Ala El-Asvani aslında diş hekimi. Şimdi 64 yaşında. Çok satan romanların ve öykü seçkilerinin yazarı, araştırma inceleme kitapları da var.
Mısır’da muhalif Kefaya hareketinin kurucularından. Eserleri otuz yedi dile çevrilip yüzden fazla ülkede yayımlanmış. The Times'a göre de son elli yılda İngilizceye çevrilen en iyi elli yazar arasında yer alıyor.
Diktatörlük Sendromu'nun hikayesini 149 sayfalık kitabın başındaki "Yazarın notu" net bir biçimde anlatıyor.
Barbara Schwepcke ile yıllar önce Kahire Amerikan Üniversitesi Yayınevi’nin yayın koordinatörü rahmetli arkadaşım Mark Linz aracılığıyla tanıştık. Barbara ve Mark hem iş hem de hayat arkadaşıydı ve üçümüz Kahire, Londra ve Frankfurt’ta sık sık buluşurduk.
Dünyada, özellikle Mark ve Barbara’nın sevdiği ülkelerden biri olan Mısır’da olanları uzun uzun konuşurduk. Zaman geçtikçe Barbara’nın, kişisel bir bağlılıkla, dünyanın neresinde olursa olsun özgürlüğü savunmakta kararlı olduğunu ve kitap yayıncılığını cehalete, otoriteryenizme ve insan hakları ihlallerine karşı bir silah olarak gördüğünü anladım.
2011’de Mısır devrimi başladığında Barbara tüm samimiyetiyle devrimi destekledi. Kahire’ye gelip, insanlarla konuşmak üzere Tahrir Meydanı’na gitti. Tanıştığı herkesle devrim ve devrimin riskleri hakkında sohbet etti. Adeta Mısırlı bir devrimci gibi devrimi destekliyordu.
Üç yıl sonra General Abdülfettah el-Sisi iktidara geldiğinde, kitaplarım Mısır’da kara listeye alındı. O sırada Barbara’ya devrimle ilgili yazılarımdan oluşan bir kitap yapmayı önerdim. Romanlarım çeşitli dillere çevrilmişti ve bir edebiyatçı olarak ünlü sayılırdım ama Barbara makalelerimin de Arap dünyası dışındaki okurla buluşması gerektiğini düşünüyordu.
Düşüncelerimi kitaplaştırmama engel olamayacaklarını ve Mısır’da kara listeye alınmama karşı verebileceğim en iyi cevabın makalelerimden bir seçki yapmak olduğunu söylüyordu. Barbara’ya göre kitabın adı da tüm makalelerime son nokta olarak koyduğum “Cevap Demokrasi” nakaratı olmalıydı.
Kitabım Londra’da yayımlandıktan sonra İngiliz okurdan epey takdir topladı. Birkaç ay sonra Barbara’nın karşısına farklı bir öneriyle çıktım: Barbara ile ikimiz 20. yüzyılda diktatörlük olgusu konulu bir dizi sohbetten sonra bunları bir kitap haline getirebilirdik.
Barbara öneriyi memnuniyetle kabul etti ve sohbetlerimizi kayda alan iki asistan eşliğinde düzenli olarak konuşmaya başladık. Son derece kültürlü bir kadın olan Barbara, sohbetleri müthiş bir beceriyle yönlendiriyordu.
Her sohbetin sonunda bir başka önemli meseleye temas ederken insanlığın genel olarak sergilediği diktatörlük alametleri üzerine düşünmeye başlamıştım.
Çin ya da Mısır’da büyüyen bir genç ile onunla aynı eğitim seviyesinde olan bir Britanyalı ya da ABD’li genç arasındaki fark neydi?Diktatöryel tavırların izleri gündelik hayatta insan davranışına nasıl yansıyordu?
Londra’daki Gore Hotel’de odamda geçirdiğim bir akşamı hiç unutamam. Ertesi sabahki sohbetimiz için bir şeyler okurken aklıma yeni bir fikir gelmişti.
Sabah Barbara’ya sohbetlerimizin konularının fazla ağır olduğunu ve bu fikirleri kamuya aktarmanın en elverişli mecrasının sohbet olmayabileceğini söyledim.
Bunun yerine bir dizi makale yazmak istiyordum. Bu öneriyi kabul eden Barbara diktatörlükle ilgili çalışmamı “Diktatörlük Sendromu” başlıklı bir tıbbi rapor biçiminde yazmamı salık verdi. Sevgili arkadaşım ve yayın temsilcim Charles Buchan da kitap fikrini heyecanla kabul edip sözleşmeyi hazırlamak için kolları sıvadı.
Kitabın İngilizce çevirisi için başarılı çevirmen Russell Harris’le konuşmaya karar verdik. Kitabı yazmaya hemen başlayıp yarısını Kahire’de bitirdim.
O sırada Mısır rejimiyle aram o kadar kötüydü ki kendi ülkemde bulunmam hem kendim hem de ailem için ciddi bir tehditti ve bu yüzden yarısı biten kitabı bir USB belleğe yükleyip çantamda diş macunumla tıraş kremim arasına saklayarak ülkeden çıkardım.
Mısır’a her giriş-çıkışımda yetkililer beni bir köşeye çekip geçiş izni vermeden önce bavulumu iki kez arayıp uzun süre bekletiyorlardı.
Eğer kitapla ilgili bir şey bulunsaydı kesin el konurdu; devlet memurlarından oluşan bir komite kitabı inceledikten sonra mahkemeye çıkartılır ve “devlet kurumlarına hakaret”le suçlanırdım.
Bugün diktatörlük sendromunun her zamankinden daha iyi anlaşılması gerektiğini düşünüyorum ve bunun önemli bir nedeni bahsettiğim sansür mekanizması. Dünyada diktatörlükten ölenlerin sayısı herhangi bir hastalıktan ölenlerin sayısından çok daha fazla. New York’a varınca kitabın başına tekrar oturdum. Bölümler tek tek çevrildi ve kıymetli yorumlarını benimle paylaşan Charles’a ve Haus’taki yayıncım Harry Hall’a gönderildi.
Şimdi ise siz sevgili okurun karşısında. Umarım beğenirsiniz.
Başlıklar
Kitap Sendrom, Diktatörlük Sendromunun Semptomları, Makbul Vatandaşın Ortaya Çıkışı, Komplo Teorisi, Faşist Zihniyetin Yayılması, Entelektüelin İtibarsızlaştırılması, Terörizme Zemin Hazırlayan Faktörler ve Diktatörlük, Sendromun Seyri, Diktatörlük Sendromunun Önlenmesi başlıklarından oluşuyor.
Çevirmenden
Diktatörlük Sendromu'nu Türkçeleştiren Barış Özkul da Birikim Dergisi'ndeki yazısını şöyle bitiriyor.
Aswani’in çağdaş diktatörlüklerle ilgili analizi epey karamsar. Aswani, eğitim, kültür ve medya alanında tüm kontrolü elinde tutan diktatörün sonunda istediğini elde edeceğini ve sürekli beyni yıkanan kitlelerin her şeyi diktatörün istediği gibi gören yeni nesiller yetiştireceğini; toplumun güçlü liderin iradesine boyun eğmek dışında hiçbir şey bilmeyen, hiçbir farklı düşünce ifade edemeyen bir yığına dönüşeceğini düşünüyor.
Bu düşüncesini “faşizan zihniyet”i toplumun tüm katmanlarını saran bir mikrop gibi kavrayan bir hastalık terminolojisiyle ifade ediyor. Diktatörlük olgusunun tıptan önce “beşeriyat”ın konusu olması bir yana, tıpta da bir hastalık tetkik edilirken hastalığın doğasının anlaşılabilmesi için sağlıklı dokudan alınan örneklerle hastalıklı dokudan alınan örnekler karşılaştırılır. Hastalıklı doku kendi başına tüm tabloyu göstermez. Aswani’nin “tetkik”inde Mısır gibi ülkelerde toplumsal dokunun kolaylıkla tahrip olmasından kaynaklı anlaşılır bir karamsarlık ve bunun verdiği bir yılgınlık sözkonusu. Ancak toplumda her zaman –Aswani’nin terminolojisiyle söylersek– hastalıklı dokuyla sağlıklı doku yan yana varolduğu için diktatörlük semptomlarını üreten toplumun aynı hastalığın panzehrini de üretebileceği unutulmamalı.
Aswani’nin kitabında saptanan diktatörlük semptomları bugün Mısır ve Türkiye gibi ülkelerde tüm çıplaklığıyla gözleniyor. Bunun yarattığı karamsarlıktan kurtulup yeni demokratik mücadele yolları bulmanın zamanı çoktandır geldi.
Ala El- Asvani hakkında
Yakupyan Apartmanı, Şikago, Mısır Otomobil Kulübü gibi çok satan romanlarının yanı sıra Dost Ateşi adlı bir hikâye seçkisi ve Mısır’ın Durumu Üzerine bir araştırma-inceleme kitabı yadı. Mısır’da muhalif Kefaya hareketinin kurucuları arasında yer aldı. Eserleri otuz yedi dile çevrilip yüzden fazla ülkede yayımlandı. The Times tarafından son elli yılda İngilizceye çevrilen en iyi elli yazar arasında gösterildi.1957’de Mısır’da doğdu. Üniversitede diş hekimliği okudu.
* Ala El-Asvani, Diktatörlük Sendromu, çeviri: Barış Özkul, editör: Aybars Yanık, dizi-kapak tasarımı: Utku Lomnu, kapak: Suat Aysu, İletişim Yayınları, İstanbul, Aralık 2020.
(APA/SO)