebilir. Onun için özellikle vatandaşlarımızın bu ayrımı bilmeleri lazım. Bizim yaptığımız hasar tespit çalışması depremin ortaya çıkardığı hasar.Yoksa öbür türlüsüne girilecek olursa Diyarbakır'da yetmiş beş bine yakın bina var. Bunu hane sayısı olarak hesapladığımız milyona yaklaşan bir sayı çıkıyor. Milyona yakın konutu tek seferde, çok hızlı bir şekilde tespit edebilecek bir sistem yok. Böyle bir sistem olsa bile o kadar mühendis yok.
Vatandaş soruyor mesela benim binam ağır hasarlı neden az hasarlı tanımı yapılmış? Çünkü bina depremden dolayı az hasarlı. Deprem olduktan sonra kiriş ve kolon arasındaki birleşim noktasında bir çatlak oluşmuş.
Bu hasarın depremden dolayı oluştuğu belli. Ama mesela kirişi delip tesisat borusunu geçirilmiş. Ya da kirişten parçalar koparılmış. Ama bu bunun depremle alakası yok. Bu durum binanın kullanılış şekliyle alakalı bir sorun.
Depremden birkaç gün sonra İnşaat Mühendisleri odasının hasar tespit ekipleriyle Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünün ekipleri birleşti. Ekiplerin birleşmesini siz İMO olarak mı talep ettiniz yoksa talep Çevre ve Şehircilik Müdürlüğünden mi geldi?
Biz talep ettik. Hatta şartları da çok zorladık. Çünkü bu kentin inşaatıyla ilgili en büyük sivil toplum örgütüyüz. Bir kent dinamiğiyiz. Diyarbakır’da üç bine yakın üyemiz var. Ayrıca Çevre Şehircilik Müdürlüğünde çalışanlardan da üyemiz olanlar var. İMO'yu bu sürecin dışında tutmak doğru olmazdı. Bizim biraz da baskılarımız sonucunda böyle bir ortaklaşmaya gidildi. Yoksa onlardan taraf böyle bir talep olmadı.
Hasar tespit çalışmalarında insanların aklındaki en büyük soru şu oldu: Sadece gözleme dayalı olarak bir hasar tespit çalışması mümkün olabilir mi? Bu gözleme dayalı çalışmalarda da bir apartmanın tüm kolonlarına tüm kirişlerine bakılmadan net bir hasar tespit analizi mümkün mü?
Bir binanın depreme dayanıklı olup olmadığını ölçmek elbette ki sadece bir gözlemle yapılabilecek iş değil. Ya da elimize bir çekiç, bir metre alıp ölçebileceğimiz bir durum da değil. Bir binanın depreme dayanıklı olup olmadığı uzman bir ekip tarafından yapılan deprem performans analizi ile mümkün.
Analiz için binalardan karotlar alınır. Binanın bu röntgenleri çekilir. Rölöve projeleri hazırlanır. Temelde kuyu açılır. Bütün bunlarla beraber statik analizi yapılır. Statik analize göre güçlendirme gerektirip gerektirmediği belli oluyor. Eğer ki güçlendirme gerektiriyorsa bu sefer de güçlendirme projeleri çizilir. Çünkü güçlendirme de kafamıza göre yapabileceğimiz bir iş değil. O da bir statik hesapla yapılıyor.
Mesela statik hesap sonucunda bir kolonda bir hasar tespit edildi diyelim. Bu noktaya güçlendirme gerektiriyor. Eğer o kolonun dışında başka bir yere güçlendirme yapılırsa binaya daha çok zarar verilebilir. Onun için bu iş, bir program eşliğinde uzun sürede yapılacak bir iş. Bir iki günlük bir iş değil. En az 15-20 gün sürecek ve maliyeti yüksek bir çalışma.
Bu konuyla ilgili şöyle bir çalışmamız var. Dicle Üniversitesindeki hocalarımızla beraber binaların hızlı deprem performans analizi üzerine çalışıyoruz şu an. Az önce bahsettiğim bütün aşamaları biraz daha minimalize edip gerçeğe en yakın değeri ortaya çıkarmayı amaçladığımız bir çalışmamız mevcut şu an. İleriki zamanlarda bunu tam olarak somutlaştırıp gerekli alt yapıyı da kurduktan sonra ilgili kurumlarla görüşüp bütün kentin genelinde böyle bir çalışma yapacağız. Yani insanların içini rahatlatacak bir çalışma en azından olacak
"Şu an yaptığımız işlem daha çok ağır ve acil yıktırılacak binaları tespit etmek"
Diyarbakır'da yedi tane binanın deprem sırasında olarak yıkıldığını biliyoruz. Bu yapılardan enkaz kaldırma çalışmaları sırasında bir karot alma şansınız oldu mu?
Savcılık düzeyinde oldu. Savcılık zaten depremden sonraki üçüncü gün bir soruşturma başlattı. Bizim laboratuar komisyonumuzdan bir ekip ve beraberinde üniversite hocalarının da olduğu bir ekiple bütün enkazlardan numuneler alındı. Fakat karot kırımları henüz gerçekleştirilmedi.
Numuneler savcılık kontrolünde, diğer kurumlarla beraber, üniversiteden, Çevre Şehircilik Müdürlüğünden ve İnşaat Mühendisleri Odasından kişilerin tümünün şahitliğinde kırılacak.
Enkazlardan toplanılan molozlar nereye dökülüyor? Bu molozların döküldüğü alanlar da uzun vadede kent ve doğa için bir sorun oluşturabilir çünkü.
Biz TMMOB olarak bu molozlardan bir anıt yapılıp yapılamayacağını konuşmuştuk arkadaşlarımızla. Çünkü son yüzyılın en büyük afetlerinden biri. Bunun da sembolik olarak
dönüştürülmesiyle ilgili bizim bir fikrimiz vardı. Ama ilgili kurumların bu konuyla ilgili bir hassasiyeti olmadı. Ama hale geç değil, görüşmelerimiz devam ediyor.
Molozlar ise kent dışında bir noktaya dökülüyor. Bina bina olarak da ayrıştırılıyor. Örneğin bir alanda Galeria binasının molozları diğer bir alanda başka bir binanın molozları gibi.
Dicle Nehri kenarında bir çadırkent kuruldu. Çadırkentin konumuya ilgili ne söyleyebilirsiniz?
Çadırkentin konumuyla ilgili o bölgenin neden tercih edildiğine dair ilgililer teknik bir açıklama yapmadılar. Fakat biliyorsunuz iki üç sene önce baraj kapağı kırılmıştı. Çadırkentin de bulunduğu alan dahil büyük bir bölge su altında kalmıştı. Bu su baskını belki istisnai bir durum olabilir ama o bölgede meydana gelmiş bir durum bu.
Bununla beraber barınma alanları için geçici çözüm diye tabir ettiğimiz kavram aslında uzun vadeli bir şey. Çünkü bu insanlar en az on beş, on sekiz ay, belki iki yıl belki üç yıl evsiz kalacaklar. Şimdi bu kadar uzun sürece geçici bir çözüm diyip o insanları oraya bırakmanın amacı neydi, mantığı neydi? O bölgede birkaç yıl önce baraj kapağı kırıldı.
Bu durum tehlike arz ediyor. O alanın etrafı açık. Kışın oldukça soğuk olan bir yer. Veyahut da bu yaz ayı geldiğinde sıcak, Dicle Nehrinin kenarı olduğu için nemli ve nemle beraber oluşabilecek hastalıklar, sivrisinekler, sıtma olasılığı var. Bütün bunlar öngörülebilecek şeyler.
Ayrıca o alan büyük bir dolgu alanı. Çadırkentin bulunduğu zemin dolgu malzemesinden oluşuyor. O kadar insanı ve çadırı bir dolgu alanının üzerine yerleştirerek bir ağırlık oluşturdular. Bunların teknik hesapları yapıldı mı? Onun için bizim hiçbir şekilde tasvip etmediğimiz, doğru bulmadığımız ve çok tehlikeli gördüğümüz bir alan orası. Çadırkentin yerinin değiştirilmesi gerekiyor.
Bu süreçte Diyarbakır dışında hangi şehirlere destek sağlayabildiniz? Mesela Adıyaman depremin ilk günlerinde unutulan bir şehirdi. Diyarbakır’dan Adıyaman’a giden ekipleriniz oldu mu?
Depremlerin geçekleştiği şehirlerde çeşitli komisyonları kuruldu. Bizim çalışma arkadaşlarımızdan da o koordinasyonlarda görev alanlar oldu.
Şunu kabul etmek gerekiyor. Devletin kendisi bu alanlara yetişemedi. Enkaz orada alanlarında bunca gün geçmesine rağmen sağ insanlar çıkabiliyor. Şimdi sizin birincisi öngörünüz yok muydu bununla ilgili? İşte orada bir deprem olursa deprem bölgesi diye tabir ettiğimiz alandaki konutlar ne kadar sağlamdı?
Bunun bir çalışması yapılmadı. Üzerine bir de imar affını çıkardınız. Afet olan bölgelerle ilgili afete hazırlıkla ilgili hiçbir çalışma yapılmadı. Yıllarca biz söylediğimiz Afet Bakanlığı kurulsun dedik. Afet olabilecek bölgelerle ilgili daha farklı bir çalışma ve inşa süreçlerine girilsin dedik.
Bunların hiçbirisi yapılmadı. Üzerine deprem oldu, enkaz alanları oluştu. Sonra gelen bütün yardımları kestiniz. Bütün yardımları AFAD eli altında olacak diye bir şey yaptınız ve insanların buradan bireysel gönderdiği ya da kurumların gönderdiği bütün yardımlara el koydunuz. Yardımlara ulaşabilirliği engellediğiniz bir yerde. Kendi propagandalarını yapabilmek amacıyla yaptılar.
Bunlarla beraber devletin AFAD içerisinde görevlendirdiği insan sayısı zaten az. Öte yandan AFAD’ın çok yeterli olduğu söyleniyor. Madem bu kadar çok yeterli peki neden binlerce insan orada gönüllü olarak çalışıyor? Demek ki yetersizsiniz.
En son işte Elbistan'da koordinasyona kayyum atadılar. Koordinasyona bile kayyum atayabilecek bir canavara dönüşebildiler. Bu yardımı biz yapabiliriz, siz yapamazsınız demek istiyorlar.
Yardımı bir tek devlet yapacak, devletin yetkilileri yapacak diye bir kaide mi var? Bunu yaparken senin yapabildiğin yardımlar belli. Ulaşabildiği insanlar belli ulaşamadığı insanlar da belli. Onun için devlet dışında, AFAD dışına kurulan koordinasyonlar olmasaydı süreç belki çok daha kötü olabilirdi. Oradaki koordinasyonların misyonu çok önemli. Bu süreç daha da uzayacak.
Onun için bence böylesine bir süreçte devletin en başta bu konuyla ilgili özeleştiri vermesi gerekli. Devlet, halkla beraber hareket etmeli. Çünkü öncülük yapamadı. Yardımları ulaştıramadı. Yardımlara el koydu. Üzerine bu manipülatif haberler de çıkardı. Zaten ondandır ki insanların devletten çok oradaki koordinasyonlara güveni var. Tüm yardımları onlardan istiyorlar.
"Bazı şeyler seçim yatırımı"
Bundan sonraki çok süreç önemli. Bir kentsel dönüşüm meselesi var. Mesela biz Sur sürecindeki çatışmalardan sonra şunu gördük. Çatışmalar bir avantaja çevrildi ve orada büyük bir rant mekanizması kuruldu. İnsanlar evlerinden edildiler. Bu durumun bir benzerinin bu afetten sonra da olacağını düşünüyor musunuz?
Bu konu bizim daha üzerinde tartıştığımız bir konu. Bu tarz süreçlerin, kentsel dönüşümdür veyahut daha farklı süreçlerle ilgili alınan kararlar meslek odalarına danışılmak zorunda zorunda. Ama böyle bir görüş alınmıyor kesinlikle. Şimdi bir yeri kentsel dönüşüme sokacaksınız. Ama bu işin uzmanlarından fikir almayacaksınız. Bu zaten başlı başına bir bakış açısı ortaya koyuyor.
AFAD bir açıklama yaptı. Ağır hasarlı binalar için bina sakinleri eğer mülk sahibi olduklarını belgelerle ispat edebilirse uygun kredilerle ev sahibi yapılacak. Yani burada herhangi bir yardımdan bahsedilmiyor.
Fakat biz şunu biliyoruz ki ağır hasarlı binaların çoğu Bağlar, Huzur Evleri, Şehitlik gibi alanlarda yer alıyor ve çoğu kaçak ya da tapuda konut olarak değil bağ olarak tanımlanmış. Bu durumda konut sahibi bir hak iddia edemiyor. Ama bir evi var, oturuyor. Barınma ihtiyacını karşılamış. Bu noktada mağduriyetin ilk ayağı başlıyor.
Öte yandan evet bu konutların tapusu yok ama bu alanlara elektrik verildi, su verildi, internet hizmeti verildi. Bu hizmetler sağlanmışken var olan bir yaşam alanını inkar etmek doğru değil.
Yani tüm kırılmaların başlangıç noktası burası. Devlet insanların insan onuruna yakışır bir biçimde barınmasından sorumludur. Bu sorumluluğu, afet durumunda yıkılan evin sorumluluğunu ya da bundan sonra oluşacak tüm yükleri o insanlara yüklemek kabul edilebilir bir durum değil.
Biz kentsel dönüşüme karşı olan bir kurum değiliz. Veyahut bizim kendi tabirimizle yerinde dönüşüme. Ama karşı olduğumuz şey oraların sermayeye, ranta peşkeş çekilmesi.
Oranın asıl sahiplerinin mağdur edilmesine karşıyız biz. Sur sürecinde ne oldu mesela? Kentsel dönüşüm adı altında kentin güvenliğini koruyorum diye başka şeyler istismar edildi. Cüzi miktarlarla insanları evlerinden çıkardılar. Krediyle borçlandırdılar. TOKİ’lere gönderdiler. Bölgedeki kentsel dokuyu bitirdiler. Oradaki insani ilişkileri bitirdiler. Bomboş bir alan yarattılar. Mesela böyle bir afet durumunda çadırkentin bir kısmı neden o bölgeye aktarılmıyor?
Bu alanlardaki ekonomik ilişkiler de farklı. İlişkiler yalnızca parayla kurulmuyor. Orada hayatınızı idare ettirmek için paraya çok ihtiyaç duymuyorsunuz. Mesela o alanlarda bir süpermarket yoktur. Bakkal vardır. Deftere borç yazdırma vardır.
Bu durumu yeni yerleşim yerlerinde göremezsiniz. Ama orada var. Takas yaparak bile insanlar hayatlarını idame ettirebiliyorlar. Bir simitçi manavdan simidi karşılığında alışveriş yapabiliyor.
Kentsel dönüşümün yanında bu geçtiğimiz 20 yıl içerisinde 6 defa imar affının çıkarıldığını biliyoruz.
Bunlar hep seçime hazırlık süreçleriydi. Devlet, riskli yapının sorumluluğunu üzerinden atıp bireyin kendisine yükledi bu sorumluluğu. Bunu da para karşılığında yaptı.
Düşünün ki arabanızın da freni patlamış. Freninizi tamir etmiyorsunuz. Ama araç muayeneye para veriyorsunuz, aracınızı inceleyen aracınızda bir sorun olmadığını söylüyor. Ama benim frenim patlak. Yani yapım kaçak. Herhangi bir mühendislik hizmetinden faydalanmamış. İmar affı sürecinde bile yapıların kontrol ettirilmesi, projelendirilmesi için bir şart koşulmadı.
Hazine arazisi dışında kalan tüm arazilerdeki bütün inşaatlar bu affın içerisine girdi.
Bununla ilgili herhangi bir denetim yoktu. E-Devlet'ten başvuru yapıyordunuz. Binanızın bir iki fotoğrafını çekip yüklüyordunuz sisteme. Bir metrekare belirtiyordunuz.
Metrekareyi de kontrol eden kimse yok. Daha fazla metrekare de belirtebilirdiniz. Oradan size bir harç ücreti çıkarıyorlardı. Harcı bankaya yatırıyordunuz. E-devletten bir çıktı alıyordunuz. Bu kadar. Belirtilen o metrekare değeri doğru mu, orada öyle bir bina var mı yok mu, bunlar kontrol dahi edilmedi. Bu depremde yıkılan binaların, Maraş ve Adıyaman için konuşuyorum, kaçı imar affından yararlanmış bir istatistiği çıkarılacak. Bu yıkımlar bu durumun sonucudur.
Ayrıca imar affında şöyle bir detay da vardı. Diyelim ki imar affından yararlandınız. Ruhsatınızı aldınız. Herhangi bir kentsel dönüşüm veya yıkım sürecinde ruhsatınız yine geçersiz sayılıyor. Eğer böyle bir belge veriliyorsa insanlar neden bunu kentsel dönüşümde kullanamıyor? Demek ki bu süreçler öngörülüyormuş. O yapılar kentsel dönüşüme girdiğinde bunun önüne geçelim, hak iddia edemesinler diye imar affına böyle bir madde koyulmuş.
Ama bu durumu imar affından faydalanan çoğu insan bilmiyordu mesela. Biz kendi tabirimizle imar cinayeti diyoruz buna. Akıl ve vicdan dışı bir uygulamaydı çünkü.
Kaçak yapıların bir de başka bir boyutu var. Ki bizim en çok mücadele verdiğimiz alanlardan biridir. Özellikle son kayyumlarla beraber sermaye sınıfının yaptığı kaçak yapılara göz yumma meselesi var. Düşünün bir alan imar planında sağlık ocağı olarak planlanmış fakat oraya düğün salonu inşa ediliyor.
Projesi yok, inşaat ruhsatı yok ama işletme ruhsatı var. Buna izin veriliyor. Herhangi bir yaptırım uygulanmıyor. Yaklaşık bir yıl önce rekreasyon alanı olan bir yere cami yapıldı. Sonra o cami inşaatı çöktü. Dokuz işçi yaralandı. Bir işçi de çalışamayacak durumda. Bu işçilerin herhangi bir sigortası da yoktu.
Bununla ilgili herhangi bir soruşturma da yok. Bir mühür yok. Hatta hala daha inşaat devam ediyor. Öbür tarafta savcılığın bununla ilgili orada başlattığı herhangi bir süreç yok. Yapmaya devam ediyorlar. Büyük ihtimalle düşündükleri şu. Bir imar affı tekrar çıkacak. Biz alırız ruhsatını.
Fakat bu yapılar değil gecekondular konuşuluyor her zaman. Gecekondular kaçak mı, evet kaçak. Sağlıksız. O konuda hemfikiriz. Doksanlı yıllarda köylerinden kentlere göç ettirilen bir halk barınma ihtiyacını sırf karşılamak amacıyla kendi imkanlarıyla evler yapmışlar. Sonuç olarak da barınma ihtiyaçlarını karşılamışlar. Bu yapılar kaçak olarak tanımlanıyor. Öte taraftan kaçak plazalar dikiliyor, bunlara bir şey yapılmıyor. Demek ki bu mesele sınıfsal.
Bugün Diyarbakır’daki Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünün karşısında iki tane bina yapılıyor. Bu yapılar kaçak. Bu meselenin tümü bir politika sonucunda oluşuyor. Rüşvet, rant, karşılıklı menfaat ilişkileri dönüyor.
Şunu da belirtmek gerekir ki bir torba yasayla meslek odalarını tüm bu denetleme süreçlerinden çıkardılar. Bizim kendi üyelerimizi denetleme dışında başka bir denetleme mekanizmamız yok. Artık bunu daha farklı mekanizmalarla yapıyoruz. Çünkü bunu biz de yapmazsak toplumun güvenilebileceği başka bir mekanizma kalmıyor.
Fakat bizi bu sürecin dışında bırakmaya çalışsalar dahi biz bu sürecin dışında olmayacağız. Bütün haksızlık, uygunsuzluk, usulsüzlüğün bütün hepsini ortaya koyacağız. (BC/EMK)