Geçen hafta Galataperform’da galası yapılan Sevgili Şenay Tanrıvermiş’in yazdığı, Yeşim Özsoy Gülan’in yönettiği Dil öyle bir oyun kianlatmak için hangi kelimeyi seçeceğini bilemiyor insan. Hazır yazılmışı var, diyerek Galataperform’un internet sitesine gidiyorum.
Dil kaybolmak üzere olan bir sosyal sınıfın gündelik hayatını grotesk bir çerçevenin içinden anlatırken gündelik dille pop kültür dilini, tüketim diliyle politik dili ustaca melezleyerek yarattığı fantastik atmosferde toplumun tüm kayıplarının izini sürüyor.
Hasta ziyareti gibi söyleşi girişi de kısa olmalıdır, diyerek söyleşiye geçmeden önce hatırlatayım Dil müthiş oyuncu kadrosuyla Mayıs sonuna kadar Perşembe, Cuma ve Cumartesi akşamları saat 20:30’da Galataperform’da izleyicileriyle buluşuyor. Kaçırmayın derim.
Oyun yazmak ziyadesiyle güç bir uğraş. Öncelikle bu işe nasıl giriştiğini sormak istiyorum.
Benimkisi uğraş değil tutkuydu daha çok. Aslında oyuncu olmak isterdim küçükken ve ben de ülkemin kadınları gibi duygu ve düşüncelerimi hep başka formlarda dile getirmek zorunda kaldım ya da öyle hissettim, aslında hissettirildim. İçimdeki bu dürtü yazıyla rahatladı ve valla çok nefes aldım.
Yazarak rahatlatmak aşina olduğumuz bir durum ama oyun yazmak daha farklı bir mecra. Köşe yazılarını ve öykülerini biliyoruz ama bu ilk oyunun, yanılıyor muyum? Bu bağlamda Galataperform ile bir araya gelme sürecinden de bahsetmek ister misin?
Galataperform’u bir basın ilanıyla buldum. Yeni Metin Yeni Tiyatro atölyeleri oyun yazma konusunda pek çok kişiye olduğu gibi bana da rehber oldu. Burada bilgilendirildik ama herhangi bir kurama, ideolojiye yönlendirilmeden tamamen özgürce yazabileceğim ve yargılanmayacağım bir atmosfer yakaladım. Atölye yazmak için kışkırtıcı ve ilham verici bir ortama dönüşünce çoğu aşama kendiliğinden aşıldı.
Tamam, oyun bin bir zahmetle yazıldı. Ancak oyunun sahnelenmesi de en az yazılması kadar önemli ve zor. Bu aşamaya nasıl geldi?
Oyun itiraf edeyim bin bir zahmetle yazılmadı. Dilimin altındakiler ve bilinçaltına ittiklerim fırladı kaleme döküldü. Yazıldıktan sonra bir mantığa oturtulması ve oyuncularla ete, kemiğe, sese bürünmesi heyecan dolu bir süreçti tabii ki. Senin dünyanın senden çıkmasını izlemek garip ancak zenginleştiren şanslı bir viraj gibi. Bence bizim ekip virajı aldık, gidiyoruz.
Herkese kibarca bir bay bay buradan… Sahnelenmesi konusundaki sorular ise dahi yönetmenimiz Yeşim Özsoy Gülan’a sorulmalı çünkü benim bir dahlim olmadı.
Dil çok kolay gibi görünen, zor bir metin. Bu anlamda oyuncular ve yönetmenin etkisi oyunun başarısını etkiledi mi? Ya da “ben aslında bunu yapmamıştım” dediğin bölümler var mı?
Yönetmenimiz sık sık “en iyi yazar ölü yazardır” sözünü hatırlatarak zarifçe benim müdahale ihtimallerimi önceden bitirdi. İyi ki de öyle oldu çünkü benim metnim de bu sayede yönetmenin sanatçı dünyasında enginlere açıldı. Belki de bu sayede metnim benden kurtuldu.
Oyuncular ise yapının ruhunu, sesini, dilini, rengini hayata sunuyorlar. Öyle özverili, olağanüstü ve abartısını bile kendilerini minimalize ederek veriyorlar ki laf edeni allah çarpar bence. Kısacası bir başarı varsa onların misler kokan alın teridir.
“Metnim benden kurtuldu” oldukça güzel bir ifade oldu. Fazla mütevazi misin nesin?
Yok valla ama tiyatroda metin, yönetmenin doğurganlığıyla çoğaldıkça alt metinlerini güçlendiriyor hatta aslında o zaman oluşturuyor ve bir kez daha yazılıyor. Yeşim’in güçlü ve yenilikçi vizyonuyla bence metnim benden kurtuldu. Tabii kısırlaşabilir, azalabilir ve anlamdan kaybedebilir ya da yönünü şaşırıp başka yere gidebilirdi.
Oyuncular ise küçücük bir sahnede fırtınalar kopartıyor, dünyayı kurtarıyorlar neredeyse. Ve bugünlerde mütevazi birilerini arıyorsanız hemen gelin Dil’in alçak gönüllü tiyatro aşığı insanlarına bakın lütfen. İnsanı tekrar aşka getiriyor ve tiyatroya bağlıyorlar. Her birinin sahne performansları karşısında bana sadece saygıyla eğilmek ve alkışlamak düşüyor.
Tüketim toplumuna yaptığın açık eleştiriye gelen eleştiriler ne yönde? Arkadaşlarının tepkisinden bahsetmiştin bir defasında. Anlatsana bize.
Oyundaki karakter gibi marka tutkunu bir arkadaşım oyundan çıkarken marka çantasını ters çevirdiğini ve ayakkabılarını saklayarak yürümeye çalıştığını anlatmıştı. Ama tüketim deyince sadece materyal dünyayla kısıtlı değiliz tabii ki. Zihnin, duygunun ve düşüncenin de tüketilmesi, hatta katli söz konusu bence.
Bir başka akademisyen arkadaş ise oyundan çıkınca yüzyıllardır beraber yaşadığımız ve azınlık olarak etiketlediğimiz can yoldaşlarımızın dillerinden tek bir kelime bile bilmediğini fark ettiğini söyledi üzülerek. Böylesi üzüntüler büyük sevinçlere tohum olur umudundayım.
Oyunun adını da aldığı bir başka meselesi var; dil. Anadili hakkında bir eleştiri var. Buna özeleştiri de diyebilir miyiz?
Elbette başta özeleştiridir bu oyun. Oyundaki tekerlemeyi biliyorum ama “bir berber bir berbere…” rahatlığında söyleyemiyorum. Var mı bunun ötesi! Aslında bilinmeyen bir dilde tekerleme bildiğim için utanmıyorum ama işte, ama işteşi var. Çok üzücü, yok edici ve hiç hissettirilmeden asimile edilenlerdenim ben galiba.
Tuhaf bir muğlaklık, ürkütücü bir apartman boşluğu gibi… Anlatması zor ve anlatılmasına gerek yok gibi düşündürülmesi ise korkunç…
İlk günden beri tekerlemeyi merak ediyorum ben. Oyunun tılsımı kaçmaz dersen paylaşır misin bizimle?
Paylaşmak istiyorum ama madem bu kadar saklandı, bastırıldı ve aşağılandı çıkışından önce biraz kızgınlığım ve kırgınlığım geçsin diye bekliyorum. Ayrıca hemen söyleyeyim bu tekerleme en fazla “bir berber bir berbere…” kadar politiktir. Ama bir dilin kendisi sadece o dil olduğu için politik mesaj içeriyorsa ben tekerlemek istemiyorum ne yazık ki!
Tepkiler ne yönde?
Genelde hep çok beğenildiği yönünde ama kim gelip oyunun yazarına sevmediğini söyler ki zaten? Sonuçta sevildiğini, farklı ve ilginç geldiğini gözlemliyorum kendimce. Çünkü yüzeyde eğlenceli, basit bir konu veriliyorken diğer yandan seyircinin kalbi yumruklanıyor, uyanmaya ve vicdana davet etmeye çağrılıyor.
Biraz yorucu galiba. Belki de görmek istediğimi seçiyorumdur. Ne kadar tarafsız okuyabilirim ki tepkileri, ya da siz inanır mısınız tarafsızca tepkileri yorumladığıma!
Karakterlerden bahsedersek, oradaki unvanını senin bile zor hatırlayacağın devlet görevlisi figürünün oyunun iskeleti olduğunu düşünüyorum. Ne yapıyor devlet bize böyle?
Devlet bize oyun boyunca öğretiyor, not veriyor, sınıfta bırakıp dalga geçiyor, dövüyor, seviyor, koruyor, övüyor, sövüyor, kaybediyor, buluyor, saklıyor, taciz ediyor, tecavüz ediyor, çalıyor, bağışlıyor, bahşediyor ve daha ne yapsın?
Allahı başımızdan eksik etmiyor, ikisi bir olup üzerimize üzerimize geliyor, içimize giriyor ve kendini özelleştirip bizi devletleştiriyor. Kamu malı oyuncaklara dönen robotlar kendini insan sanıyorlar ve gerçekten de insan olarak doğmuşlar bir zamanlar.
Bu anlattıkların kadın erkek ilişkisine benziyor. Ayni erkeklerin çok sevdikleri (!) için kadınlara şiddet uygulaması gibi! Bizi çok mu seviyor devlet? Sevmese olmaz mı?
Ne kadar güzel bir soru! Bu kadar sevmese ya da keşke böyle sevmese! O kadar zarar verdikten sonra öylesine bozulmuşuz ki ben beni ve bizi o kadar çok sevmiyorum valla… (SK/EKN)