“Gerçekle yüz yüze gelmek istemedim. Ya kısırsam korkusu yaşadım. Sağlık problemi değildi benim için, bu dünyada çekmem gereken bir sıkıntı.” Ayşe
“Erkekler soyadları devam etsin istiyorlar, üstüme evlenir diye korkuyorum. Örneği mevcut. Yani kuma korkusu var bizde. İstanbul’da önemli değil çocuk sahibi olmak ama bizim oralarda önemli. Bir de erkek istiyorlar özellikle.” Başak
“Eşim diyor; ben seninle mutluyum, bizi bize bıraksalar çocuk olmasa da olur. Ama bizi bırakmazlar. Eğer çocuğum olmazsa kumayı yerim. Çocuğum olmazsa kuma korkum var. Erkekler kısır olunca kadınlar evlenmiyorlar bekliyorlar. Ama kadın kısır olunca erkekler istemese de aileler erkekleri evlendiriyor” Meryem
Ayşe, Başak ve Meryem, yaygın deyimiyle “kısırlık” tıbbi adıyla infertilite sonucu yaşadıklarını böyle özetliyor.
Dünyada ve Türkiye’de infertilite oranları birbiriyle yakın. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, Türkiye’de % 10-20 arasında olan bu oran dünyada % 15 civarında. Örgütün verilerine göre, infertilitenin her 10 çiftten birini, dünyada 80 milyondan fazla insanı etkilediği biliniyor.
Maalesef, Türkiye’deki infertilite oranları tam olarak bilinmiyor. Daha doğrusu Sağlık Bakanlığı’nca açıklanmış değil. Türkiye’de yaklaşık iki milyon çiftin infertiliteye çözüm aradığı biliniyor.
Araştırmacı Özlem Türkdoğan, İstanbul Üniversitesi’ndeki yüksek lisans tezi için “infertil” kadınlarla konuştu. Gözlemlerini, “Kusursuz Çevreye Uyumu Bozan Kadın: İnfertil Kadın” tezinde paylaştı.
İnfertil kadınların sorunlarının toplumda hiç konuşulmadığını söyleyen Türkdoğan’la söyleştik.
Siz neden infertilite diyorsunuz da toplumda yaygın olarak kullanılan kısırlık kavramını kullanmıyorsunuz?
Çünkü aslında bir sağlık sorunundan söz ediyoruz. Sağlık koşulları nedeniyle çocuğun olmaması durumu. Ancak, bu durum kadınlar için öyle bir hale getirilmiş ki “kısır” demek kusurlu, eksik birey anlamına gelen bir sıfat olmuş.
Kadınlar ve erkekler için de infertilite durumu var. Oysa erkeklerin sağlık koşulları nedeniyle çocuk sahibi olamamaları hiç konuşulmaz.
Bir kadın şöyle demişti: “Midem ağrıdığında doktora gidiyorum, çocuğum olmayınca da doktora gidiyorum. Midem ağrıdığı için kimse beni dışlamıyor ama çocuğum olmadığı için ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyorum.”
Kadın ve erkek için ortak bir sağlık problemi olması gerekirken infertilitenin tanımlaması, kadınlar üzerinden yapılıyor. Yalnız kadınların sahip olduğu, sebep olduğu bir problemmiş gibi.
İnfertil kadınlar, biyolojik özellikleri ve toplumsal rolleri nedeniyle çocuk doğuramadıkları durumlarda yok sayılıyorlar.
"Her görüşme ağlama seansına dönüşüyordu"
Peki kaç kadınla görüştünüz?
15 kadınla görüştüm. Bir kısmı bizim görüşmelerimiz sırasında tedaviye devam ediyordu, bir kısmının çocuğu oldu. Bazılarının çocuğu olmadı. Birçok süreci birlikte yaşadık. Kadınlar bu konuyu anlatmak istemiyorlar.
İnfertil kadınlara ulaşmak oldukça zor oldu. Birçoğu görüşmeleri gizli yapmak istedi. Onlar için bu durum tam bir hüzün. Her konuşma bir ağlama seansına dönüyordu.
Görüşme yaptığım kadınlara “Siz anne olmak zorunda değilsiniz, bu bir tercih” diyordum konuşmanın başında. Ama görüşmenin sonunda kendimi onlara doktor tavsiye ederken buluyordum. Çünkü o kadar mağdur durumdalar ki yardımcı olmak istiyorsunuz.
İnfertil kadınlar ne yaşıyor?
Yetersizlik, sosyal izolasyon, öfke ve sinirliliğe ek olarak her adet döneminde başarısızlık hissi nedeniyle infertil kadınlar, aylık menstruasyon döngülerini hayal kırıklığı ve umutsuzluk olarak tanımlıyor.
İnfertilite tedavisi, menstruasyon döngüsüne bağlı olduğu için her ay tedavinin “başarılı” olmasını umutla bekleyen çiftler, gerçekleşmeyen gebelik ile büyük bir yıkıma uğruyor.
En sık rastlanan duygu hüzün. Ayrıca, engellenme ve depresyonda var.
İnfertilite nedeniyle keder ve umutsuzluk duygularını yoğun olarak yaşıyorlar. Kendilerini eksik, yetersiz hissetme hali oluyor. Öfke, sinirlilik, benlik saygısında azalma oluyor. Uzun süren teşhis ve tedaviye maruz kalıyorlar. Geleceğe yönelik plan yapamayacaklarını hissediyorlar. Harcamalar nedeniyle ekonomik sıkıntıya giriyorlar.
Bir kadın, tüm ailesinin kendilerine yardımcı olduğunu hatta bir yeğenlerinin, tedavi masrafı için cep telefonunu sattığını anlatmıştı.
Hamile kadınlarla ya da çocuklu ailelerle birlikte iken rahatsızlık hissediyorlar. Kadınlar kendi çocuklarına “nazar” olur diye çocuklarını infertil kadınların yanına getirmiyor. Ya da çocuklarını kucaklarına verip sen de özlemini gider diyebiliyorlar. İnfertilite tanı ve tedavisini kadınların büyük bir kısmı, hayatlarının en üzücü deneyimini olarak belirtti.
Tedavi süreçleri nasıl geçiyor?
İki Iğdırlı kadınla konuştum. İstanbul’a gelme nedenleri infertilite tedavisi. Tuzla’da oturuyorlar. Hastaneye gelip gidiyorlar. Başka hiçbir yer görmemişler. Bütün parayı tedaviye yatırmışlar. “Kuma yememek” diye yaptık diye ifade ediyorlar. Kocanın durumu da şu: Biz burada geçiniriz çocuğumuz olmasa da olur ama ailem bizi rahat bırakmaz."
Diğer kadın biraz daha farkında diyor ki, “Annemin yüzünden annem beni buraya yolladı. Daha 20’li yaşlarındayım çocuğum olsa da olurdu olmasa da olurdu beni annem zorladı.”
Başka bir kadın her gerçekleşmeyen tedavi sonrası psikolojik tedavi gördüğünü anlatı. Altı ay evden çıkmıyor. Bir kadının dokuz yıl boyunca çocuğu olmuyor, sonra bir gün düşük yapınca hamile kaldığı anlaşılıyor. O zaman konuşuluyor bu konu. Dokuz yıl boyunca bu hastalığa hep yok gibi davranmışlar. Bu kadın ciddi bir psikolojik tedavi gördü. Sonra çocuğu oldu. Yeniden işinin başına döndü.
Aslında bu kadınlar çok güçlü kadınlar. Ama annelikte ısrarcı olmakla biz onları zayıf hale getiriyoruz. Toplum yapıyor bunu.
"Medya annelik ve tıp endüstrisini besliyor"
Kadınların bu kadar çok anne olmak istemesinin nedeni ne?
Başka bir çalışma için her gün medya taraması yapmıştım. Medyada annelik rollerine bakmıştım. Üçüncü sayfa haberlerinde nerdeyse hiç annelik haberi yok. Fakat magazin sayfalarında ünlü anneler, şöyle güzel annelik böyle güzel annelik diye anlatılıyor. Örneğin; İngiltere’de bir kadın ayaklarını yukarı kaldırarak aylarca öyle yatmak zorunda kalmış çocuğunu düşürmemek için. Bu haber bütün gazetelerde vardı. Hiçbir medya kurumu anneliğin zorluklarından söz etmiyor. Çocuk doğurmak kadın için zor olabilir. Kimse buna değinmiyor. Anneliğin içinde sıkıntı var, dert var. Bunlar konuşulmuyor. Başka türlü bir sevgi de var, evet. Ama anlatılmıyor. Annelik çok pembe anlatılıyor. Medya bunları yaparak hem annelik endüstrisini hem de tıp endüstrisini besliyor.
"Aillere göre kadını koruyan şey annelik"
Tedavinin en zor kısmı ne?
Kadınlar rahim filmi çektiriyorlar. Herkes bunu söyledi. 15 kadının 15’i de bunu anlattı. Standart bir jinekolojik muayene değil. Rahmin içine yabancı bir cisim sokulmasıyla gerçekleşiyor. Kadınlar bunu mahrem alanlarına müdahale olarak anlattı.
Bir kısmı alternatif tedavilere yönelmiş. Komşusu bir teneke getirmiş “Bunu iç çocuğun olur" demiş, kadın içmiş. Başka bir kadın hocaya gitmiş, muska yaptırmış. Başka bir kadın rahmine baharatlı bir şey koydurtmuş. Hepsi çocuk olsun diye.
Hiç kimse “dur” dememiş mi bu kadınlara?
Hayır dememişler. Başka yollar önermişler. Bir kadın diyor ki, “Ben sahile gitmek istiyorum, eve çok yakın. Kocam bana çocuğun olsaydı yanına alıp giderdin diyor”. Demek ki kadını koruyan şey annelik. Aileler de böyle bakıyor. Bu kadınlar bu yaşadıklarını aileleriyle, komşularıyla ya da tedavi sırasında tanıştıkları kadınlarla konuşamıyor. Neredeyse bir tabu.
Kimse bu kadınlara sormuyor, “Anne olmaya hazır mısın?” Kimse bununa ilgilenmiyor. Kendi isteğinle anneliği seçmek başka, bu dayatılan annelik başka.Patriyarkanın en güçlü kalesi annelik bence, aileden de önce.
"Rahimlerinde bebek taşıyamadıkları için toplumdan alacaklılar"
Son olarak ne söylemek istersiniz?
Kadının bedeni bir politika alanı.Bence bu kadınlar, rahimlerinde bir bebek taşıyamadıkları için toplumdan alacaklılar.
Kimse “çocuk da olmayıversin” diye düşünemiyor. Zaten tıp ve kapitalizm de buna izin vermiyor. Düşünsenize her ay hayal kırıklığı yaşıyorsunuz. Bir kadın, “regl olunca kocama söyleyemiyordum” diye anlatmıştı. Bunu kadınlara yaşatmaya ne hakkımız var?
“İnfertilite” kadınları sıkıştıran cendere. Bu cendereden kadınları çıkartmak için önce anneliği konuşmamız lazım. Bunun arkasında, kapitalizm, eril zihniyet var. Annelik söylemleri yayan politikacılar ve politikalar var. Anne olmamak normalleştirilmiyor. Bunların konuşulması gerekiyor.
Patriyarkal söylemin annelik kutsallığı olarak ürettiği ve işlettiği mekanizmalarda bir dönüşüm gerçekleşmediği sürece doğurmak “zorunda olan” kadınlar adak adama, muska yaptırma, ebelere, yardımcı üreme tekniklerine başvurmaya devam edecekler.
Kadınlara özgür iradi seçimleri ile çocuk sahibi olabilecekleri hakkı tanınmadığı için tıpta eril araçsallaştırmanın bir parçası olarak patriyarkayı yeniden üretmeye devam edecek.
"Kusursuz Çevreye Uyumu Bozan Kadın: İnfertil Kadın" tezinden "Evi ve işi bıraktım. Kimseyle görüşmedim, sadece eşime yemek yapıyordum ve örgü örüyordum" (Serpil) "Markete bile gitmiyordum, gidersem kimseyle konuşmuyordum" (Ayşe) "Çocuğu olmayan bir anne görsem uzak durmak, soyutlamak, uzaktan içine atmak geliyor aklıma... Eşimin ailesinden elimden geldiğince uzak durmaya çalıştım. Konuşmak istemediklerimle konuşmadım. Hep tedbirli davrandım" (Nazan) "Eksiğim, çocuğum olmadığı için beden olarak eksik hissetmiyorum, sağlıklıyım ama bir eksiklik hissediyorum. Çocuğum olsun çok istiyorum." (Elif) "İnfertiliteyi bir sağlık problemi olarak görmüyorum. İnfertilite benim için ruhen eksik fakat beden olarak eksik olmadığım bir süreç. Sebepsiz infertilite teşhisi konuldu. Fakat ben hiç infertilim demedim. Sağlık problemi değildi benim için, bu dünyada çekmem gereken bir sıkıntı." (Ayşe) "Bana tam kısırlık tanısı konmadığı için, ben bir şekilde olacağına inanıyordum yani. Hiçbir doktor bana senin çocuğun olmaz diye yanaşmadı yani. Bir şekilde olacaktı, sonuna kadar deneyecektim. Ben sağlıklıyım, bir sıkıntım yok. Her şey normal normal hani neden olmuyor. Bir hastalık olsa tedavi edilir. Doktorlarda aynısını söylüyordu. Benim için eksiklikti. Çocuğum olmadığı için eksiğim." (Canan) "Beden olarak tam olduğum fakat psikolojik olarak çöktüğümü söylemeliyim, kanserli hastaya öleceksin demek gibi bir şey." |
Özlem Türkdoğan hakkında 2004 yılında Gazi Üniversitesi Biyoloji Bölümü'nde lisans eğitimini, Balıklarda Sitogenetik İncelemeler başlıklı bitirme tezi ile İstanbul Üniversitesi Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı Yüksek Lisans Programını ise Kusursuz Çevreye Uyumu Bozan Kadın; İnfertil Kadın başlıklı teziyle Fatmagül Berktay danışmanlığında yazarak 2015 yılında tamamladı. 2015 yılında katıldığı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Anabilim Dalı Genel Sosyoloji ve Metodoloji doktora programına, Çağlayan Kovanlıkaya danışmanlığında, "Üreme Teknolojileri ile Anneliğin Yapı Bozumu: Taşıyıcı Annelik" başlıklı tezi üzerinde çalışmaya devam ediyor. 2019 yılında ise "Camilerin Toplumsal Cinsiyet ve Mekân Odaklı İncelenmesi" adlı proje çalışmasını iki arkadaşı ile birlikte sürdürüyor. |
(EMK)