Bir akşam vaktiydi evde yemekteyken kulağım radyonun akşam haberlerindeydi. Spikerin sesi hala kulaklarımda; Diyarbakır cezaevinin eski müdürü Binbaşı Esat Oktay Yıldıran İstanbul Ümraniye'de halk otobüsünde eşinin ve çocuğunun yanında öldürülmüştü. Birden sofradan kalkmış ve annemden radyonun sesini biraz daha yükseltmesini istemiştim.
Ve o ölüm haberi beni yıllar sonra bu günlerde döne, döne okuduğum Orhan Miroğlu'nun Dıjwar-Onlara dair herşey* kitabına götürdü. Orhan Miroğlu'nun kitabında anlattıklarının çok azını biz dışarıdakiler ama bir yanıyla da "içerdekiler" duyuyorduk da! Pek bir şeyler yapamıyorduk. Yapamadığımızı bırakın aydınlar olarak sesimizi dahi yükseltemiyorduk.
Sisli, puslu günlerdi ve her gün sırf cinayetler belli dozun altına düşmesin diye bir dolu insan vurulup, öldürülüyordu. İşte Orhan Miroğlu kendisinin de darbelisi olduğu o günleri anlatmış kitabında. Dönemin Halkın Emek Partisi (HEP) il başkanı Vedat Aydın'ın evinden alınıp öldürülüşünü, Musa Anter'in kültür sanat festivali için Diyarbakır'da konuk iken katledilişini ve bir dolu tanıklığını edebi bir üslup ve roman kurgusuyla kaleme almış.
Miroğlu'nu okurken farkediyorum ve kendime de belki ders veriyorum. Unutmamak ve de belleklerden silmemek gerek o günleri diye. Hatta belki de zaman, zaman bellek tazeleme terapileri yapmalı (mı) yeni acılar yaşamamak için.
Apê Musa yaşlı Kürt bilgesi şehre gelmişti, haberini almıştım. Belediyede imza günü vardı, gidememiştim. Ama akşam şehrin Dicle'ye karşı 500 yıllık mekânı Sem'an (Gazi) köşkünde Çukurova Senfoni Orkestrasının konseri vardı festival nedeniyle. Belki orada görebilecektim kendisini. Köşkün patikasından tırmanıp mekâna varıncaya kadar o gece anlamsız bir güvenlik yoğunluğu dikkatimi çekmişti. Aman Musa Amcaya bir şey olmasın kaygım sanki içime doğmuştu. Belediyenin kültür biriminden arkadaşlara kendisini sorduğumda "Apê Musa iyidir. Yukarı terasta Atatürk'ün mekânında masasını kurduk demleniyor, merak etmeyin" demişlerdi. Sonradan Orhan'ın kitabından öğreniyorum ki bardak bulamamışlar, içkisini Atatürk'ten kalan kristal bardakla ikram etmişler Apê Musa'ya.
O gece senfonik müzik, musikinin evrensel değerleriyle ve diliyle örtüşerek beni dehşet duygusallaştırmıştı. Orhan da adeta Musa Anter'i konuşturarak yıllar sonra sanki benim o gecemi anlatıyor. "Müzik başlıyor. Sem'an köşkünün yaşlı ağaçlarının yapraklarını ürperten nağmeler, surların kara taşlarında yankılandı önce. Sonra da yıldız tufanı gibi Hevsel bahçelerini aşıp durgun ve ağır akan Dicle'nin üstüne yağdı" ifadeleri beni yeniden o geceye götürdü. Ertesi gün belki Musa amcayı görürüm diye kaldığı otele gittim. Kahvaltı salonunda olduğunu söylediler. Salona çıktığımda bir grup insanla oturduğunu farkedince rahatsız etmemek için gözükmeden otelden ayrıldım.
Sanırım bir iki gün sonraydı vurulduğu haberi geldi ve şehri çalkalamaya yetti. Ama tuhaftır o günlerde bana Musa Anter'in öldürülmesi bile olağan gelmişti. İşte bu günlerde bile Orhan'ın Dıjwar'ını okurken insanın ölümleri olağan karşılaması ne tuhaf diye düşünmeden edemiyorum. Sonra dönüp kitaptan Musa Anter'in o günlerindeki şehri, Diyarbekir'i tanımlamasını yeniden okudum.
"Diyarbakır, surların içinde kalan tek katlı, havşlı (avlulu) evleri ve onu şefkatli bir annenin kolları gibi saran surlarıyla tabak gibi gözlerimin önünde işte. Manzaraya dalıp istediğini düşünebilir insan. Binlerce yıllık kadim tarihin içinde istediği gibi gezinebilir. Asurlular Amidi, Latin ve Yunanlılar Amido, Araplar Amid koydular adını. Şimdi artık Amid'dir o. Mazisi olması bir şehrin ne güzel...Mazisi olması bir halkın ne hoş..."
Sözler şehre dairdi ve yaşlı bilge Musa Anter'in ağzından döktürülüyordu yazarın kalemiyle.
Şehrin bilcümle halkı tanıyordu yaşlı bilgeyi. O da biliyordu ki; 50 yıl önce kendisinin de yazarları arasında yer aldığı Diyarbekir'in Şark Postası'nı şehrin çocukları "Yazi, yazi, Anter abê yaziiii" diye bağırarak satarlardı. Bu şehir onu tanıyordu, o da bu şehri. Bu şehir onu yaşatıyordu, o da bu şehirle yaşayacaktı. İşte ol nedenden ötürü daha çocukken köyü Zivingê'de Apê Musa henüz görmediği ve düşlerinde yaşattığı Diyarbekir'i sorar Xeco teyzesine; "Xaltîka Xeco, de bêje, Diyarbekir çawa ye?". Yanıtlar Xeco teyze ; "Lawê min, Diyarbekir bajarekî pir kevnar û navdar e. Dibêjin ku wek sûr û bircên Diyarbekir li dinyayê li tu cihî ava nebûne."**
Davet etmişlerdi festival için Diyarbakır'a, o da "Amed beni davet eder de, gelmez miyim" demişti. Ama daha infazının İstanbul'dan kesildiğini meşakkatli bir yolculuktan sonra Diyarbakır'a vardığında kitaptan öğrenecektik. Ve sonrası belki daha çok konuşulacak ve yazılacaktır bu ülkede. Nitekim bu günlerde itirafçılar çarşaf, çarşaf anlatıyorlar o günleri. Ama şairin dilinde artık üç dizedir bilge. "Yaşasaydı kendinin kederi olacaktı / Yaşasaydı belki bir gün torunlarıyla / Dolunaylı gecelerde yıldızları sayacaktı..." (Yılmaz Odabaşı)
Gidişin hep dönüşsüz olduğu tuhaf zamanları yazmış Orhan Miroğlu Dijwar'da. Her satırı suratlara çarpan söz olmuş. Tuhaf zamanlar dedim, çünkü kitabı okudukça nelere tanık olduğumuzun ve o tuhaf zamanları ne kadar olağan ve de içerden yaşadığımızı anımsıyorum.
Üzerinden on küsur yıl geçmiş Vedat Aydın kaçırılıp katledileli. Kaçırılmadan bir gün önce eşiyle Hazar Gölü'ne gitmek için yaptıkları hazırlığı yazmış Orhan. O kadar tanıdık ki sanki Vedat değil de her bir Diyarbakırlı birebir kendisi yaşamış o günleri. "Kavurucu cehennem sıcağının orta yerinde, elleri gözleri bağlıyken anılarda gezinmek, ancak masallarda anlatılan ve eteklerine kar yağmış bir dağın baş döndürücü doruklarından boşluğa hızla yuvarlanmaya benzer." Vedat'ın cesedinin bulunduğu Diyarbakır-Elazığ karayolunun iki il sınırını oluşturan Kalemdan köprüsünün bulunduğu noktadan şimdilerde de her geçtiğimde arabanın teybini kapatma gereğini duyarım. Şimdi orası bir askeri kontrol noktası.
Neredeyse otuz yıldır kendisini tanıdığım ve tanımaktan onur duyduğum haysiyetli bir aydın Orhan Miroğlu'nun kendimizle, yaşadıklarımızla yakın dönem anıları aydınlığında iyi bir kurguyla anlatımı olmuş Dıjwar- Onlara Dair Herşey kitabı. Orhan Mardin Midyatlı ama iliklerine kadar Diyarbakırlı. O nedenle bu denli yaşayarak yazmış kitabı ve şehri.
Her ne kadar da Orhan Miroğlu Musa Anter'in yanında yaralandıktan sonra şehirden ayrılırken "Gençliğimin, acılarımın ve sevinçlerimin geçtiği kenti terk ediyorum işte" dese de inanmayın! Yüreği hep buralarla Diyarbekirledir. Kitabı Dıjwar da tanıktır, konuşturduğu şehir çocukları da! İşte kanıtı, "Seni taniyam Orhan Abê! Apê Musa'yla vurulmişsan, biliyem. Hêç unıtıram, kardaşınam vê!"
* Orhan Miroğlu, Dıjwar-Onlara dair her şey. Avesta 2004. 12.000.000
* Söyle bakalım Xeco teyze Diyarbakır nasıl bir şahirdir. Yanıtı: Evladım Diyarbakır çok eski ve ünlü bir şehirdir. Derler ki, Diyarbakır'ın burçları ve surunun bir eşi daha dünyada yoktur.