Türkiye – ABD ilişkilerinde vize uygulamasının askıya alınmasıyla yükselen gerilim, bu gerilimin Türkiye’nin Suriye politikasına olası yansımaları, Türkiye – Rusya ilişkilerinde gelinen noktayı Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Prof. Dr. İlter Turan’la konuştuk.
Türkiye’nin geçmişte tahmin edilebilir ve çizgisi belli olan bir dış politika izlediğine dikkat çeken Turan, dış politikada belirleyici olan kurumsal yapının dağıtıldığını ve politika yapımının kişiselleştiğini belirtti.
Türkiye’nin artık dış siyasette eksenini kaybettiğini ve dış siyasetine yön veren çizgisinin bulanıklaştığını belirten Turan “Yani eş anlı olarak bir ülkeyle bir gün kavgalı, ertesi gün dost, ya da hem rakip, hem işbirlikçi olabiliyorsunuz” dedi.
“İlişkilerde iki ayrı düzeyde bozulmalar var”
ABD ile Türkiye arasında bugüne kadar pek çok sıkıntı yaşandı. Bu seferki gerilimi nasıl yorumluyorsunuz? Öncekilerden daha mı farklı?
ABD'yle uzun süreden beri iniş çıkışlı bir ilişkimiz var. Arada sırada liderler arasındaki görüşmeler nedeniyle ilişkiler belki yumuşama temayülü sergilemekle birlikte tekil olaylar nedeniyle sık sık yeniden bozuluyor.
İlişkilerde iki ayrı düzeyde bozulmalar göze çarpıyor.
Bir tanesi bir yandan Türkiye'nin, diğer yandan ABD'nin izlediği dış politikada diğer tarafı memnun etmeyen ve siyaset farklılaşmasına bağlanabilecek olaylar.
Türkiye açısından bakılacak olursa, bunlar arasında ABD'nin Suriye'de PYD-YPG'ye verdiği silahlı destek sayılabilir. Buna karşılık ABD Türkiye'nin bazı politikalarını yadırgıyor. Örneğin Rusya'dan S-400 füzelerinin alınması.
Bunun dışında bir de günlük uygulamalardan kaynaklanan ihtilaflar var ki, şu an karşımıza çıkan vize krizi bununla ilgiliymiş gibi gözüküyor.
Türkiye, ABD diplomatik misyonlarında çalışan ama diplomatik koruması olmayan personele karşı bir işlem başlatmıştır. Buradaki işlem o kişilerin bulundukları görevi ifaları sırasında Türkiye'nin takipte olduğu bazı örgütlerle ilişkileri olduğu üzerine bina edilmiştir.
ABD yetkililerinin verdiği beyanlara bakılırsa, kendilerine bu konuda bilgi veya ikna edici bir belge gösterilmiş değildir.
Şimdi, aynı şekilde ABD'de de olaylar oldu. Mesela Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın korumaları protestoculara müdahalede bulundu. Böyle bir müdahalenin yapılması, olağan koşullar altında ev sahibi hükümete ait olan bir yetkidir. Orada Türk korumaların yaptığı müdahale kanunu takibata maruz kaldı. Türkiye bunu kabul edilebilir bulmamakta, oradaki korumanın yetersizliğinden yakınmaktadır. Karşı tarafın iddiası ise bir koruma yetersizliğinin olmadığı ve orada gösteri yapanların ifade özgürlüklerini kullandıkları istikametinde. Başka bir örnek olarak İran'a karşı ABD ambargosunu delmekte aracılık ettiği söylenen bazı şahısların orada tutuklanmasıyla ilgili gelişmeleri de verebiliriz. Kısacası, her iki taraf da misilleme olarak nitelendirilebilecek davranışlar izliyor.
Bunlar iki ülke politikalarının ayrışmasına mı işaret ediyor, yoksa mevcut ilişkiler ağında farklı değerlendirmelerin yarattığı sorunlar mı, tespit etmek pek kolay değil. Ancak en son tahlilde yapılanlar kamuoyu meselesine dönüştüğü zaman siyasi ayrışmalara da temel teşkil ediyorlar.
“Üçüncü dünyacı yaklaşım nedeniyle Maduro böyle karşılandı”
ABD Konsolosluğu çalışanının tutuklanmasıyla aynı dönemde Venezuela Devlet Başkanı Maduro Türkiye'de en üst düzeyde karşılandı. Maduro da ilişkilerin bu noktaya gelmesinde bardağa damlayan son damlalardan biri olmuş olabilir mi?
Tek başına Maduro'nun etkisi olduğunu düşünmek yanıltıcı olur. Türkiye'nin dış politikasında son yıllarda dünya yönetişimine başkaldıran bir ‘üçüncü dünyacı’ yaklaşımın izlerini görmek mümkün.
Maduro Türkiye'ye geldiğinde bu ‘üçüncü dünyacı’ yaklaşımın etkisiyle büyük merasimlerle karşılandı.
Maduro'nun Venezuela'yı götürdüğü yer, pek örnek alınacak bir nokta değil. Ancak zannediyorum hükümetimiz uluslararası düzene karşı bir ölçüde direndiği için Maduro'ya bu kadar yakınlık gösteriyor.
Bu da ABD'lileri rahatsız eden bir gelişme.
Zaten birkaç alanda peş peşe, hatta bazen eşanlı olarak gelişen olaylar karşısında ABD ne gibi bir tedbir alacaktır dediğiniz zaman, ilişkilerin çok cephede bozuk olması, vizelerin askıya alınması türünden radikal bir tedbir almasının ortamını oluşturur, aşırılığı teşvik eder. Yoksa vize olayı sadece Maduro dolayısıyla oldu demek imkanına sahip değiliz.
“Eksen kaymasından ziyade eksensizleşme”
Bir süredir konuşulan "Türkiye Batı'dan uzaklaşıyor, Avrasyacı bir çizgiye geçiyor" tespiti hakkında düşünceleriniz neler? Bir de bu kapsamda mesela Rusya'yla ilişkiler rayında gibi gözükse de Cumhurbaşkanı Kiev'e gittiğinde yaptığı konuşmada "Kırım'ın ilhakına karşıyız" diyor...
Bu işaret ettiğiniz eksen kayması sorunu çok uzun zamandır gündemde. Yalnız, benim sezebildiğim, bir eksen kaymasından ziyade, bir eksensizleşmenin söz konusu olduğudur.
Türkiye'nin daha önce muhtelif eksenleri vardı.
2. Dünya Savaşı sonuna kadar ana eksen tarafsızlıktı; 2. Dünya Savaşı'ndan sonra eksen Soğuk Savaş’ta Batı Bloku'nun sağlam bir üyesi olmak şeklinde gerçekleşti. Üçüncü eksen Soğuk Savaş sonrasında oluşan çok kutuplu dünyada tüm kutuplarla iyi ilişkiler yürütmek ama Batı Bloku’nun bir parçası olmaktan da kopmamak şeklinde ifade edilebilir.
Bu çizgiler sizin dış politika alanında neler yapıp yapmayacağınızı az çok belirleyen çizgilerdir. Şu an daha çok bir çizgisizlik hakkim. Yani eş anlı olarak bir ülkeyle hem kavgalı, hem dost, hem rakip, hem işbirlikçi olabiliyorsunuz.
Bir gün ikili ilişkiler çerçevesinde müthiş dostane bir söylemle karşı karşıya kalıyorsunuz, stratejik ortak olunduğu ifade ediliyor. Arkasından birdenbire 'size muhtaç değiliz' söylemleri manşetlere çıkıyor.
“Çizgisi belli bir politika uygulamıyoruz”
Yani sorunlar olsa da, son döneme kadar Türkiye tarihi boyunca dengeli bir dış politika gözetildiğini, artık bunun terk edildiğini söyleyebiliriz...
Artık, tahmin edilebilir ve çizgisi belli bir politika uygulamıyoruz.
Türk dış politikasının geçmişteki uygulamalarına baktığımız zaman, hep istikrarlı, ihtiyatlı, tahmin edilebilir bir çizgisi olmuştur. Şu an bu çizgi kayboldu. Türkiye Suriye’ye askeri tehditler yağdırıyor, Bir lider Irak’ın bazı vilayetleri için orası bizim toprağımız diyor... Oysa Türkiye'nin dış politikada temel prensiplerinden biri, sınırların değişmezliği olmuştur.
Dış politika yapımı artık kurumsal bir çerçevede gerçekleşmekten ziyade kişisel değerlendirmelerle yürütülüyor.
Kişisel derken...
Geçmişte Türk dış politikasında, belki birçok ülkenin kıskandığı diplomasi kadrosu vardı ve bu kadro toplanan bilgileri değerlendirir; Türkiye'nin tarihsel tecrübesini, geçmişte yaptığı anlaşmaları, uluslararası taahhütlerini, hatta imajını da düşünerek hükümete tavsiyelerde bulunurdu. Neticede bir politika uzun değerlendirmelerden sonra belirlenir ya da değiştirilir ve uygulamaya konulurdu.
Şimdi hükümet, anlaşıldığı kadarıyla, dışişleri teşkilatına çok değer vermiyor. Dış politika az sayıda danışmanın tavsiyeleriyle, hatta çoğu zaman danışmanların bile bilgisine başvurulmaksızın anında verilen kararlarla yürütülüyor. Tabii o zaman kişisel ve hissi kararlarla yürütülen bir politikanın da bazı istikrarsızlık unsurları taşıması söz konusu oluyor.
Örneğin, Suriye'de de durum böyle. Kimle, kimlerle birlikte hareket ettiğimiz konusunda sıkça değişimler yaşanıyor. Yakında muhtemelen Beşar Esad'la da daha yakın ilişkiler kurulacaktır.
Dış politika yürütülmesinde uluslararası hukukun ayrıntılarına vakıf olunmadan kararlar ve uygulamalara başvuruluyor. Bunlar Türkiye için sorunlar çıkartıyor ve çıkartacaktır. Halbuki Türk dış politikasında hukuk her zaman ülkemizin kararlarını ve uygulamalarını güçlendiren bir unsur olarak değerlendirilmiştir.
“Suriye’de ABD ve Rusya rekabet içinde”
Türkiye'nin Rusya ve ABD'yle mevcut ilişkileri Suriye politikasına nasıl etkilerde bulunur? Özellikle Suriye'deki PYD - YPG mevcudiyeti çerçevesinde değerlendirir misiniz?
Suriye'de ABD ve Rusya bir rekabet içerisinde.
ABD, Suriye'de tamamen Rusya'nın egemen olmasını istemiyor. Bunun sonucunda ABD kendi askerini kullanmamak için YPG'yi esas dayanak yaparak IŞİD'e karşı mücadele yürütüyor. Siz başka güçleri kendi askeriniz yerine kullanmak istediğinizde, onlara bazı ödüller vermeniz gerekiyor. YPG-PYD de ödül olarak özerklik istiyor.
Bu, Rusya açısından şöyle bir sorunu gündeme getiriyor: Rusya orada varlığını sadece ABD'ye borçlu olan özerk bölgeler oluşsun istemiyor. Dolayısıyla ABD'nin gösterdiği yakınlığı, aynı seviyede olmasa da, o da gösteriyor. Kuzey Suriye'deki özerklik özlemlerini tamamen dışlayarak orayı kaybetmek düşüncesinde değil.
Kaldı ki, oradaki özerk bölgeler aracılığıyla da Suriye rejimi üzerinde kullanılabileceği bir baskı unsurunu korumak istiyor.
Farklı sebeplerle hem ABD hem Rusya bu Kürt akımını destekliyor.
“Herkesin herkese ihtiyacı vardır”
Cumhurbaşkanlığı katından gelen "ABD'ye muhtaç değiliz" söylemi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Dış politikanın amacı, bir ülkenin güvenliğini ve refahını en üst düzeyde sağlamaktır.
Siz ABD yokmuş gibi davranmayı tercih edebilirsiniz. Ancak bundan ne kazanacağınızı ve ne kaybedeceğinizi iyi hesaplamalısınız. Ne kazanacağınızın cevabını ben kolay veremiyorum. Kaybedeceklerimizi hesaplamak biraz daha kolay gözüküyor.
Türkiye'nin Rusya'ya da, Almanya'ya da, Fransa'ya da, Güney Afrika'ya da ihtiyacı yoktur diyebilirsiniz. Bizim derdimiz Türkiye'nin refahını ve güvenliğini en üst düzeyde sağlamaksa, herkesin herkese ihtiyacı vardır.
“Önce zararlar giderilmeli”
Son olarak Türkiye’nin dış politikada ilişkileri düzeltmek için ne gibi adımlar atması gerekiyor?
Türkiye'de dış politika kurumsal çerçevede yürütülmek zorunda. Dışişleri Bakanlığı'nın rolünün artırılması, az sayıda özel danışmanın da rolünün sıfırlanması lazım. Hükümetin Dışişleri Bakanlığı'nın kararlarına uyup, rastgele beyanlarda bulunmaması lazım.
Dış politikada kullanılan üslubun itinayla seçilmesi gerekiyor. Başka ülkelerin kamuoyunu rencide edecek, onların iç politikalarına müdahale şeklinde yorumlanabilecek, onların ülkelerine göz diktiğimiz şeklinde yorumlanabilecek ifadelerden kaçınmak lazım.
Öncelikle şu ana kadar izlenen itinasız politikanın zararları giderilmelidir...
İlter Turan hakkında1941’de İstanbul’da doğdu. İstanbul Bilgi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Profesörü. Dünya Gazetesi yazarı. 1998-2001 arasında üniversitenin rektörlüğünü yaptı. Daha önce Koç (1993-1998) ve İstanbul (1964-1993) üniversitelerinde çalıştı, çeşitli Amerikan ve İngiliz üniversitelerinde konuk öğretim üyeliği yaptı. 2000-2009 arasında Siyasi İlimler Türk Derneği’nin başkanlığını ve Uluslararası Siyasi İlimler Derneği’nin başkan yardımcılığını ve 2009 Dünya Kongresi program başkanlığını yürüttü. |
(EKN)