“Ben Barış İçin Akademisyenler’den biriyim. Türkiye'de Haziran 2015'ten beri artan şiddeti, kıyımı, hak ihlallerini protesto ettiğim için; barış istediğim için Türkiye hükumeti tarafından çok sayıda akademisyenle birlikte ihraç edildim. İhraç edilen akademisyenler için dun Ankara Üniversitesinde akademisyenler ve öğrenciler bir basın açıklaması yaptılar ve polis tarafından şiddetle bastırıldılar, gözaltına alındılar. Hükümet bizi susturmak istiyor ama biz susmayacağız! Türkiye'de barış için, akademik özgürlük için dayanışma!”
Bu sözler Almanya’nın Tübingen kenti meydanında 11 Şubat’ta eyleme başlayan akademisyen Betül Havva Yılmaz'ın tuttuğu pankarttan.
Betül Havva Yılmaz, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nde araştırma görevlisiydi. Barış İçin Akademisyenler’in “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisi imzacısı. 7 Şubat tarihli 686 KHK ile ihraç edilen 330 akademisyenden biri oldu.
İhraç kararını üç aylık program için gittiği Almanya’da öğrendi. Pasaportu iptal edildi. Türkiye’de akademik üretim yapamayacağını belirterek geri dönmüyor, tez aşamasına geldiği doktora eğitimine yeni baştan orada başlayacak.
Eyleminin direniş değil dayanışma eylemi olduğunu defalarca vurgularken amacının sadece akademisyenlerin işten atılmasını değil bildirinin ortaya çıkış koşullarını, barış taleplerini, akademisyenlerden gazetecilere Türkiye’deki muhalif kesimlere uygulananları anlatmak olduğunu söylüyor.
Betül Havva Yılmaz ile ihracı, Türkiye’de akademiyi, eylemini, Almanya’da Almanyalıların, Türkiyelilerin, polisin, medyanın tepkisini konuştuk.
“Bu şartlar altında Türkiye’de bilimsel üretim yapabileceğime inanmıyorum”
İmzadan ihraçlara varan süreçte neler yaşandı?
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nde Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı (ÖYP) kapsamında araştırma görevlisiydim, kadrom da aynı üniversiteydi. Doktora eğitimimde tez aşamasındaydım.
Tübingen Üniversitesi’nden bir yıllık proje için davet almıştım. Okuldan bir yıllık izin istedim. Üç ayın üzerindeki yurtdışı görevlendirmelerinde ‘geri döneceğime ve yurtdışında kaldığım sürenin iki katı olarak burada çalışacağıma dair garanti veriyorum’ şeklinde kefalet senedi imzalanıyor.
Okul buna yanaşmadı, üç aylık izin verdi. O zaman işkillendim. Muhtemelen ihraçları biliyorlardı, sonuçta isimlerimizi vermişler. Kefalet senedi olmasın, bir de öyle bir ilişki haline girilmesin istediler bence.
Proje için Tübingen’deyken ihraç edildim.
İlgili KHK maddesinde pasaportların da iptal edileceği belirtiliyor. Türkiye’ye girişimde engel yok ama girersem çıkamam.
Akademik üretimimi sürdürmek istiyorum. Türkiye’ye dönmek istemiyorum, bu şartlar altında orada bilimsel üretim yapabileceğime inanmıyorum. Doktora eğitimime burada yeniden başlayacağım. Türkiye’de tez aşamasına gelerek en zor dönemi atlatmıştım, şimdi baştan başlayacak, burada öğrenci olacağım.
Türkiye’de sadece bir akademisyen, bir çalışan olarak mobbinge maruz kalmıyorduk, öğrenciliğimiz de sıkıntılı geçiyordu.
İmzacıların doktorasını engelleyemeye çalışmak gibi çeşitli sorunlarla karşılaşıyorduk. Şimdi ihraç edildik, hedef gösterildik, şu şartlar altında öğrenciliğimi sürdürebileceğime inanmıyorum. Üniversiteler de boşaldı zaten üniversite mi kalmış ki öğrencilik yapalım.
Üç aylık vizem Mart sonunda bitecek. Öğrencilikle birlikte oturma iznimin çıkacağını umuyorum ama tabi emin de olamıyorum.
“Bilimsel üretim baltalandı”
Türkiye’de akademi ihraçlardan önce ne durumdaydı, ihraçlar bundan sonrasına nasıl yansıyacak?
Ben beş yıllık araştırma görevlisiydim, altı soruşturma geçirdim. Tamamı politik duruşumla, siyasi görüşümle ilgili soruşturmalardı. Üyesi olduğum Eğitim Sen’in grevine katılmak gibi suçlamalardı. Çeşitli cezalar aldım, açtığım davaları hep kazandım. Bildiri nedeniyle açılan soruşturma sonuçlanmamıştı, ihraç edildim.
Bence akademisyen, içinde bulunduğu toplumsal koşulların farkında olan, yaşanan sosyo-politik meselelerden haberdar olan ve haksızlıklara hukuksuzlara bir tavır geliştirebilen kişi olmalı. Toplumsal hayattan kopuk, yaşanan gelişmelerden bihaber akademisyen olmak bana çok uzak geldi. Fakat ne yazık ki akademide böyle bir sıkıntı vardı.
Eğitim Sen’de “doğa, insan, toplum yararına üniversite” deriz. Bildiriye imza atanlar, etrafında olup bitenlerin fakrında olan, rejimin, sistemin toplumu ne şekilde etkilediğini fazlasıyla umursayan insanlardı.
İhraç edilenler arasında akademik üretiminin zirvesinde, alanında yetkin isimler var.
Ben yolun başındaydım, ama ÖYP’liydim, bu demek ki öğrencilik hayatım hep başarılarla geçmiş, pek çoğumuz gibi parlak bir asistandım.
İhraçlarla bilimsel anlamda boşluk oluştu.
Üniversitelerin, sadece okuyup yazmak ya da bilgiyi üretip paylaşmak değil, içinde bulunduğu toplumsal hayatın, siyasi, sosyo-politik meselelerin de farkında olan, bunu öğrencileriyle paylaşan bir işlevi olması gerektiğini düşünmüşümdür. Bundan da yoksun kalacak üniversiteler.
Bunu önemseyen sadece imzacılar, diğerleri değil demeye çalışmıyorum. Ama öyle şeyler yaşandı ki imzacı olmayıp da böylesi tavır geliştiren hocalar da susuyorlar, susmak zorunda bırakıldılar.
Artık üniversitelerde özgürce herhangi şeyin ifade edilebildiğini düşünmüyorum. Bilimsel üretim baltalandı. İçinde olduğu toplumun problemlerine umursayan ve yeni nesillere öğrencilere aktaracak olan kitle büyük ölçüde eridi, kalanlar da susturuldu.
“Direniş Yüksel’de, Kadıköy’de, Cebeci’de, benimki dayanışma”
* Betül Havva Yılmaz, eylemini 14 Ocak'ta Germersheim şehrinde Mainz Üniversitesi'ne bağlı Çeviribilim, Dilbilim ve Kültürbilim Fakültesi "Politics of Translation" doktora grubunun öğrencileri ve akademisyenleri ile devam ettirdi.
Eyleme nasıl başladınız?
11 Şubat Cumartesi günü Tübingen’de Holzmarkt meydanında eyleme başladım. Pazar hariç, her gün 12.00’de başlıyorum, katılıma göre bir-iki saat sürüyor. Bir şey yapmadan duramadım, Türkiye’de de duramıyordum.
Pazartesi günü Germeersheim’deydim, orada yaptım eylemi. Öğrenciliğimi yapacağım kent belli olunca orada devam edeceğim ama şimdilik Tübingen’deyim.
Bu yaptığım şeye direniş diyemem. Direniş Yüksel Caddesi’nde, Kadıköy’de Khalkedon Meydanı’nda, Cebeci’de. Benimki bir dayanışma. Dayanışma örmeye çalışıyor, dayanışma çağrısı yapıyorum.
Benim eyleme başlama amacım “Biz akademisyenler işimizi kaybettik” mesajı vermek değil. Bir metne imza attım, o metne imza attığım için bunları yaşadım. O metne neden imza attığımızı, metinde ne yazdığını anlatıyorum. 2015 Haziran’ından beri Türkiye’de artan şiddeti anlatıyorum.
Türkiye’de bunu yapmak daha güç. Ama yapıyor arkadaşlarımız. Geri adım atmıyoruz, dik duruşumuzu koruyoruz.
Yaptığım, kişisel bir şey değil, Betül Havva Yılmaz'ın meselesi değil. Bu hepimizin hikayesi. Ben bir örneğiyim. Büyük bir hikayenin, resmin küçücük bir parçasıyım.
Kesinlikle pişman değilim. İmzamı attığım metinde ne yazıyorsa tekrarlıyorum. Barış talebimin arkasındayım. Hepimiz öyleyiz, o metni imzalamamıza sebep olan şeyleri unutmuş değiliz, bizi işimizle tehdit etiler ve işşiz bırakarak terbiye etmeye çalıştılar. Onların bakış açısıyla bakarsak “terbiye olacak” değiliz. Başımıza gelenler yola çıkış amacımızı, temel meselemizi bize unutturmadı. Sözümüzün arkasındayız.
“Almanlar anlattıklarıma inanamıyorlar”
Almanya’da karşılaştığınız tepkiler nasıl?
Sadece akademisyenleri değil, Türkiye’de gazetecilerin, edebiyatçıların, muhalif olan herkesin maruz kaldığı zulmü anlatıyorum. Buna inanmıyor Almanlar. Birkaç tanesi Hitler tecrübelerini kastederek, “Anlattıkların inanılır değil ama tarihte derslerinden öğrendiğimiz şeyleri anımsatıyor” dedi.
Müthiş enerji var. O kadar çok insan benimle dayanışmaya çalışıyor ki tarif edemem. Herkes geliyor sorular soruyor, süreci anlamaya çalışıyor, ne yapabileceğini soruyor.
Alman basınının ilgisi yoğun. Televizyondan, gazeteden, radyodan gazeteciler benimle röportajlar yaptı.
Buradaki Türkiyeliler çok sahip çıktı. Gurbette olmanın verdiği duygusal bağları var Türkiye ile. Bana, eyleme tepkileri yok ama memleketlerinin böyle şeylerle anılıyor olması onların canını yakıyor. Hiçbir Türk’ten olumsuz tepki almadım. Hepsi yanımda durdu, onlar da pankartlara bir şeyler yazıp geldiler, telefonlarını verdiler, desteklediler, ‘doğru olanı yapıyorsunuz, arkanızdayız’ şeklindeydi tepkileri.
Karşılaştığım herhangi baskı yok. Polisler gelip “Kolay gelsin” deyip gidiyorlar. Buna da eylem mi denir? [Gülüyor] Dün geldiler "Pasaportunuza bakabilir miyiz?" dediler verdim ve gerildim. Gerildiğimi anladılar "Sorun yok sakin olun" dediler.
Bilmiyorum ilerleyen günlerde ne olur. Burada yaptığım şeye, tek kişinin çıkıp kendini ifade etmesine “mahnwache” diyorlar. Onu her insanın yapmaya hakkı varmış. Ben her gün yapacağım için haber vereceğim. Bu da güvenliğimle ilgili sanıyorum. Olumsuz tavır yoktu. (BK)