Dink cinayetinin zanlısı 17 yaşındaki Trabzonda yaşayan O.S., gece Samsunda Trabzona dönerken yakalandı; diğer şüphelilerle birlikte İstanbula getirildi. Vali Güler silahın ve güvenlik kameralarındaki berenin O.S.nin yanında olduğunu söyledi.
Başbakan Erdoğan ve İstanbul Valisi Muammer Güler, Hrant Dink'in öldürülmesiyle ilgili zanlının Trabzon'dan 17 yaşındaki O.S. olduğunu açıkladı. Dün gece (20 Ocak) saat 23:00 sularında Samsun'da Trabzon'a giderken yakalanan O.S. İstanbul'a getirildi.
Güler, cinayette kullanıldığı düşünülen silahın ve güvenlik kameraları görüntülerinde görünen beyaz berenin de O.S.'nin yanında olduğunu, medyada güvenlik kamerası görüntülerinin yayınlanmasının ardından ailesinin güvenlik kuvvetlerine başvurarak O.S.'yi teşhis ettiğini açıkladı.
Güler: Öğrenciyim diyerek Dink'le görüşmek istemiş
O.S.'yle birlikte Trabzon'daki diğer 6 şüphelinin de İstanbul'a getirildiğini bildiren Güler, gazete çalışanlarının ifadesine dayanarak zanlı O.S.'nin Dink'in öldürüldüğü 19 Ocak'ta Agos gazetesine gelerek Ankara Üniversitesi öğrencisi olduğunu, Dink'e soracak soruları olduğunu söyleyerek görüşmek istediğini, ancak gazetedeki sekreterlerin randevusuz görüşmenin mümkün olmadığını bildirmeleri üzerine ayrıldığını aktardı.
Güler, öğleden sonra 14:30 civarında bina dışına çıkan sekreterlerin O.S.'yi Akbank önünde gördüklerini bildirdiğini de söyledi.
"Şişli'nin Ş'sini bilmez"
O.S.'nin yakalanması haberlerinin ardından NTV'nin gece yayınına telefonla katılan ve O.S.'nin akrabası olduğu bildirilen bir erkek, O.S.'nin Kartal, Yakacık'ta doğduğunu, ,üç dört yaşlarında ailesiyle birlikte Trabzon'a gittiğini, "İstanbul'da Şişli'nin Ş'sini bilmediğini" anlattı.
Bu nedenle O.S.'nin yönlendirilmiş olduğuna inandığını söyleyen kişi, O.S.'nin cinayetten üç gün önce Trabzon'dan "düğüne gidiyorum" diye ayrıldığını, ancak bu düğüne gelmediğini, cinayet akşamı İstanbul'da Gaziosmanpaşa'daki dayısının evine gittiğini, ertesi sabah (20 Ocak) da ayrıldığını aktardı. (TK)
BM Özel Raportörü Türkiye'de hapisteki insan hakları savunucularının serbest bırakılmasını istedi
BM İnsan Hakları Savunucularının Durumu Özel Raportörü Mary Lawlor, Türkiye'de siyasal saiklerle yöneltilen terörizm suçlamaları sonucunda hüküm giyen dokuz avukat ve insan hakları savunucusunun hapiste tutulmalarından ciddi kaygı duyulduğunu dile getirdi.
BM İnsan Hakları Savunucularının Durumu Özel Raportörü Mary Lawlor, Cenevre'deki BM binasında yaptığı açıklamada "Türkiye'nin hükümet politikalarına karşı çıkan insan hakları savunucularını hedef almak ve susturmak amacıyla terörle mücadele yasalarını kullanmayı sürdürmesinden derin rahatsızlık duyuyorum." dedi.
Lawlor, "Çağdaş Hukukçular Derneği üye ve yöneticilerinin de aralarında bulunduğu dokuz kişinin Türkiye'nin uluslararası insan hakları yükümlülüklerini ihlal ederek ağır hapis cezalarına çarptırıldı[klarını]" söyledi.
BM Raportörünün sözünü ettiği hak savunucuları
Lawlor, aralarında Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) üyelerinin de bulunduğu dokuz savunucunun polis şiddeti ve işkence mağdurlarını ve siyasal görüşlerini açıkladıkları için kovuşturulan kişileri temsil ettiklerini hatırlattı.
Lawlor, sözü edilen hak savunucularının sekizinin 2018-2019 arasında tutuklanmış ve "terör örgütü üyeliği" suçlamasıyla yargılanmış olduklarını söyledi ve açıklamasını şöyle sürdürdü: "Yargılananların ikisi ayrıca 'terör örgütü propagandası' suçlamasıyla karşı karşıya kalmışlardı. ÇHD II davası olarak bilinen ve uluslararası adalet ve ceza muhakemeleri usulüne uygun yargılama standartlarına uygun olmayan dava sonunda 13 yıla kadar hapis cezasına çarptırılmışlardı.
"Sanıklar: Barkin Timtik, Aytaç Ünsal, Özgür Yılmaz, Behiç Aşçı, Engin Gökoğlu, Süleyman Gökten, Selçuk Kozağaçlı, Oya Aslan'dı
"Yargıtay, 2020'de Terörle Mücadele Kanunu uyarınca mahkumiyetlerini onadı. Oya Aslan ayrı yargılandı ve 2022'de 11 yıl hapis cezasına çarptırıldı, cezası kasım 2024'te bölge istinaf mahkemesi tarafından onaylandı.
"Malatya Barosu avukatı olan bir başka sanık Turan Canpolat, 2016'da tutuklandı. Müvekkilinin uydurduğu iddia edilen delillere dayanan mahkumiyeti, Türkiye'nin 2016 darbe girişiminden sorumlu tuttuğu Gülen Hareketi ile bağlantıları nedeniyle 10 yıl hapis cezasına çarptırılmasına yol açtı."
İnsan hakları ihlalleri ve hücre cezası
Dokuz hak savunucusu hükümlünün hepsinin halen yüksek güvenlikli kapalı cezaevlerinde tutulduklarını belirten Lawlor, insan hakları savunucularının tutukluluklarını bir "utanç" olarak niteleyerek barışçıl insan hakları çalışmaları geçmişlerine rağmen yüksek güvenlikli koşullarda tutulmalarını kınadı.
Lawlor resmi bir disiplin cezası verilmemesine rağmen yaklaşık üç yıldır hücre hapsinde tutulan Turan Canpolat vakasının özellikle kaygı verici olduğunu söyledi. BM raportörü mahpusların karşı karşıya kaldığı zorlu koşulları vurgulayarak son derece rahatsız edici bir gelişme olarak niteledi.
Acil adalet çağrısı
BM Özel Raportörü Lawlor, Türkiye'nin özellikle adil yargılama ve tutuklulara insanca muamele konusunda uluslararası insan hakları standartlarına uymasının önemini vurguladı. Bu dokuz hak savunucusunun davalarının derhal gözden geçirilmesi ve uzun süreli tutukluluklarının sona erdirilmesi çağrısında bulunan raportör, Türkiye hükümetini tutukluların kötü muameleye maruz kalmamasını sağlamaya çağırdı.
Lawlor, "Türkiye Hükümetini uluslararası insan hakları hukukunu desteklemeye ve bu savunucuların üst mahkemelere yaptıkları itirazlar gereğince adil yargılanma hakkı elde etmelerine imkan sağlamaya çağırıyorum" dedi. BM raportörü "Konuyu Türk yetkililerle daha uzun boylu görüşmeye ve bu savunucuların haklarına saygı gösteren ve adaleti sağlayan bir çözüm aramaya hazır [olduğunu]" dile getirdi.
Boğaziçi Üniversitesi akademisyenlerinin nöbeti 1000. gününde
İktidarın Boğaziçi Üniversitesi'nin özerkliği ve özgünlüğünü yok etmeye yönelik saldırılarına karşı akademisyenlerin başlattığı nöbet 1000. gününde. Akademisyenler, “Farklı görüşlerde olmamıza rağmen temel ilkelerde bir araya geldiğimiz için direnişi bu kadar uzun süre devam ettirmeyi başardık.” diyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi rektörlüğüne atanmasıyla başlayan ve sonrasında Bulu yerine Naci İnci’nin yine Erdoğan tarafından atanmasıyla üniversite bileşenlerinin sürdüre geldiği eylemleri 4 yılına ulaştı.
Boğaziçi Üniversitesi akademisyenlerinin her iş günü Rektörlük binasına sırtlarını dönerek gerçekleştirdikleri nöbet eyleminin 1000’incisi Cuma günü (17 Ocak), üniversite bileşenleri, sendika ve muhalefet partileri temsilcilerinin katılımıyla gerçekleşti.
Eğitim Sen Genel Başkanı Kemal Irmak, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı Suat Özçağdaş, Türkiye İşçi Partisi (TİP) İstanbul Milletvekili Sera Kadıgil ve Emek Partisi (EMEP) Genel Başkanı Seyit Arslan’ın yanı sıra pek çok siyaset insanı da 1000. gününde Boğaziçi Üniversitesi nöbetine katılanlar arasındaydı.
Direnişin 1475., nöbetin 1000. günü
Nöbetin ardından akademisyenler, haftalık bültenlerini okudu. Açıklamada şu noktalar öne çıktı:
* Bugün 17 Ocak Cuma. Nöbetimizin 1000., direnişimizin 1475. günündeyiz. Sizlere özgür basının hâlen alınmadığı, öğrencilerin, birçok mezun ve emekli öğretim üyesinin girişlerinin engellendiği, çevresinde polisin ağır silahlarla devriye gezdiği, her köşesinin kameralarla, özel güvenlik güçleri ve sivil polislerce denetlenmeye çalışıldığı, girişlerine yüksek demir parmaklıkların yerleştirildiği kampüsümüzden sesleniyoruz. Bugün akademik nöbetimiz için 1000. kez Güney Meydan’da, rektörlük binasının önündeyiz.
* Akademik nöbetlerimizde rektörlük binasına sırtımızı dönüyoruz, çünkü kurum iradesini hiçe sayarak, usulsüzce ve tepeden inme yöntemlerle yapılmış rektör atamalarına, bu atamalar üzerinden üniversitenin bir siyaset aracı olarak kullanılmasına karşı çıkıyoruz. Sırtımızı dönüyoruz çünkü var olan yönetimi meşru bulmuyoruz, Anayasa Mahkemesi’nin 2024 yılında aldığı karara göre gayrimeşru konumları hukuken doğrulanmış olan rektör ve idarecilerin istifa etmelerini talep ediyoruz.
* Nöbetlerimizi her iş gününün öğle tatilinde sessizce ayakta durarak gerçekleştiriyoruz, çünkü amacımız, talep ve itirazlarımızı barışçıl yollarla, akademik ve idari görevlerimizi aksatmadan, kampüsün gündelik hayatını, dersleri, araştırmaları ve etkinlikleri kesintiye uğratmadan ifade etmek.
* Nöbetlerimiz için Güney Meydan’a iniyoruz, çünkü bu alanın üniversitenin özgürlükçü, eşitlikçi ve çok sesli yaşam kültürünün odağı olduğunu düşünüyoruz. Her iş günü bu meydanda nöbet tutuyoruz, çünkü kampüslerin yasaklar ve güvenlik kısıtlamalarıyla çoraklaştırılmasına karşı çıkıyoruz; üniversitelerin farklılıkların ve itirazların özgürce ifade edilebildiği, çoğulcu ve kapsayıcı ortamlar olarak yeniden yapılandırıldığını görmek istiyoruz.”
* Nöbete akademik kimliğimizi simgeleyen cüppelerimizle katılıyoruz, çünkü mücadelemizin odağında üniversiteler için daha iyi bir gelecek ve evrensel akademik ilkeler var. Farklı görüşlerden, kimi zaman farklı kurumlardan akademisyenler olarak bizi bu meydanda buluşturan, akademik hak ve özgürlükleri önceleyen bu evrensel ilkelere olan ortak inancımız. Biz, herhangi bir siyasal gündemi savunmak için değil, Türkiye’de çağdaş ve evrensel kriterlere uygun bir yükseköğretim modeline geçilmesini, üniversitelerin akademik, idari ve mali anlamda özerk, katılımcı ve hesap verebilir kurumlar olarak yeniden yapılandırılmasını talep etmek için buradayız.”
* Nöbetimizi alkışlarla sonlandırıyoruz, çünkü siyasi kadrolaşma ve liyakatsizleştirme gibi ağır kamu zararına yol açan, kurumun ve öğrencilerimizin geleceğini baltalayan tüm yıkıcı uygulamaların anlaşılmazlığını ve akıl dışılığını bu alkışlarla protesto ediyoruz.”
* Taleplerimiz karşılanıncaya kadar, kurumumuzun ilkelerini, özgürlükçü ve çok sesli yapısını ayakta tutacak, tüm Türkiye için özerk ve demokratik üniversite idealini savunacak yeni ve meşru bir yönetim oluşturuluncaya kadar bu meydanda bir araya gelmeye, akademik nöbetimizi sürdürmeye kararlıyız.
Açıklamanın ardından kampüs kapısına yürüyen akademsiyenler, bileşenler ve destekleyenler, burada kampüse girişleri engellenen mezunlar ve akademisyenlerle buluştu.
Can Candan “Üniversiteler, siyasi iktidardan bağımsız olmalı”
Eylem sonrasında bianet’e açıklamalarda bulunan akademisyen Can Candan, “Bazı akademisyenlerin Güney Meydanda nöbete dahil olduklarını, bazılarınınsa girişi engellendiği için üniversite kapısında buluştuklarını” söyledi.
🔴 Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri 1000. kez nöbette
🗣️ Akademisyen Can Candan (@yunusunbabasi) : "Bütün üniversitelerin özerk, özgür, demokratik kurumlar olması gerektiğine inanıyoruz. Bunu hep birlikte savunmaya devam edeceğiz"
Direnişin 1475 gündür sürdüğünü belirten Candan, bütün engellemelere rağmen itirazlarını sürdürdüklerini söyledi:
“Boğaziçi için talebimiz, Türkiye’deki bütün üniversiteler için geçerli. Bütün üniversitelerin özgür, özerk ve demokratik kurumlar olması gerektiğini düşünüyoruz. Üniversitelerin, siyasi iktidardan bağımsız şekilde kalması gerektiğini düşünüyoruz ve bunu savunuyoruz.”
Prof. Tuğcu: “Eğitim, öğretim ve araştırmayı engellemek için her şey yapıldı”
Yine eylem sonrasında bianet’e konuşan Bilgisayar Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Tuna Tuğcu, geçen 4 yılı aşkın süreçte Boğaziçi Üniversitesi’nin tüm bileşenleriyle inanılmaz işkencelerden geçtiğini belirtti: “Birçok arkadaşımız ayrılmaya zorlandı, bazılarının doğrudan çalışma izinleri veya sözleşmeleri sonlandırıldı. Bazı hocalarımız 6 ay üniversiteden uzaklaştırıldı.”
🔴 Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri 1000. kez nöbette
🗣️ Bilgisayar Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. @tuna_tugcu: "Boğaziçi Üniversitesi tüm bileşenleriyle inanılmaz işkence maruz kaldı. Bütün bunlara rağmen bu direnişi başarıyla sürdürdük."
Bu süreçte üniversitede eğitim, öğretim ve araştırmayı engellemek için her şeyin yapıldığını belirten Tuğcu, haksızlık ve ihlalleri sıralamayı sürdürerek, “Kanunsuz ve hukuksuz olarak araştırma merkezlerimize el koyuldu. Yine hukuksuz olarak projelerin yürütücüleri değiştirildi, araştırma ekipmanlarımıza el koyuldu ve eşyalarımız çöp poşetleri içerisinde eksik olarak bizlere teslim edildi.” dedi.
Öğrencilere açılan 500’ü aşkın soruşturma
Öğrencilere de çok fazla zarar verildiğini söyleyen Tuğcu, öğrenciler aleyhine 500’ü aşkın soruşturma açıldığını dile getirdi ancak direnişin bütün her şeye karşın sürdürlebilmesini iu sözlerle özetledi: “Hepimiz farklı görüşlerde olmamıza rağmen temel ilkelerde bir araya geldiğimiz için bu direnişi bu kadar uzun süredir devam ettirmeyi başardık.”
Prof. Eder: “Yönetimin gayrimeşruluğunun yanı sıra, uygulamalarına da itiraz ediyoruz”
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Mine Eder de bianet’e yaptığı açıklamada, yönetimin gayrimeşruluğunun yanı sıra, yaptığı uygulamalarına da itiraz ettiklerini belirtti.
Liyakat ilkesinin içinin boşaltılması ve fakülte ile birimlerin ortak akıl yürütmesine fırsat verilmeksizin parraşütle atanan akademisyenlerden söz eden Eder, yönetimin ciddi şekilde merkezileştiği ve hoyratlaştığını söyledi.
🔴 Boğaziçi Akademisyeni Prof. Dr. Mine Eder, 1000. gününde nöbet eylemlerini anlattı
🗣️ “Mükerrer oylarla, dekanların görevden alınıp yerlerine paraşütlerin getirilmesiyle üst kurullar ele geçirildiği için tamamen merkezden bir siyasi işgal ile karşı karşıyayız.”
“Tamamen merkezden bir siyasi işgal ile karşı karşıyayız”
Her şeye Rektör ve Rektör yardımcılarından oluşan bir heyetin karar verdiğini söyleyen Eder, “Mükerrer oylarla, dekanların görevden alınıp yerlerine paraşütlerin getirilmesiyle üst kurullar da ele geçirildiği için tamamen merkezden bir siyasi işgal ile karşı karşıya [olduklarını]" dile getirdi.
Eder, son 4 yıldır güvenlikçi bir ortamın yaşandığı üniversitede pek çok sivil polisin bulunduğunu aktardı: “Adeta kriminal şeyler yapıyoruz gibi bir hava var her yerde. Bu, bir üniversiteye hiçbir şekilde yakışmayan bir ortam. Bu da maalesef son 4 yılda yaşadığımız bir süreç.”
“Hukuk mücadelesi de direnişin önemli bir ayağı”
250’ye yakın dava dosyalarının olduğunu ve bu hukuk mücadelesinin de direnişin önemli bir ayağı olduğunu belirten Eder; üniversite birimlerinin haberi olmadan gerçekleştirilen atamalarla, fakülte ve enstitü kurulmasına yönelik davalar açtıklarını belirtti.
Demokratik, şeffaf ve katılımcı bir üniversite için mücadele ettiklerini söyleyen Eder, öğrencilerin nitelikli bir kamu üniversitesine hakkı olduğunu söyledi: “Boğaziçi, diğer toplumsal dinamiklerden ayrı bir yer değil. Ülkenin dört bir yanından gelen öğrencilerin eğitim hakkı ellerinden alınıyor. Bu yüzden mücadelemizi sonuna kadar devam ettireceğiz.”