"Doktor, ben kendimi öldürmek istiyorum" dedi. Ben çok şaşırdım; hani Müslüman bir adam bunu nasıl der? 'Vazgeç falan' dedim. 'Hayır, ben seninle bunun tartışmasını yapmıyorum. Eğer dener ve başaramazsam ondan korkuyorum. Bana kesin başarabileceğim bir şey söyle' dedi. Ondan da çok etkilenmiştim."
Bunları Adnan Güllüoğlu anlatıyor; 30 yaşında. 12 Eylül döneminde maruz kaldığı işkenceler nedeniyle sağ kulağında yüzde 60-70 oranında duyu kaybı bulunuyor, halen Şanlıurfa'da işyeri hekimliği yapıyor.
Serbesti dergisi, Eylül Ekim sayısında yayımlanan bu tanıklık dışında, biri kadın 29 kişi daha konuşuyor.
Konu: Diyarbakır 5 Nolu Askeri ceza evi.
Danışman: Göz görür dil anlatamaz
Danışman A, mali danışman olarak çalışıyor; 37 yaşında. 14 yaşındayken yakalandı, 45 gün soruşturmada kaldı; işkencelerden ona nefes darlığı, böbrek rahatsızlığı ve bel ağrısı kaldı.
"Çocuklarımızla, eşimizle, arkadaşlarımızla konuşurken bile çok rahat bir şekilde asabileşiyoruz," diyen Danışman, hapishane günlerinden çatıdaki kediyi hatırlıyor:
"Çok şiddetli bir yağmur yağıyordu. Akşam üzeriydi; 26. Koğuştaydık. Yemeğimizi yemişiz, tabaklan da toplamışız; tam o sırada çatıda bir kedinin miyavlama sesi geldi. Koğuşta 140'a yakın insan vardı ve o kedinin miyavlamasıyla birlikte 50'nin üzerinde insan ağlamaya başladılar! O anı hiç unutmuyorum. İnsanlar bir kedi sesine bile o kadar hasrettiler ki, hüngür hüngür ağladılar.
Çünkü o ses yaşamı ve özgürlüğü bize çağrıştırmıştı."
KY: Çocuk olduğum için bana daha fazla işkence yaptılar
Şimdi 39 yaşında; 1980'da KAWA davasından yakalandığında 16 yaşındaydı.İdamla yargılandı; 24 yıl hüküm giydi. Sağ kulak zarı patlamasının yanı sıra, romatizma, uyuşma ve nedeni belirsiz ağrılar gibi sağlık sorunları yaşıyor.
Alanında başarılı bir iş adamı olarak tanınan KY'yi dinliyoruz:
"TKPML-TYKO davasından Garabet Demircioğlu diye bir arkadaşımız vardı... Esat Oktay Yıldıran'ın kendisi gelip gururla "Garebet'i sünnet ettirdik, ismini de Ahmet olarak değiştirdik. Artık adı, Garabet veya Garbis değil Ahmet'tir" diyordu.
Gerçekten o arkadaşımıza, "Maşallah"lı sünnet elbisesi giydirerek, törenle sünnet ettirdiler. Tabii, sünnet ettirdikten sonra ismini de Ahmet olarak değiştirdiler... Garabet arkadaşımız hala yaşıyor, istenilirse kendisine ulaşılabilir... Ayrıca ASALA'nın eylemlerinden dolayı, gece yarısı koğuşlara yapılan komando baskınlarıyla hepimizi dayakla yere seriyorlardı ama Ermeni arkadaşlarımız olan Garabet arkadaşımızı ve fare yedirilen arkadaşımızı da özel olarak dövüyorlardı. Tabii, o sebepsiz gece baskınlarının, ASALA'nın eylemelerinden dolayı yapıldığını daha sonra öğrenecektik...
Mahmut Yiğitel: Bütün İşkence aletleriyle Lice'ye geldiler
Eşinin yanında çırılçıplak soydular, askıya aldılar, elektrik verdiler, oto lastiğine koydular. Yanında eşini taciz ettiler... Yiğitel, 12 yıl ceza aldı, anlatıyor.
Bir de bizim koğuşta Hasan dayı diye yaşlı bir Yezidi vardı; Midyatlı 65- 70 yaşlarındaydı. Hasan dayının hanımı iki çocuğuyla birlikte Hollanda'ya gitmisti. Hasan dayı da yalnız başına kalmıştı. Bir dönem PKK'liler Hasan dayının evine gidip geliyorlar.
Hasan dayının da iki kekliği var her gün onları alıp keklik avına gidiyor; başka da bir iş yaptığı yok. 5 PKK'liler de gelip gittikçe bu da daha çok onlara açılıyor; bir gün silahını da onlara gösteriyor ve daha sonra bir PKK'li yakalanıp Hasan dayının üzerine ifade veriyor.
Bunun üzerine Hasan dayıyı yakalayıp, "İşte senin hakkında ifade var, sen hem PKK'ye yardım etmişsin, hem de senin silahın var" diyorlar. "Evet, diyor PKK'liler evime geldi. Ben onlara yemek verdim. Fakat silahım yok" diyor. Buna ne kadar işkence yapıyorlarsa da, silahın varlığını kabul etmiyor. Ama Hasan dayıyı rahat bırakmıyorlar habire ona işkence yapıyorlar.
Sonunda, Hasan dayı bir kayalığın başım tarif ediyor "Ben silahı orada saklamışım, beni oraya götürürseniz, size gösteririm" diyor. Bunu helikopterle tarif edilen yere götürüyorlar. Bir uçurumun kenarına gidiyorlar. Hasan dayı,"Aha burayı kazarsanız bulursunuz" diyor.
Askerler yeri kazmayla uğraşınca, Hasan dayı bir fırsatını bulup kendini uçurumdan aşağı atıyor. Uçurumda bir ağaca takılıp, kalıyor sonra yere düşüyor. Bir kolu, bir bacağı kırılıyor, bir de bir gözü kör oluyor. O şekilde Hasan dayıyı getirip bizim koğuşa atmışlardı. Ayağı, kolu sakat bir gözü kör, Türkçe bilmiyor, kimsesi yok. Bütün arkadaşlar ilgilenmeye, sahiplenmeye çalışıyorlar; sessiz sedasız bir ranzada uzanıyor hiç sesini çıkarmıyor, bir şey istemiyordu...
Mesut Baştürk: Yaşadığımız trajediyi komediye dönüştürerek anlatıyoruz
Kana bakamıyor, gürültüye dayanamıyor. 49 yaşında; sekiz yıl cezaevinde kaldı. Baştürk, bir CHP'liyi anlatıyor.
Bir gün hücremize Diyarbakır Eski Belediye Başkan Yardımcısı Kemal Ezber'i getirdiler. Kemal Ezber, eski arkadaşım ve sevdiğim bir dostumdur. 12 Eylül döneminden önce hiç bir örgütle ilişkisi de olmamıştı. Soruşturmada TKP ile ilgili bağ kurmuşlardı. Öğrencilik döneminde devrimci bir tutum benimsemişti. Burnu aynı yerden 3 defa kırılmıştı. Akıllı, zeki, esprili bir arkadaştı. Hoş geldin dayağını attıktan sonra bizim hücreye getirdiler.Kendine geldikten sonra askerler geldiler.
"-Yeni gelen ibne dışarı çıksın" dediler. Kemal dışarı çıktı. Esas duruşta bekliyor. Askerin biri; "- ulan ibne, hangi örgüttensin?" dedi.Kemal cezaevine girişte yediği dayağın korkusuyla, daha az dayak yerim diye "-Cumhuriyet Halk Partisi örgütü üyesiyim komutanım." cevabını verdi.
Bütün askerler şaşırmıştılar. Hiçbir gardiyan CHP isimli bir örgütü duymamışlardı. Cezaevine binlerce insan geliyordu. Bular, PKK, TKSP, KUK, DDKD, RIZGARİ, KAWA, TKP, TİK-KO, KURTULUŞ, DEV YOL gibi örgütlerdi. Gardiyanlardan biri bağırdı;- Vay be, yeni bir örgüt kurulmuş. Ulan orospu çocuğu, şimdi ananı s..tik. Kemal'e yüzlerce cop vurdular ve komaya soktular.
Nuri Sınır: İnsan soyu böyle bir zulüm görmedi
O şimdi 51 yaşında; cezaevine girdiğinde 27 idi yaşı. Bel fıtığı, ağrılar, aşırı derecede irade dışı reaksiyon gibi sağlık problemleri yaşıyor... 4 sağlam düşünü çürükler yerine cezaevi diş hekimi çekmiş almış... Şu anda, Diyarbakır belediyesinde çalışıyor, anlatıyor.
Sanırım 1986-87 yıllarındaydı; bir gün bizim şair Yılmaz Odabaşı beni aradı ve dedi ki: "Aziz Nesin burada, cezaevinde kalmış ve cezaevi uygulamalarının canlı şahidi olan birkaç insanla görüşmek istiyor, aklıma siz geldiniz ve bir de Mesut Baştürk arkadaşım var onunla da konuştum".
Hatta o sıra Yılmaz'a "Eğer şimdiye kadar Aziz Nesin Diyarbakır Cezaevine ilişkin sağlıklı bir bilgi edinememişse, bu saatten sonra ona neyi anlatabilirim" dedim. Yani gerek yok görüşmemin bir anlamı yok şeklinde bir şeyler dile getirmiştim.
Yılmaz çok rica etti, çok ısrar etti. Neyse biz randevulaştık; Derya Oteli diye bir otel vardı. Oraya gittik, bir kış günüydü, kar yağıyordu hava da çok soğuktu. Bir merhaba faslından sonra oturduk, çaylarımızı içtik. Aziz Nesin, "Çocuklar" dedi, "bu cezaeviyle ilgili çok şey söylendi, ancak siz orada canlı yaşayanlardansınız, sizden dinlemek istiyorum" dedi.
"İyi" dedim. Ben anlatmaya başladım, mesela "banyoya giderken, mahkemeye giderken, mahkemeden dönerken, görüşmeye giderken, işte havalandırmaya çıkarılırken" gibi başlıkların altında cezaevini anlatıyorum. Benden sonra Mesut devam ediyor. Sonra ben anlatıyorum; ben atlatıyorum, o anlatıyor. Neyse böyle 27- 28 tane olayı Aziz Nesin'e anlattık.
Tabii biz bunları anlatırken Aziz Nesin çok dalmıştı; pencereden, yağan karı seyrediyordu. Sonra bir ara dönüp bize baktı ve şunu söyledi: "Yahu çocuklar, ben kendi hayal dünyamı çok geniş biliyordum. Ama bakıyorum ki, Kürtlerin hayal dünyası benimkinden daha çok genişmiş."
Yani anlattıklarımıza inanmadı ve anlattıklarımızı bir hayal ürünü olarak değerlendirdi.
Haluk Yıldızhan: Diyarbakır 5 Nolu askeri cezaevi
44 yaşında; 8 yıl hapse mahkum oldu, altı yıl hapiste kaldı. Unutkanlık, stress, şiddetli baş ağrıları ve telsiz sesine dayanamam gibi sorunları yaşıyor...
Şu anda, ticaretle uğraşan Yıldızhan da, gündelik yaşamı anlatıyor.
"Koğuş her sabah 5 veya 5:30'da yataktan kaldırılırdı. Tuvalet, el yüz yıkama (eğer su varsa) kör jiletle (permatikler-koğuş dışında tutulup sadece tıraş için içeri verilirdi) susuz, sabunsuz ve aynasız, yüzleri kanata kanata yapılan tıraştan sonra sabah sayımına kadar "eğitim" düzeninde, yerinde sayarak marşlar okunur, sayım provaları yapılırdı.
Sayım düzeninde beklerken kapı aniden açılır, sorumlu tekmil vererek koğuşun künyesini okur ve sayıma hazır olduğunu söylerdi (Örneğin: Dikkat! D. Blok 28.Koğuş emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım) ve sayımı yapan görevli (bazen subay, bazen çavuş ve er) ranza önünde ikişer sıra dizili olan tutukluların göğsüne bazen yumruğuyla bazen sopayla vurarak saydırırdı. Beğenilmeme durumundaki çoğu kere beğenilmezdik- defalarca tekrarlatılır; koğuş cezalandırılırdı.
Sayımın ardından eğer havalandırma sırası gelmişse havalandırmada, gelmemişse içeride eğitim yapılırdı.
Koğuşta "Eğitim": İçeride yapılan eğitimde, o daracık mekanda, her tarafı kapalı tutuklu koğuşta (pencere açmak yasaktı ve pencereler, tavan ve duvarlar tutukluların parasıyla alınmış boyalarla boyalı, yazı ve sloganlarla donatılmış, 10 cm2'si bile boş yer bırakılmamıştı), sıcakta-soğukta saatlerce "eğitim" yapılırdı. Tutuklular, eğer "teorik" eğitim yapılıyorsa (oturarak veya ayakta) bir tutuklu elindeki bir kitabı (çoğu zaman Nutuk'tu bu) okur, diğerleri de okunan cümleyi, kelimeyi sesli bir şekilde tekrarlardı. Eğer "pratik" eğitim yapılıyorsa, tutuklular ikişer sıra halinde ranzaların önünde marşlar ve sloganlar eşliğinde yerinde sayarak yürüyüş provaları yapardı."
224 sayfalık Serbesti dergisinin 14. sayısında ayrıca İsmail Beşikçi'den de mektup var...
"Diyarbakır 5 nolu Askeri Cezaevi: Bir Türkifizasyon deneyimi" başlıklı Editörden "ve elbette amacımız geçmişe takılıp kalmak değildir; ama geçmişi takılıp değildir; ama geçmişi unutmanın geleceği de kaybetmek olduğunu çok iyi biliyoruz... Gördüğünüz gibi ben bu bu sayıda sayfa sınırlarımı aştım; sığamadı, yetmedi ve anlatılanların yüzde birini anlatmaya çalıştım," diye bitiyor...
O zaman bir Serbesti alın! (NM)