Kendi deyimiyle gazeteci, yazar, reklamcı, çevirmen ve devrimci Muhsin Kızılkaya'yla TRT Şeş'in yayına başlaması vesilesiyle Kürtçe'yi, bir çocuğun "bilinmeyen bir dille" ilişkisini, dil siyasetini, devletin yıllar sonra gelen adımını ve bu adımın Kürt sorununa ve Türkiye'deki toplumsal yaşama neler kazandıracağını konuştuk.
Kürtçeyle ilişki
Ben hayata gözlerimi açtığım zaman Kürtçe'nin dışında başka bir dilin varlığından bihaberdim. Dolayısıyla dünya sadece benim anadilimden ibaretti. Başka bir dili öğrenmemiş her çocuk gibi.
Bana öğretilenle algılamaya başladığım hayat zaman içerisinde, biraz daha büyüyüp, 5-6 yaşlarına geldiğim zaman da aynı şekilde sürdü. Başka bir dil henüz kulağıma ulaşmış değildi. Bir tek arada bir köye jandarmalar gelirdi. O jandarmaların bizim türkülerimizden farklı türküler söylediklerini duyardık. Çok uzun yollardan yorgun gelirlerdi ve hep uzun hava söylerlerdi. Onların tınısı hala benim kulağımda duruyor.
Radyo günleri
1960'lı yılların başında bizim radyolarımız da hiç ama hiç Türkçe bilmiyordu. Nedense hiç kimse ibreyi Türkçe istasyonlara çevirmiyordu. İki istasyon bize çok yakındı. Bir tanesi Irak'ın başkenti Bağdat'tan yayın yapan Kürdistan'ın Sesi Radyosu, bir diğeri de Yerevan Radyosu . Ermenistan'daki bu radyo gece saat 20.00 gibi açılırdı ve hep Kürtçe stranlar söylenirdi.
Diğer radyonun yayın yelpazesi daha genişti. Stranların yanı sıra arkası yarınlar, haberler vardı ve yayın Sorani ve Kurmanci olmak üzere iki lehçeyle yapılırdı. Ama bizim takip ettiğimiz ve başladığında radyonun başına üşüştüğümüz saat radyo tiyatrosunun olduğu saatti. Kürt destanlarından uyarlanan önemli olayları radyo tiyatrosu haline getirmişlerdi. Yazları yaylaya gittiğimizde de yanımızda götürdüğümüz radyolar kışınsa köy evlerinin tek eğlencesiydi. Dolayısıyla dilimizin, anadilimizle stran söylemenin, şarkı mırıldanmanın yasak olduğu fikri bize çok uzaktı.
Türkçe askerde öğrenilir
İnsanlar köye jandarmalar geldiğinde kaçışırlardı. Erkekler özellikle kaçarlardı. Bunun nedeni de jandarma gelecek ve bize Türkçe bir şey soracak korkusuydu. Çünkü Türkçe bilmeyen erkek aynı zamanda askerlik yapmayan erkekti. Askere giden herkesin otomatik olarak Türkçe öğrendiği var sayılırdı. Bu nedenle de erkekler kaçarlardı. Kadınlar Türkçe bilmezlerdi. Ama benim Çavşin teyzem bize bir tekerleme öğretmişti. Bu tekerleme Kürtçe-Türkçe bir tekerlemeydi: "Gel-Were, git-here, kapı-derî..." şeklinde uzayan bir tekerleme bizim de Türkçe'yle kurduğumuz tek ilişkiydi.Ve jandarmalar geldiğinde bu tekerlemeyi söyleyerek onları karşılamaya giderdik. Onlar da bize ortası delik 10 kuruş ve şekerleme verir, sevindirirlerdi. Bizim için jandarma haki renkli, ton ton, enteresan insanlardı. Korkmuyorduk.
Köye sonbaharda ve yaz başında da giderlerdi; kimseye Türkçe öğretmeden, kendisi Kürtçe öğrenerek... Hayat böyleydi.
"Türkçe'yle caka satıyordum"
Okul yaşına geldiğimde köyümüzde okul olmadığı için ailemle başka bir köye göçmek zorunda kaldık. Gittiğimiz köy yol üstü bir köydü ve öğretmenler, tahsildarlar, jandarmalar mutlaka bizim evde konaklarlardı. Bizim konuştuğumuz dilin dışında dil bilen o insanların yanına gider, 100'e kadar sayı sayarak, bildiğim birkaç Türkçe kelimeyi söylererek caka satardım. Bana küçük küçük hediyeler verirlerdi ama babama "bu çocuğu okutun" dediler. Babam da onları dinlemiş olacak ki beni Hakkari Yatılı Bölge Okulu'na gönderdi.
Yatılı bölge okulları
Yatılı bölge okulları, bölgeye 60'lı yılların başında, asimilasyon politikalarının bir kolu olarak açıldı. Kural vardı, şehirli çocuklar alınmazdı okula. Uzak köylerdeki çocuklar getirilir, Eylül ayında okula kapatılır, tel örgülerle çevrili okula hapsedilirler, yaz başına kadar da hiçbir yere salınmazlardı. Bu okullara gönderilen bir takım faşist, Türkçü, Turancı öğretmenler çocukları döve döve, dillerini yasaklatarak sonuna kadar Türkçe'yi öğretirlerdi. Asimilasyon okullarıydı velhasıl. O okullardan mezun olan çocukların büyük bir kısmı 1970'li yıllarda Milliyetçi Hareket Partisi'ne (MHP) militan olarak yazıldı.
Ben de o okullardan birine gönderildim. Dilimin yasak olduğunu bilmiyordum ama o okulu açanlar çok iyi biliyordu. Üç aylık bir dilsizlik dönemi başladı benim için. Kürtçe konuşmak zinhar yasaktı ve ellerinde zincirlerle dolaşan öğretmenler vardı. Tek yaptıkları bahçede, yatakhanede, banyoda bizim aramızda dolaşıp ağzımızdan çıkan her Kürtçe kelime için sırtımıza zincirle vurmaktı. Ben çok kısa bir süre içerisinde Türkçe öğrendim.
Biri, annemin ziyaretinde Kürtçe konuştuğumuz için beni annemin gözü önünde dövdü. Bunun üzerine annem hayatının geri kalanında bir tek Türkçe kelime öğrenmedi ve konuşmadı. Ben de ahdettim, madem bu dil benim başıma bu kadar bela oldu, bu kadar dayak yedim, bu dili en iyi şekilde öğreneceğim ve bu faşist öğretmenlerden daha çok sahip çıkacağım dedim ve hayatımın geri kalanında da öyle yapmaya çalıştım.
Kürt kültürünün en önemli dengbejleri
Bizim anadilimizle bağlantımızı kuran, bize o dünyanın dışında da bir hayat olduğunu söyleyen Bağdat'taki radyoydu. Kürdistan'ın Sesi radyosunun hayatımda çok önemli bir etkisi var. Çünkü o radyo Irak'taki Kürt ulusal hareketine katılmamış şehirli Kürtlerden, - orada bu insanlara eşek sıpası diyorlardı- müteşekkildi.
"Ülkemiz Kürdistandır, Araplarla Kürtler kardeştir" marşıyla açılan radyoda sürekli bu marş çalardı ve insanlara bu fikir empoze edilmeye çalışılırdı. Bu marşla açılan radyonun sanatçıları evlerimize türküleri, stranları ve haberleri getirirlerdi. Radyo bir şekilde "hainlerin" radyosuydu ama hain diye nitelendirilen isimler sonra Kürt kültürüme yaptıkları katkılarla çok saygın bir yer edindiler.
Bu isimler arasında Meryem Xan, Ayşe Şan, Mihemed Arif Cizrawi, Hesen Zirek, İsa Berwari gibi isimler var. Misal bu yıl Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Ayşe Şan adına bir sempozyum düzenledi ve adını bir parka verdi. Bağdat'taki radyoda yetişen bu isimler daha sonra Türkiye'de çeşitli sempozyumlara konu oldu, haklarında kitaplar yazıldı, şarkıları da CD haline getirilerek dolaşıma sokuldu. Şu an Roj Tv'de de, Kürtçe yayın yapan diğer radyolarda da zamanında hain diye nitelendirilen bu isimlerin şarkıları çalmakta. Bu sanatçılar Kürt uyanışının en büyük figürleri haline geldiler.
Biz bu isimlerin radyo aracılığıyla bize ilettikleri niyetleriyle alakalı bir noktada değildik. Biz orada koruculuk, yurtseverlik nedir bilmiyorduk. Bizim için tek şey şuydu: Karanlık bir yerde yaşıyorsun, etrafın dağlarla çevrili o köyde birisi sana ana dilinden sesleniyor. Bu isimler bizim dilimizle ilişkimizi sıcak tutuyordu. Bizim ana dilimizin teknolojik bir aletle başka bir yerden evlerimize geliyordu ve bize dilimizin sadece ve sadece o köyden müteşekkil olmadığını, dağların arkasındaki o geniş coğrafyaya yayıldığını gösteriyordu.
Ben bunu, Hem Bağdat radyosundaki hem de Yerevan radyosundaki isimlerin bizim kültürümüze ne denli büyük katkılar yaptıklarını çok sonra, büyüyünce anladım.
Buradan bakıca TRT Şeş'e çıkan isimlerin de 10 ya da 20 sene sonra tıpkı benim bu radyodaki sanatçılara baktığım gibi bir nostaljiyle bakacaklar. Hiç kimse birilerinin onlara hain dediğini anımsamayacak.
Dil sadece siyasetin dili değildir
Burada mesele dile yüklediğimiz anlamla alakalı. Eğer siz dili siyasetin aracı haline sokar, sadece o dille siyaset yaparsanız ve siyasetin ağırlığını gereğinden fazla yüklerseniz o dile çok büyük bir haksızlık etmiş olursunuz.
Dil sadece siyasetin dili değildir. O dil hikayenin, masalın, fıkranın, meselin aracı olduğunda karşı taraftaki insanlar görmüş ve duymuş olacaklar. Çünkü politik mücadele içerisinde olan insanlar siyasetin penceresinden baktıkları zaman dilin sadece ve sadece kendi siyasi amaçlarına hizmet eden bir araç olmasını isteyecekler. Geniş kesimler de dilin aracı olduğuna bakar ve diğer tarafını ıskalarlar. Bu da dili yoksullaştırır, küçültür, zayıflatır. Bu nedenle de o dilin yayıncılarının eğer bir devletin, partinin ya da şefin ideolojisini empoze etmiyor, geniş bir yelpazeye yayılıyor ve o yelpazenin içinde yerel geleneğin, kültürün ne kadar motifi varsa dahil ediyorsa onun amacı beni çok ilgilendirmez. O taraftan bakmam. Bu hangi amaçla yapılıyor, arkasında ne var beni ilgilendirmez. Çünkü siyaset gündeliktir, kültürse çok daha geniştir.
"TRT Şeş Kürt mücadelesinin kazanımıdır"
TRT Şeş bizim mücadelemizi sekteye uğratacak diye düşünülüyor. Ama bir yandan da kültürü geliştirecek. Tercih yapın bakalım; mücadeleniz mi diliniz mi? Ben anadil derim. Çünkü ben mücadelenin her şeyden önce anadil için yapıldığını, Kürtlere ulusal kimliğini veren şeyin dilleri olduğunu düşünüyorum. Bizim başka belirleyici özelliğimiz yok. Biz dilimiz baskı altında olduğu için direndik. Rengimize, dinimize, şeklimize karşı bir baskı yapılmadı. Eğer dilimiz üstünden birileri bize bir takım haklar vermeye çalışıyorsa burada benim siyasi amaçlarımın –devlet kurma ve ulusal sınırları değiştirmek gibi bir amacım yoksa, zarar görmesi gibi bir durum söz konusu değil. Devlet böyle bir manevra yapıp karşına geldiği zaman söylenmesi gereken şey "Evet bu benim siyasi mücadelemin sonucunda elde edilmiş bir kazanımdır. Ve ben bu kazanıma kim verirse versin sahip çıkıyorum. Çünkü ben bu mücadeleyi vermemiş olsaydım sen bana bu hakkı vermeyecektin" olmalıdır. Bunu söylemek 1-0 öne geçmektir.
Ama sen buna karşı çıkarsan o zaman da devlet ya da karşısındaki diğer büyük güç "Bunlar bunun için girişmediler bu işe. Bakın kendi dillerine bile karşı çıkıyorlar" der. Üstelik bu karşı çıkışları Türkçe yapıyorlar. Kürtçe'ye Türkçe karşı çıkıyorlar. Onun için bu manevrada devlet daha siyasi davrandığı için kazandı. Neden? Devletin karşısındaki insanlar diplomasinin değil siyasetin diliyle bu işe yaklaştılar. Siyasetin dili ayrıştırıcıdır, bölücüdür, köşelidir. Eğer siyasetin ötesinde diplomatik bir dil kullanarak bunu kendi amaçları etrafında evirebilseydin o zaman devlet yaptığına pişman olacaktı. Ama şimdi pişman olmayacak.
Siyaset anlıktır, dilse umman
TRT Şeş'in yayına başlamasından en çok Kürt dili kazanacak. Eğer bir Kürt yayımlanan programlardan iki Kürtçe kelime öğrense bu bir kazanımdır. Ben bile –Kürtçe'yi iyi bilmeme rağmen, izlediğim programlardan yeni kelimeler öğreniyorum.
Kürt siyasetinin belli noktaları kaybedebilir. Ama parti dediğimiz şey konjonktüreldir. Dilse sonu olan bir şey değildir. Bugün yeryüzünde 3000 dilin var olduğu söyleniyor. Bunların sadece 76'sıyla edebiyat yapılabiliyor. Geri kalan bütün diller yok oluyor. Siz bu dili kitle iletişim dili haline getirmezseniz, o dili pazar dili yapamazsanız o dil yaşamaz. O dili kullanan insanlar bununla hayatlarını idame ettiremezlerse o dil varlığını sürdüremez. Dünya böyle bir dünyadır.
Kürtçe artık kültürün dili olmalı
Kürtçe bilen insanların kendi dilleriyle hayatlarını kazanmaları gerekiyor. Eğer yarın Kürtçe eğitim veren okullardan mezun olan insanlar iş bulamazlarsa insanlar Kürtçe öğrenmez. Kürtçe'nin bugüne kadar yaşamasının sebebi Kürtlerin dillerine gösterdikleri olağanüstü kıskançlık sayesinde oldu. Bu sayede dillerini bugüne kadar korudular. Ama sonra köyler boşaltıldı, çocukların hepsi büyük şehirlerin varoşlarına getirildi, asimilasyon çok hızlandı. Kürtçe'nin yok olmaması için yapılacak tek şey dili siyasetin aracı olmaktan çıkartıp kültürün dili haline getirmektir.
"Devlet 'Kürtler var ve Kürtçe konuşuyorlar' dedi"
TRT Şeş yarın kapansa bile büyük bir iş yaptı. Devlet Kürt halkının ve Kürtçecin varlığını resmen kabul etti. Dolayısıyla çok kısa bir süre içinde diğer metinlere de geçirmek zorundadır. Bunun yasal zeminini kendisi de hazırlamakla yükümlü. Kim ne derse desin TRT Şeş kapansa bile şu an çok büyük bir tabu yıkıldı. Ve bu gedikten Kürt dili kafasını uzatarak bir nefes alma imkanı yakaladı, olağanlaşmaya başladı. İnsanlar kendi dillerinin bir TV kanalında dillendirildiğini gördüğü andan itibaren minibüste daha rahat konuşacak. Halk bu bağlamda kendi diline daha çok sahip çıkacak. Çünkü asimilasyonun en önemli sonuçlarından birisi insan kendi dilini kullanmaktan utanmasıdır. Kişi kendi dilinden utandığı andan itibaren asimle olmuş demektir. Kürtlerin büyük bir kısmı kendi dillerinden utanıyorlardı. Artık utanmayacaklar.
Empatinin yolu açılmış olacak
Bu süreç Türkleri de olumlu etkileyecek. Hem de Türkler, Kürtler kendi dillerini konuştuğunda, şarkı söylediğinde, tiyatro yaptığında ülkenin bölünmediğini görecekler. Meseleye daha rahatlamış olarak, daha demokrat bir gözle bakacaklar. Faşizan bütün fikirlerden, düşüncelerden kurtularak daha rahat bir ortamda ilişki kuracaklar birbirleriyle. Ve Kürtçe konuşmanın sadece siyaset yapmak olmadığını anladıklarında yıllardır arzu ettiğimiz empatinin de yolu açılmış olacak.
İtirazların nedeni şaşkınlık
Her iki tarafın milliyetçilerinin Kürtçe TV'ye karşı çıkmasının nedeni toplumda böyle bir paradigmanın olmaması. Buna dair bir örnek yok. ilk defa böyle bir hadiseyle karşılaşıyoruz. Buna karşı nasıl davranacağımıza dair tek refleksimiz karşı çıkmak. Şöyle ki; bir güreşçi turnuvada 2. olur. Cumhurbaşkanı ona devlet hizmet madalyası verir. Ama bir edebiyatçı Nobel kazanır, Cumhurbaşkanı kutlama gereği duymaz. Neden? Çünkü bir Türkün Nobel kazanacağına ihtimal verilmemiştir. Ve bir Türkün Nobel alması için mutlaka kendi ülkesine küfretmesi gerekir. Devlet Kürtçe TV'yi açtığında verilen tepkiler de buna benziyor. Devlet kötüdür, vatandaşına karşıdır, sicili bozuktur. Hep böyle olduğu için de devletin hatasının farkına vardığına ihtimal verilmiyor. Osmanlıda oyun çoktur diye düşünenler hepimizi bir binaya toplayacak ve idama götürecekler diye bir korkuyla yaklaşıyorlar.
"Şivan'ı TRT'de gördüğümde ağladım"
Şivan Perwer'in TRT'ye çıktığı o an ben ağladım. Çünkü köşede TRT logosu, Şivan türkülerini söylüyor. "Allah'ım neredeyiz, nasıl bir devirdeyiz" dedim. Çünkü bırakın Şivan'ın TRT'ye çıkması, kasetinin evinizde bulunması dahi büyük olaydı. Bu 1990'ların sonuna kadar eroin bulundurmaktan beterdi.
Perwer de, Civan Haco da, Rojin de, Nilüfer Akbal da, Rojda da ilerde, şimdiki Kürt çocukları için nostaljik isimleri olacaklar. Tıpkı Şan, Cizrawi, Xan'ın benim için olduğu gibi. Kanalın daha çok sözlü kültüre, müziğe katkısı olacaktır. TV malum; aptal kutusu. Diğer kanallar edebiyata ne kadar katkı yaptıysa TRT Şeş de Kürt edebiyatına o kadar katkı yapacaktır. Ama tabii bunun oranı yapılan programların niteliğine göre artar ya da eksilir.
Bugün hayatı algılamaya başlayan Kürt çocukları bizim yaşadığımız acıları yaşamayacaklar. Kürtçe TV'nin yaratacağı en büyük farklılıklardan biri bu. Çocuklar bizim hissettiğimizi hissetmeyecekler. En azından kendi dillerine karşı girişilen o hoyratça tavrı bilmeyecek, biraz daha huzur dolu yaşayacak, büyüyecekler.
Muhsin Kızılkaya kimdir?
1963 yılında Hakkari'nin Çukurca ilçesinde doğdu. İlköğrenimini ve liseyi Hakkari'de bitirdi. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu. Aynı yıl Güneş Gazetesi'nde gazeteciliğe başladı. Güneş, Hürriyet, Özgür Gündem ve Aydınlık gazetelerinde çalıştı. 1988’de “Barzani Röportajı”, 1991’de de “Dünden Yarına Kürtler” incelemesiyle iki defa “yılın gazetecisi” ödülünü aldı. 1993 yılında, gazeteciliği bırakarak bir reklam ajansında çalışmaya başladı. Express ve Öküz dergileri ile Radikal İki, Yeni Binyıl Pazar gibi gazetelerde yazılar yazdı. Dünden Yarına Kürtler (H. Nebiler’le birlikte, 1991, Yurt Yayınları), Eski zaman Eşkiyaları (1991, Sel Yayınları), Ben Hâlâ Annemin Dilini Kullanamıyorum (1992, Parantez Yayınları), İyi Hal Kağıdı (1994, Parantez Yayınları), Bende Mahfuz Fotoğraflar (1997, İletişim Yayınları), Kayıp Diwan (2000, İletişim Yayınları) isimli yayınlanmış altı kitabı var. Mehmet Uzun’un üç romanın Kürtçe’den Türkçe’ye çevirdi: Yitik Bir Aşkın Gölgesinde, Kader Kuyusu ve Aşk Gibi Aydınlık, Ölüm Gibi Karanlık. (BÇ)