Ben kendi hesabıma umutlanmıştım. Hrant Dink'in hunharca katledildiğini duyar duymaz sokaklara dökülen on binlerce kişinin tepkisini gördükten sonra umutlanmıştım. Günlerce Agos'un önünde nöbet tutanları ve sonrasında da sevgili Hrant Dink'in cenazesinde buluşan yüz binlerce vicdan sahibi yurttaşın tepkisini gördüğümde umudum pekişmişti. Ülkemizde artık siyasi cinayetlerin son bulacağını iyiden iyiye düşünmeye başlamıştım.
Başbakan Erdoğan'ın "ucu nereye çıkarsa çıksın" bu davanın takipçisi olacağını ilan etmesine olumlu değer biçmiştim. Öyle ya, hazırlık soruşturmasının ilk günlerinde cinayetin arkasındaki ilişkilerin birbiri ardına deşifre edilmesi, bende "bu kez bu işin arkasındaki karanlığın sorgulanabileceği bir sürece giriyoruz" düşüncesini uyandırmıştı.
Sonra... Sonra süreç bıçak gibi kesildi. Cinayetin faillerinin ve azmettiricilerinin soruşturulması sürecinin, Trabzon'un Pelitli ilçesindeki bir takım yeni yetmenin çevresinde oluşan ve "karanlığın" ancak buzdağının üstündeki kısmına tekabül eden bir ilişki ağıyla sınırlı kalacağı belli olmaya başladı.
Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı koltuğunu Hrant Dink cinayetinin gerçek azmettiricilerini bulmaktan daha fazla önemsediği ortaya çıktı. Ancak hükümetin ve adalet mekanizmasının dava sürecine yönelik ilgisinin zayıflamasında, cinayetin hemen sonrasında "Hepimiz Hrant'ız" diyerek dava sürecinin takipçisi olmak konusunda irade beyan etmiş olan yüzbinlerin sözlerinin arkasında yeterince duramamasının hiçbir etkisinin olmadığını söyleyebilir miyiz? Ya da Türkiye toplumunun "ayran gönüllü" yapısını öne sürerek bu süreçteki sorumluluğumuzu üzerimizden atabilir miyiz?
Dava hazırlık soruşturmasının şu ana kadarki seyri izlendiğinde, maalesef bir Türkiye klasiğiyle karşı karşıya kaldığımızı görüyoruz.
Tıpkı yakın tarihimizdeki Kemal Türkler, Musa Anter, Metin Göktepe cinayetlerinin ve işlenmiş bilumum siyasi cinayetin ertesinde olduğu gibi, yüzbinlerce insanın tepkilerini dile getirmesinden, yetkililerin bu davanın sonuna kadar takipçisi olacağını ilan etmesine ve eni sonu da birkaç "piyon"un ceza almasıyla davanın üzerinin kapatılmasına doğru giden sürece bir kez daha şahitlik ediyoruz. Şahitlik ettiğimiz oranda da suç ortağı oluyoruz.
Geliyorum diyen Hrant Dink cinayetine engel olamayan ve şimdi de Hrant Dink davasının takipçisi olmak üzere yeterli bir basınç oluşturmayı başaramayan dağınık demokrasi güçlerinin, 2007 seçimlerinde "bağımsız adaylar" üzerinden başarı elde etmenin hayallerini kurması, açıkçası bana pek de gerçekçi gelmiyor.
Çünkü bu dava sürecinin seyri, Türkiye'nin yakın geleceğinin, yükselen militarizmin ve ırkçılığın "kara" mürekkebiyle mi, yoksa barışın, demokrasinin ve kardeşliğin "çok renkli" mürekkebiyle mi yazılacağı konusunda turnusol kağıdı işlevi görecekmiş gibi görünüyor.(CÖ/EÜ)
Not: 15 Nisan 2007 Pazar günü (yarın) saat 13.00'de "Hrant Dink Cinayetinin Gerçek Azmettiricileri Yakalansın" talebini dile getirmek üzere Agos'un önünde gerçekleştirilecek sessiz buluşmaya katılacağım. Yüreği demokrasiden yana atan tüm İstanbulluları orada buluşmaya çağırıyorum.
* Cem Özatalay, Galatasaray Üniversitesi, Sosyoloji bölümü.