“Edebiyat tarihinde egemenlerin baskı ve cezalarından ötürü yurtlarından savrulup diasporayı yurt edinen birçok yazar bulunmaktadır: Eduardo Galeano, Juan Goytisolo, Julio Cortazar, Mehmet Uzun, Nazım Hikmet…”
“Diasporada Yazmak” söyleşi dizimizde ali Husein Kerim, Rohat alakom ve Fırat Ceweri’den sonra bu haftaki konuğumuz Orhan Çelik.
Orhan Çelik, 1959 Bingöl, Karlıova (Kanireş) doğumlu. Eğitim enstitüsü mezunu eski bir öğretmen.
İlk romanı olan “Büyük Dağ’da Küçük Köy’ü 1984’te Doğubayazıt’ da öğretmenken yayınlandı. 2001’de Sağırtaş, 2003’te Kumluk Diyar, 2006’da Li Çıyaye Gunde Bıçûk (Kürtçe), 2015’teyse ar romanlarını kaleme aldı.
2006 yılında “Gilidax” adında bir tiyatro grubunun kurulmasına öncülük etti, 2007 yılında “Sterken Ezmanen Hesin” adlı oyununu yazdı ve yönetti. 2013 te “adıré Çolig” diye Zazaca yazdığı oyun sahnelendi, 2017’de Fistansore tiyatro oyununu yazdı.
Orhan Çelik ile diasporada yazmak üzerine söyleştik.
Diaspora’nın sizin için anlamı nedir?
"Yazar tanık olduğu çok kültürlü ortamda kendini sınırlandıran sanat anlayışından sıyrılmaya başlar” |
Diaspora”nın tanımı ve anlamı ile ilgili farklı görüşler ileri sürülmüştür. Diasporanın anlaşılması için sözcüğün tarihî bağlamdaki yerine bakmanın yararlı olacağını düşünüyorum. “antik Çağ’da metropolden (başkent) uzaklaşarak dünyanın çeşitli yerlerinde koloniler kuran halk” anlamında kullanılan bu sözcük, antik Çağ’dan günümüze dek insanların doğup ruhsal anlamda şekillendiği topraklardan isteyerek ya da istemeyerek farklı ülkelere göç etmesi olarak tanımlanabilir. Yani herhangi bir ulus veya inanç mensubunun anayurtlarının dışında, azınlık olarak yaşadıkları yerdir diaspora.
Edebiyat tarihinde egemenlerin baskı ve cezalarından ötürü yurtlarından savrulup diasporayı yurt edinen birçok yazar bulunmaktadır: Eduardo Galeano, Juan Goytisolo, Julio Cortazar, Mehmet Uzun, Nazım Hikmet… Diaspora, yazarın serüveninde trajedik bir hayat öyküsünün çıkmaz sokağı olarak görünse de, buranın önemli eserlere ev sahipliği yaptığı da bir gerçektir. Yazar, göç nedeni ister zorunlu ister gönüllü olsun, diasporada kozasını yeniden örme çabasına girer. Yoğun duygu karmaşasının yaşandığı bu süreç, aynı zamanda yazarın üretim gücünü arttırmaktadır.
Yazar, diasporanın özgürlük vadisinde çocukluğundaki düş dünyasını üretiminin merkezine alırken şekillendiği kültüre diaspora penceresinden bakmayı yeğler. Yoğrulduğu kültürü başka bir açıdan değerlendirme imkanı bulan yazar, yaşadığı geri dönüşlerde memleketinin kurdunu, kuşunu yeniden yazmayı tutku haline getirir. Bu yoğunluk ülkesine olan özlemi daha da tetikler. Dağları, güneşi ve kurguladığı insan karakterleriyle oluşturduğu bağ, bir başka hasrete dönüşür. O zaman diasporadaki hayatı cehennem azabı gibi görür. Bu azaptan kurtulmak adına ömrünü yazmakla tükettiği karakterlerin her birinin çığlığını rüyalarına kadar taşır. Belki onun içindir ki yazar diasporadaki yaşamına ikiyüzlü der: Bir yüzünde üretmek adına sınırsız, aydınlık ve özgür ortam; diğer yüzünde ise çocukluk bahçesine gitmeye engel olan karanlık, dikenli barikatlar.
Diasporada zaman ve sınır kavramları anlam yitikliğine uğrar denilebilir mi?
Her şeyden önce yeni bir kültür, dil ve sistemle farklı bir hayata başlamanın ağır bir yük olduğunu düşünürsek, yazarın diasporasında bu zorluklar ikiye katlanmış olur. Çünkü yazar, zamanın sınır tanımayan uğraşıyla meşgulken herkesin çırpındığı ekmek kavgasında kendisini soyutladığı bir serüven yaşar.
Diaspora, yazarın çeşitli sanatlarla (resim, müzik, tiyatro, edebiyat) buluşma evresidir. Çünkü yazar tanık olduğu çok kültürlü ortamda kendini sınırlandıran sanat anlayışından sıyrılmaya başlar. Dolaysıyla diasporadaki sanat, yazarın düşünce sistematiğinin yenilenmesinde önemli rol alır. Bu anlamda yazarın metropolün zengin kültür sofrasında kendi kimliğine dair yer alması üretimlerine bağlıdır.
“Tüm yazarların ‘yalnızlık’ denizinde yol aldıkları bilinen bir gerçektir.”
Diasporada yaşayan insanların kendi coğrafyasının sanatsal ve kültürel bütünlüğünden koptuğunu söyleyebilir miyiz?
Tüm yazarların “yalnızlık” denizinde yol aldıkları bilinen bir gerçektir. Metropolde akan insan selinin içinde yalnızlık duymak elbette sadece yazarlara mahsus değildir. ancak yazar, insan denen varlığın duygusal denklemini çözmeyi meslek edinmekte, dolayısıyla insana dair duygu karmaşasını farklı kalıplarla topluma sunma çabası kendi ruhunda da derin duygu yoğunluklarına yol açmaktadır. Yazarların toplumsal olgulardan farklı biçimde ve oranda etkilenmeleri de bundan olsa gerek. Çünkü her bir yazarın ürettiği eserlerde, şekillendiği toplum kültürünün etkisi yadsınamaz. Bu anlamda her yazar ürettikleriyle gözlerini ilk açtığı coğrafyada yaşar ve o kültürü yaşatmaya çabalar.
Var olma kendini ifade edebilme ile başlar. Özelde anadiliniz genelde bütün diller için diasporanın bir vatanı var mı?
"“Gök kubbenin altında var olan dillerin hiçbiri hakim kuvvetlerin hukukuna bağışlanmamıştır.” |
Sömürgeleştiren bir halkın yasaklı diliyle edebiyatı tanımlamak çok zor. Egemenlerin sömürgeci egolarını bir tarafa bırakırsak, bir halkın şu ya da bu şekilde dilini eğitim çerçevesinden koparmanın tek bir tanımı olmalı: Irkçılık! Dolayısıyla bir halkın anadilini yasaklamayı öngören yasalar silsilesinin tamamı insanlığa karşı işlenmiş suçtur. Çünkü bir dilin eğitim dili olmasını engellemek, o dili bilerek ölüme terk etmek anlamına gelmektedir.
Kürt dilinin ölümün eşiğinde olduğunu düşündüğümüzde, Kürt yazarların yasaklanmış dili roman diline dönüştürme çaba ve ısrarını tarihi bir sorumluluk olarak algılıyorum. Çünkü yazar uğraşı gereği dilin edebiyattaki gücünü farklı algılar. Yazarların ölüme terk edilmiş bir dille roman yazmalarını omuzladıkları sorumluluğun direnişi olarak görmek lazım. Her birinin yıllarına mal olan bu eserlerin yok denecek kadar az bir okurla buluşması bile onurlu bir eylemin neticesidir.
Gök kubbenin altında var olan dillerin hiçbiri hakim kuvvetlerin hukukuna bağışlanmamıştır. Her halk tarih sahnesinde var oluşunu kendi diline ve kültürüne borçludur. Çünkü her bir dil dünya uygarlığında pay sahibidir. Kürt dilinin ölüme terk edilmiş haline seyirci kalmak insanlığın ayıbıdır. Elbette kelepçelenen bir dilin edebiyatını inşa etmek kadar okurunu bulmak da zor. Her Kürt yazarın ve sanatçının kendi diliyle buluşması hem insanî hem de vicdanî sorumluluğunu yerine getirmesidir. Diğer bir sorumluluk ise Kürt diliyle yazılan eserlerin raflarda yerini almasını sağlamak ve bu eserleri evimizdeki raflara taşımaktır.
“Bu kadim topraklarda kaç talan yaşandı.”
Diaspora ruhunun edebiyatınızda ya da yarattığınız karakterlerdeki izdüşümleri nelerdir?
Diasporada edebiyatın karakterlere nasıl yansıdığını düşündüğümde, “ar” romanımdaki bir makale umarım soruya yanıt olabilir.
“Yiğidim, seni mülteci yolculuğuna uğurladığım günden beri, rüyalarıma bir kez olsun konuk olmanı nasıl da isterdim. ama rüyalarımdan bile kaçıyorsun! ar’ım, sen gideli mevsimler de ilkbahara doğru aktı! Sadece yüreğim hep donup kaldı. Beynimle yüreğimin kavgasını yaşayan bir ölü oldum! Senin hala el kapısında bir kimlik dilendiğini duydukça, üzüntümden deli divane oluyorum. Be oğul, seni göçmen kuşu olasın diye mi doğurdum? Elin vatanına vatan diye kandın.
Yiğidim, savaşın rüzgarıyla savrulup gittiğinde, bu kadim topraklarda kaç talan yaşandı. Kaç köy, kaç orman, kaç insan, kaç insanın canı yandı. Yok olduğunu ve göçüp gittiğin sandığın her şeyin kendi külleriyle yeniden yeşerdiğini bir görebilsen! Yakılan mazi ormanı gibi, köy meydanındaki yaşlı söğüt ağacının da köyle birlikte yandığına şahit olmuştun ya! Kül oldu diye gördüğün o söğüt ağacı kendi kökünden yeniden filizlendi. Yuvası yanan leylekler bile kaç bahardır söğüt ağacından biten dalları mesken eyleyip yuva kurdular. ama sen yoktun.” (ar. s. 196)
“Yaşadığın yer değil, yaşadıkların önemlidir.”
Diaspora bir uyumsuzluklar ülkesi mi?
"Henüz gölgesiyle tanışma aşamasında olduğum diaspora yaşamını konu edinen bir romana başlamak ve Kürtçe tiyatro oyunları yazmayı sürdürmek”” |
Diasporada yaşamak aynı zamanda yeni bir dili öğrenmeyi gerektirir. Ne var ki kimi zaman bu denklemi çözmeyi zamanın akışına bıraktığımızda bulunduğumuz ülkeyle uyum sağlamakta zorluklar yaşandığı bilinen bir gerçek. Belki sürgün yalnızlığın getirdiği bir ihmaldir. Romanlarda hem zamanın içinde hem de zamanın dışına savrulmak da bu ihmalin yansımasıdır. Yaşadığın yer değil, yaşadıkların önemlidir. Vardığın yeri sürekli geçmiş diye algılarsın. Dönüşsüz bir yolculuğun uğraklarında her an dönecekmişsin gibi yaşamak gibi bir şey. Ve yersizliğin coğrafyasında yalnızlığın sızısıyla geçmişine mahkûm gibi yaşarsın. Belki de bundandır hayatın gereksinimlere umursamaz davranması.
Yazarın eserlerinin farklı dillere çevrilmesi ve doğru bir yayınevi tarafından yayınlanması elbette önemlidir. ancak bu konunun başlı başına bir sorun olduğunu düşünüyorum. Eserlerin farklı dilde çeviri uğraşı tamamen yazarın kendi bireysel çabasına endekslenmiş durumda. Uzun süredir çekmecemde almanca çevirisi yapılmış üç kitabımın yayıncı beklemesi bu mahrumiyetin bir göstergesi. ayrıca yazarlarımızın eserlerini, edebiyat kuramını eleştirecek ve çeviriye yönlendirecek kurumlar bulunmamaktadır. Ulusal edebiyat kurumlarının inşasını ve yorumunu edebiyatseverlere bırakmak en doğrusu diye düşünüyorum.
Unutulmak ve hatırlanmak ürettiklerimizin gerçekliği/kurgusu ile paraleldir: Gelecekteki planlarınız/beklentileriniz nelerdir?
Yazarın üretkenliği ve yoğunluğu tamamen kendi içsel yolculuğunda yaşadığı çatışmaların ürünü diye düşünürsek, yazar kurgulamaya çalıştığı olaylar zincirinin tek halkasında ağını kurar. Olayla ilgili ilişki, akıntının seyrinde yol aldığında, kimle, nerede ve ne zaman karşılaşacağını kestiremez.
Yazar kurgulamak istediği olayın kaba hatlarını düşünmekle yetinir. adeta okyanusta rotası belli olmayan bir gemide gölgedeki izin peşine düşer. Bu duygu yoğunluğuyla dünyayı parselleyen hiçbir sınırı tanımaz. Kurgu dünyasındaki algıladığı hukuktan güç alarak kendi cumhuriyetini bir başına ilan etmiş gibi üretir. Dolaysıyla dünya edebiyatında yer alan yazarların tamamının böyle bir akıntıya kapıldığını söyleyebiliriz. Ne var ki her bir yazarın şekillendiği kültür ve tanık olduğu sosyal olguların getirdiği farklı açılar, edebiyata zenginlik katar. Yazar, servet diye yoğunlaştığı hikaye ve romanın çalışmasını henüz sonlandırmadan, yeni planın ayak seslerini duyar gibi olur. Geleceğe dair plan diye düşündüklerim: Henüz gölgesiyle tanışma aşamasında olduğum diaspora yaşamını konu edinen bir romana başlamak ve Kürtçe tiyatro oyunları yazmayı sürdürmek. (DM/EA)
DİASPORADA YAZMAK SÖYLEŞİ DİZİSİ
2- Rohat Alakom
3- Fırat Cewerî