Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, sanayi yatırımlarının yoğun olduğu Kocaeli'nin Dilovası ve Kandıra ilçelerinde hava kirliliği ve biyolojik materyallerle ilgili bir araştırma yaptı.
Araştırma sonuçları Kocaeli ve özellikle de Dilovası bölgesi ve bölge halkı için ciddi bir uyarı niteliğindeydi.
Elini taşın altına koydu Hamzaoğlu. "Bu durum böyle süremez" dedi. "Birileri daha çok kazansın diye insan sağlığı da, doğa da tehlikeye atılamaz. Bu duruma hep beraber bir çözüm bulmamız gerekiyor". Bunları söyler söylemez de bir anda hedef adam haline geldi. Kocaeli'de kapasite artışına neden olacak "yeni yatırım"ların yapılmakta olduğu bir dönemde "birilerinin tekerine çomak sokmuştu" çünkü.
25 yıllık hekim, 20 yıldır halk sağlığı alanına çok değerli çalışmalar vermiş, 2001'den bu yana da Kocaeli'nde bu çalışmalarını sürdüren Hamzaoğlu, şimdi hem bölgenin ve bölge insanının sağlığını ve geleceğini riske atan tablonun önünü almak için uğraşıyor, bir yandan da kendisine yönelen saldırılarla mücadele ediyor. Hamzaoğlu ile tüm bu süreci konuştuk.
Araştırmanızın ilk bulgularını açıklar açıklamaz, birdenbire hedef adam haline geldiniz. Neden sizce?
Bilimsel yöntem, insanın kendini, doğayı, içinde yaşadığı toplumu bilmek için kullandığı bir düşünce biçimidir. Biliminsanı dediğimiz zaman bilimsel yöntemi en uygun koşullarda kullanan, bilimsel yöntemi kullanarak üreten insanı anlarız.
Bilimsel yöntemin çok genel olarak iki aşaması vardır: Tanımlama ve doğrulama.
Doğrulama aşaması insanların tarafsız olduğu, kullanmış olduğu metodolojinin herkes tarafından açık ve net olarak bilinmesi gerektiği ve o metodoloji ile elde edilecek verilerin aynı şekilde bir başkası kullandığında da elde edileceğini kanıtlamak zorunda olduğu bölümdür.
Tanımlama aşaması ise bilim insanının ilgileneceği konuyu, sorunu belirlemesi, bu konuyla ilgili hipotezleri saptaması aşamasını içerir. Dolayısıyla tanımlama aşaması bütün bilim insanları için bir taraflılığı içeren bölümdür.
Hangi konuyu çalışacağınız, o konu ile ilgili olarak üreteceğiniz hipotezler ve sınama ihtiyacı duyduğunuz hipotezleriniz ile bir tarafsınızdır. Örneğin bir fabrikanın üretim kapasitesini nasıl artırırsınız? Teknolojiyi yenileyerek, çalışma sürelerini artırarak vs.?
Tanımlama aşamasının taraflılığı burada yaptığınız seçimden kaynaklanır. Ben de bu araştırma konusunu belirlemede ve buradaki hipotezlerimde bir taraf olarak bu işe başladım. Ancak hipotezlerimizde sınama aşamasında kullandığımız her türlü metodoloji tam bir tarafsızlık, açıklık ve nesnellik içermektedir.
Bu nedenle gelen eleştiriler ya da tepkiler esasında araştırmanın tanımlama aşamasıyla ilgilidir. "Neden bu konu çalışılıyor"dur esas söylenmek istenen. Çünkü bu konuyu çalışmakla saptanmakta olan sorunun nedenleri de ortaya çıkacak ve çıkmakta. Kocaeli genelinde yapılmış olan yatırımların doğayı, insanı esas alarak mı, yoksa doğaya ve insana rağmen mi çalıştığını ortaya koyacak bir çalışmadır bu.
Sağlık Bakanlığı kendi raporlarında Dilovası'nda kanserden ölümlerin birinci sırada olduğunu zaten açıklıyordu...
2007'nin Aralık ayında basılmış, Kanser Savaş Daire Başkanı'nın editörü olduğu bir kitap var; "Türkiye'de Kanser Kontrolü" diye. Orada Daire Başkanı ve yardımcısının birlikte yazmış oldukları bir Kocaeli-Dilovası bölümü var. 2008'de bu kitabın -neden olduğunu bilmiyorum hâlâ- İngilizceye çevrilmiş hali de var.
2009'da yine "2009-2015 Türkiye'de Kanser Kontrolü" diye bir kitap var. Orada da Dilovası diye bir bölüm var. En son biliyorsunuz -bizim de basın aracılığıyla haberimiz oldu- Sağlık Bakanlığı'nın Mayıs 2011 tarihli raporu var. Rapora, Sayın Daire Başkanı ve iki yardımcısı katkıda bulunmuşlar; "Dilovası'nda kanserden ölümler dünyadaki ve Türkiye'deki'nin aksine birinci sıradadır. Bu önemli bir sorundur" diyorlar.
Öyle ki, Sayın Daire Başkanı'nın 2007'deki kitabında doğrudan doğruya; "Kirliliğin kaynağı organize sanayi bölgesinin kendisidir ve bununla ilgili çalışmaların yapılması gerekir" diye saptaması var.
Bu çok tuhaf değil mi? Kendi raporlarında 2007'den bu yana bunu kerelerce dile getiriyorlar. Ne zaman ki siz böyle bir çalışma yapıyorsunuz, bu sefer neredeyse kendilerini inkâr eden bir hale geliyorlar...
Maalesef. Bu ibret verici bir durum ama şunu söyleyeyim: Onlar saklılığı olan şeyler. Kitabı basıyorsunuz, kimlere dağıtıyorsunuz onlar bilir ya da meraklısı araştırır, bulur. Biz ise hem üretmiş olduğumuz bilginin kaynağını, hem de bilim insanının, üniversitenin topluma olan sorumluluğu nedeniyle doğrudan doğruya sorunu yaşayanlarla bilgilerini paylaştık. Konu budur, kabul edemedikleri kısım da budur.
Eğer bekleseydik, Kocaeli'nde kapasite artışına neden olacak yeni yatırımların olmak üzere olduğu bir dönemde değil de o işler bittikten, ÇED raporları çıktıktan sonra bunları konuşsaydık böyle bir sorun olmayacaktı. Kocaeli'de birçok gazetenin köşe yazarı, genel yönetmeni, bazı STÖ'lerin yöneticileri 14-19 Haziran 2011 tarihlerinde Güney Kore'ye gittiler.
Ne için gittiler? Gözlem gezisi. Neyin gözlemi? Kocaeli'nin doğusuna -çünkü batısında üç tane var- yapılacak bir demir çelik fabrikasının ziyaretine. O demir çelik fabrikasının kirli olup olmadığına "görerek" karar verecekler.
Hâlbuki bir sanayi yatırımının çevreye olan etkisi hangi hammaddeyi kullandığına, hangi teknolojiyi kullandığına, üretim kapasitesine ve emisyonlarına göre değerlendirilir.
Bu da bilimsel bilgilere dayalı, bilimsel ortamlarda konuşulur. Hindistan'a yatırım yapacakken, Hindistan halkının kabul etmediği ve yatırıma müsaade etmediği bir fabrika bu. Bunu Çevre Mühendisleri Odası bize kanıtladı, bir sunumda da gösterdiler raporlarıyla birlikte.
Başka bir ülke ararken, bizim ülkemizi bulmuşlar ve bizim ülkemizde de Kocaeli'ni seçmişler. Dolayısıyla Kocaeli'de yaşananlar ve araştırma sonuçlarını paylaşmamız üzerinden kopartılan gürültünün gerçek nedenleri sermaye sahiplerinin de artık tartışılabilir olduğunu, yatırımların modernize edilmesi gerektiğini, hammaddelerin değiştirilmesi gerektiğini, arıtma sistemlerinin gözden geçirilmesi gerektiğini, olmayanların yapılması gerektiğini, göstermektedir. Biz tarafız.
Çok yakın zamana kadar İl Sağlık Müdürlüğü'nün elindeki verileri göstermeyip, tartışmaya açmayıp, sorunun kent genelinde olduğunu açıklamayışının karşı tarafındayız biz.
Ellerindeki ölüm kayıtları, kentin esasında bütününde kanserden ölümlerin ülkemizin diğer kentlerinden daha yoğun olduğunu gösteriyor. Bu sorun var; ne için var? Birileri daha fazla kazansın diye var.
Bu araştırma projesi artık bunun durdurulması gerektiğini haykırmak için başlatılmıştır ve bunun bilimsel kanıtlarını sunmaktadır. Biz bu rahatsızlığın sebebini en azından ben ve arkadaşlarım buna bağlıyoruz.
Bunun bir başka verisi olarak öyle bir şey yaşandı ki Dilovası'nda bize destek olmak amacıyla basın açıklaması yapan arkadaşlarımız hakkında "Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası'na muhalefet" gerekçesiyle soruşturma başlatıldı. Daha neler olacak, izliyoruz.
Sizin açtığınız bir dava var bu süreçle ilgili.
Ocak 2011 tarihi itibarıyla kentimizde yeni emisyon artışı yaratacak, Hindistan'dan kovulmuş bir fabrikanın ÇED raporunun çıkartılma hazırlıklarının olduğu haberi tartışılır olmuştu.
Konuyla ilgilenen bir gazeteci arkadaşımızın talebi üzerine, ben de konuyla ilgili olduğum için sohbet ettik. Yeni fabrikanın demir-çelik alanında olduğunu ve bunun da ne gibi sorunlar yaratabileceğini paylaştım.
Yöneticilerin bu alanda karar verirken çok titiz davranmaları gerektiğini, tek bir fabrikanın emisyon değerlerinin önemli olmadığını, çünkü Kocaeli'nin bütününde sanayinin çok yoğun olduğunu ve çoğunun çok büyük risk yarattığını, o bakımdan kümülatif bir değerlendirmeye gereksinim olduğunu söyledim. Ve yürütmekte olduğumuz çalışmada, bilimsel ve değişmeyen verilerine göre annelerin sütünde ve bebeklerin kakalarında bile ağır metallere rastladığımızı paylaştım. Bu bir sorumluluktu.
Bir araştırma sonucunun paylaşılması değil, sadece bilgi verilmesiydi. Bunun üzerine Büyükşehir Belediye Başkanı birkaç gün içinde benimle ilgili bir kentin yöneticisine yakışmayan tarzda sıfatlar kullandı röportajında.
Bu röportajdan sonra, partisinin bir eğitim toplantısının açılışında bunu kamera kayıtlarına da söylüyor. Israr var yani. Bu çok incitici bir tablo tabii ki...
Onun üzerine avukatım aracılığıyla suç duyurusunda bulundum, bir de tazminat davası açıldı. Benim şikâyetim üzerine, savcılığın bir kamu davası olarak başvurduğu ve mahkemenin kabul ettiği bir dava sürüyor. Kocaeli Belediye Başkanı şahsıma hakaretten yargılanıyor. 31 Mayıs'ta ilk duruşması yapıldı, ikinci duruşma 15 Eylül'de gerçekleşecek.
Hakkınızda yürütülen bir de soruşturma var...
Benim şikâyet başvurumdan yaklaşık bir hafta sonra, sanıyorum bunlar da öğrenilince, Büyükşehir Belediye Başkanı ve Dilovası Belediye Başkanı Kocaeli Cumhuriyet Savcılığı'na benim halkta korku ve panik yarattığım gerekçesiyle hakkımda hapis cezası ile yargılanmam istemi ile dilekçe veriyorlar.
Soruşturma sizin dava için başvurunuzdan sonra mı?
Tabii, evet, benim başvurumdan sonra... Bu tarih önemli tabii. Büyükşehir Belediye Başkanı ve Dilovası Belediye Başkanı halkı korku ve paniğe sevkettiğim gerekçesiyle, bu nedenle de TCK'nin 213. Maddesi uyarınca 2-4 yıl arasında hapis cezası ile yargılanmam istemiyle dilekçe veriyorlar. Savcılık bu dilekçe üzerine de benim ve başvuru sahiplerinin ifadelerini aldı ve dosyasını hazırladı.
Bu sefer konuyu benim çalışma alanım, uzmanlık alanım ve görev yaptığım alanla ilişkili bulduğu için, mahkemeye sevketmek yerine burada benim yaptığım bir hata olup olmadığının karar verilmesi için üniversiteye gönderdi. 25 Mart 2011 tarihi itibarıyla Kocaeli Cumhuriyet Savcılığı dosyayı Kocaeli Üniversitesi (KOÜ) Rektörlüğü'ne gönderdi. Rektörlük bu dosya ile ilgili olarak da ceza soruşturması açmayı uygun bulmuş.
Bu işlem yürürken bir tebligat daha aldım. Bu sefer hakkımda disiplin soruşturması açıldığına yönelik. Onun da gerekçesi şu. Kanser Savaş Daire Başkanlığı, başkanın imzasıyla 4 Mart 2011 tarihli yazıyı Yükseköğretim Kurulu'na (YÖK) gönderiyor.
"KOÜ Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Onur Hamzaoğlu halka kanser ile ilgili yanlış bilgi veriyor, halkta korku ve paniğe neden oluyor" diye özetleyebileceğim bir yazı.
YÖK de Nisan 2011 itibarıyla bu yazıyı Rektörlüğümüze gönderiyor. YÖK'ün üst yazısı şu; ekte Sağlık Bakanlığı Kanser Savaş Daire Başkanı'nın yazısı bulunmaktadır, gereği için bilginize sunarım diye. YÖK neyin yapılacağını söylemiyor. Rektörlüğümüz bu yazıya da disiplin soruşturması açmayı uygun buluyor. Ben Mayıs itibarıyla her iki soruşturma için de yazılı savunmalarımı ilettim.
Tüm bunlar yerine siz nasıl bir tepki beklerdiniz?
Biliyorsunuz, Filistinlilerin mücadelesinin insani ve önemli olduğunu, barışın bir an önce gelmesi talebiyle Edward Said'in sembolik bir taş atışı var. Üniversitesi birbirine girdi. Öğretim üyeleri kelle almaya kalktılar, atılmasını istediler. O dönemin üniversite rektörü bunun akademik özgürlükler ve toplumsal sorumluluklar kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirterek bu konunun bir soruşturma konusu dahi olamayacağına karar verdi.
Edward Said anılırken nasıl ki bu sembolik taş atışından bir onur olarak bahsediliyorsa, rektöründen de onurla bahsediliyor. Ben bunu önemsiyorum. Tarih bunları bu şekilde kaydediyor çünkü. Nasıl olmalıydı? Böyle olmamalıydı. Türkiye'de de benim üniversitemde de başka alternatifler var. Dilerim bundan sonra bu alternatifler gündeme gelecektir. Bunlar bilim insanın onuru, bir yurttaş onuru olarak hepimizin tanıklık ettiği normal olaylar olacaktır diye umut ediyorum.
Biraz araştırmanızdan ve şu an gelinen aşamadan bahseder misiniz?
2005 araştırmamızda Dilovası'ndaki kanserden ölümlerin, toplam ölümlerin yüzde 33'ünü oluşturduğunu bulmuştuk ve bunu paylaşmıştık. TBMM araştırma komisyonu Dilovası'nda 29 sorun tespit edip, 29 öneri getirdi ama bunlar zamanında ve yeterli biçimde hayata geçmedi. Bunun üzerine bu çalışma, varolan kirliliğin havadaki durumu, bunun sanayi kaynaklı olduğunun gösterilmesi, o bölgede yaşayan insanlarda havadaki kirliliği yaratan biyolojik maddelerin de bulunduğunun gösterilmesi ve bunların büyüme ve gelişmeye genetik boyutta bir sorun oluşturup oluşturmadığının araştırılması ve izlenmesiydi.
Biz hava ile ilgili olarak TÜBİTAK'ın Marmara Araştırma Merkezi Çevre Enstitüsü ile uzun bir süre araştırma projemizi hazırlamadan önce görüşüp, havadaki kirliliğin partiküler maddeler itibarıyla nasıl hesaplanacağını görüştük.
Bu partiküler maddeler arasındaki ağır metallerin özellikle sekiz tanesi bizim için önemliydi. Üç tanesi vücutta eser miktarda bulunuyor, eksilmesi de sorun, artması da sorun. Ama geri kalan beş tanesinin hiç bulunmaması gerekiyor.
Dolayısıyla bunların varlığını araştırmak adına konuştuk ve onlar da bu çalışmada kullanmak üzere araç parklarını yenilediler. Uluslararası akredite bir laboratuar.
Hem Dilovası'nda, hem Kandıra'da örnekler alınıyor, bu yerleri önceden birlikte belirledik. Oraya her ayın aynı gününde aletler kuruluyor, 24 saat itibarıyla toz örnekleri toplanıyor, ondan sonra o tozların miktarı ölçülüp, içlerindeki ağır metaller analiz ediliyor. Tüm bunları yapan yer TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi Çevre Enstitüsü'dür.
Havadan toz toplayacak aletlerin 500 metre çapındaki alanda oturan insanlardan gebelikleri yeni başlayanlara öneri götürdük. Gönüllük esası ile. 18-35 yaş arasında olacak, herhangi bir kronik hastalığı olmayacak, gebeliği sürecinde sigara içmeyecek gibi özellikleri içeren koşulları da sağlıyorlarsa, onlardan çalışmamıza katılmayı kabul edenleri izlemeye başladık.
Her ay gebelikleri nasıl gidiyor, gebeliklerin gelişiminde bir sorun var mı, bebeklerin kalp sesleri iyi mi, değil mi bunları izledik.
Doğum yaptıklarında da bu anneler, bebekleri doğduktan sonra ilk sütlerinden bir miktar sağdılar. Bu işte analiz almaya uygun poliüreten kaplara. Bebeklerin kakalarından da örnekler aldık.
Herhangi bir yere değmeyecek şekilde, yine uygun koşullarda, uygun kaplara koyduk. Bunları eksi 18 derecede taşınma kapları ile üniversitemize naklettik.
Üniversitemizde araştırmacılar için tıp fakültemize ayrılmış bir bölümde bu biyolojik örnekleri derin dondurucuda sakladıktan sonra, peyderpey Bursa'da bulunan TÜBİTAK'a ait olan yine BUTAL denilen Bursa Araştırma Laboratuarı'na gönderdik.
Bunları peyderpey yaptık çünkü ilk doğum tarihimiz 2009, son doğum tarihimiz de Nisan 2011'di. Yine uluslararası akreditasyonu olan o laboratuarda, eksi 48 derecede gönderdiğimiz materyalleri soğuk kurutmayla kurutup, onları toz haline getirip ondan sonra işleme alan ve şu anda kullanılan en ileri teknolojiyi, akademik kamuoyunda bilinen en uygun teknolojiyi kullanan iki uluslararası akredite laboratuar.
Bu veriler geldikçe paylaştık. Niçin Haziran ayını bekleyeceğiz dedik? Son doğum tarihimizin Nisan olduğunu bildiğimiz için, onlar da çıksın, onları da laboratuara gönderelim ve sonra bize gelen sonuçları değerlendirelim diye.
Sonuçta da bunca gürültüyü koparan sonuçlara ulaştınız...
Havadan elde ettiğimiz verilerde kirlilik vardı. Hem Dilovası, hem de Kandıra havadaki toz miktarı itibarıyla partiküler madde 10 mikrogramdan küçük olanları kastederek söylüyorum; Avrupa Birliği (AB) standartlarının çok üzerinde. 2008'deki Amerika Birleşik Devletleri (ABD) standartlarına göre de öyle.
AB standartlarında 40 mikrogram diye ifade ediyor; Dünya Sağlık Örgütü de diyor ki, bunun yarısı kadarken de havadaki toz miktarı, anne karnındaki bebeği olumsuz etkileyeceğine yönelik araştırmalar var. Bu bakımdan 40 bile esasında riskli.
Ağır metaller de araştırıldı, bunların da varlığı saptanmış oldu. Biyolojik materyallerde de hem Dilovası'nda hem Kandıra'da anne sütünde de, kakalarda da ağır metaller saptadık. Bunlar da insan sağlığını riske edecek ölçülerde. Dolayısıyla var mıdır, yok mudur tartışmaları, oradaki insanlar tarafından da zaman kaybı olarak değerlendiriliyor. Mesele bir an önce bu sorunun çözümüne yönelik faaliyete başlamaktır.
Ama şu da var. Bilimsel bilgi mutlak değildir, yanlışlanabilir bilgidir. Dolayısıyla bu bilgi mutlaktır, değişmez demek bu bilginin doğru olmadığı anlamına gelir. Bizim bilgimiz de değişebilir, mutlak değildir. Ancak aksi ispatlanana kadar doğrudur.
Sağlık Bakanlığı'ndan tepki var mı?
Tabii ilginç şeyler de yaşanıyor bu arada. 24 Ocak itibarıyla Ankara'dan halk sağlığı profesörü bir meslektaşımız Kanser Savaş Daire Başkanlığı adına beni aradı ve Sağlık Bakanlığı'nın konuyu önemsediğini ve kapsamlı bir araştırma projesi hazırlığında olduklarını ve projenin yürütücüsü olup olamayacağımı, içinde olup olamayacağımı sordular.
Ben de prensip olarak uygun olduğumu söyledim. Ertesi gün 25 Ocak'ta anabilim dalımızın akademik kurulunda da ben konuyu paylaştım arkadaşlarımla ve akademik kurulun karar defterine de düştük. Bize Bakanlık'tan teklif gelirse bu konuyu kabul edeceğiz diye.
Ardından bir ay geçmesine karşın bir ses seda çıkmayınca yüz kızartıp, hayatımda hiç böyle bir şey yapmamıştım ama Kocaeli'deki durumu önemsediğim için, kendisine döndüm telefonla. Daire Başkanlığının çok yoğun olduğunu, o bakımdan karışmış olabileceğini, ama anımsatacağını ve onların beni arayacaklarını söyledi. Şubat'ın 21'inde. Ne arayan oldu, ne soran.
Sonra Ankara'dan bazı öğretim üyesi arkadaşlarım, kendilerine Kanser Savaş Daire Başkanlığı'ndan Dilovası ve Kocaeli ile ilgili yapılacak bir araştırmanın proje yürütücülüğünün teklif edildiğini, bu konuda benimle konuşulup konuşulmadığını sorduklarında kendilerine açık bilgi verilmediği için tedirgin olduklarından reddettiklerini söylediler.
Daha sonra bir grup araştırmacı ile beraber 24-25 Mart tarihinde Dilovası ve Kocaeli'nde bir gözlem ziyareti, çalışması yapılmış. 7-8 Nisan tarihlerinde de geniş kapsamlı bir, araştırma projesi hazırlamaya yönelik bir çalıştay düzenlemiş Kanser ve Savaş Daire Başkanlığı. Öğrendiğim kadarıyla Düzce Üniversitesi'nden bir yardımcı doçent arkadaşımız proje yürütücülüğünü üstlenmiş.
Araştırmaya üniversiteniz dışında başka yerlerden, yurt dışından ilgi, talep oldu mu?
Tabii, Dünya Sağlık Örgütü Türkiye bürosu ilk ocak ayında aramıştı. Kendileriyle o dönemdeki verileri de paylaştık. Türkiye'de anne sütüyle ilgili çalışmalar için önemsediklerini söylediler. Yeniden paylaşacağız. Bunun dışında bu konuyla ilgili akademisyen arkadaşlarımız arayıp, bu bölgedeki sorunların paylaşılmasını öneriyorlar. Bütün çalışmalara açığız. İçinde olmamız da gerekmiyor ayrıca.
Çok geniş bir kesimin de desteğini aldınız. Bu süreçte hekimlerden çevrecilere, akademisyenlerden vatandaşlara kadar çok geniş bir kesimin desteği halen sürüyor. Ne hissediyorsunuz?
Gurur verici. İnsanların bilimsel özgürlüğe, akademik kimliğin toplumsal sorumluluğuna, üniversitenin toplumsal sorumluluğuna sahip çıkmaları umut verici. Hem kurumsal düzeyde, hem bireysel düzeyde uluslararası desteği de olan bir süreç yaşanıyor.
O bakımdan, hala bu çalışmaların yapılmasının, sürdürülmesinin kararlı olması gerektiği ile ilgili umutlar var. En azından bu çalışmaların birilerinin yaptığı gibi bir yere süpürülmesine müsaade etmeyecek önemli sayıda insan var. Hem ülkemizde hem de başka ülkelerde. Buna bir kez daha tanıklık etmiş olmanın da mutluluğunu yaşıyorum. (MSK/HK)