Bu pek ünlü stratejist ve yazarımızın temel argümanı; "Kıbrıs'taki çözümsüzlüğün içeride ve dışarıda Türkiye'nin önünü tıkayan en önemli sorun" haline geldiği şeklinde özetlenebilir. Çandar'a göre, sürekli mevzi kaybeden Avrupa Birliği (AB) karşıtları, bu kez Kıbrıs dolayımıyla katılım sürecini tıkamaya çalışıyorlar.
Peki kim bu Türkiye'nin "yolunu karartmaya" çalışanlar? Çandar yanıtını hiç tereddüt etmeden veriyor; statükocular, askerler, özelleştirme karşıtları, ulusalcı çevreler, sendikalar ve bir kısım solcular... Bu liste uzayıp gidiyor.
Ancak, Çandar en önemli uyarısını Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetine yapıyor. Başta Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül olmak üzere, AKP liderlerinin hükümetin ilk günlerinde "büyük bir cesaretle" Kıbrıs sorununun üzerine gittiklerini ve başarısızlığı kanıtlanmış 30 yıllık Türk diplomasisinin kalıplarını kırmaya çalıştıklarını belirten Çandar, aynı heyetin son dönemdeki politikalarından ise endişeye kapılıyor. Çandar özetle şunları söylüyor:
"AKP hükümeti, gerçek anlamda iktidar olmak istiyorsa, bürokrasinin, geleneksel diplomasinin ve AB karşıtlarının kuşatmasını kırmak zorundadır. Bunun yolu da orta vadede AB üyeliğinden, kısa vadede ise üyelik görüşmeleri için müzakere tarihi almaktan geçer. Oysa Kıbrıs sorunu çözülemezse bu hedefi yakalamak mümkün değildir. AKP hükümeti başlangıçtaki tutumunu terk edip, geleneksel politikalara döndüğü anda, Batı'dan aldığı desteği yitirecektir. Bu durumda iktidarda kalması da mümkün değildir."
İktidar olmak ya da almamak
Evet, Cengiz Çandar AKP'ye, iktidar olmak ve bu mevkide kalmak için Kıbrıs konusunda Batıyı tatmin edecek bir politik kararlılığı sürdürmesini şiddetle tavsiye ediyor. Ancak, bu tavsiyeyi yaparken bir şeyi de ifşa ediyor; AKP asıl iktidar gücünü dışarıdan almaktadır. Ve bu tespite, Türk sağından itiraz eden çıkmıyor. Çıkmıyor çünkü, Çandar'ın bu tespiti doğrudur.
Kıbrıs sorunu, hızla Türk iç politikasında bir kırılma noktası ve çatışma alanı haline gelmektedir. AKP hükümeti, eğer Cengiz Çandar'ın tavsiye ettiği siyaseti izlerse -ki bu tavsiyeyi yapan sadece Çandar değil, islamcısından liberaline kadar geniş bir yelpazedir- Türkiye eliti içindeki bölünmenin biraz daha derinleşmesi ve iktidar mücadelesinin Kıbrıs sorunu üzerinden yürümesi kaçınılmaz görünüyor.
Yok eğer Erdoğan ve arkadaşları bir uzlaşma arar ya da geleneksel Türk diplomasisinin çizgisine iltica ederse, iktidarda eritilme ve "terbiye" sürecine girmesi kaçınılmazdır. AKP, bu durumu hissediyor.
Kaçınılmaz uzlaşma
Pozisyonlar açıkça belirlenmiş durumda. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, Radikal gazetesine verdiği röportajda (10 Kasım 2003) Kıbrıs'ın Türkiye'nin ulusal güvenliği bakımından "vazgeçilemeyecek bir stratejik hat üzerinde bulunduğunu" belirtiyor. Özkök, Ada'daki İngiliz üslerini örnek vererek, bu askeri birimlerin AB müktesebatı içinde yer almadığını hatırlatıyor. Daha da önemlisi, Türkiye'nin güvenliğini tehdit edecek bir gelişme karşısında savaşın bile göze alınacağı mesajını veriyor.
Özkök'ün sözleri, "uzlaşmanın" sınırlarını gösteriyor; Türkiye'nin tatmin edici bir askeri varlığının Ada'da kalması ve kabul edilebilir bir egemenlik alanının tanınması halinde, "Annan Planı" diye bilinen Birleşmiş Milletler belgesi çözüm için başlangıç oluşturabilir. Ancak, Annan Planı tam da bu noktada Türkiye'yi esaslı şekilde sınırlıyor.
Şimdi bu tabloya baktığımızda, AKP hükümetinin (pozisyon kaybetmemeye dikkat ederek) uzlaşma arayacağını ve bir "orta yol" bulmaya çalışacağını söyleyebiliriz. Bu nedenle, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın bugün (15 Kasım 2003) Kıbrıs'a yapacağı ziyaret önem taşıyor. KKTC'nin 20. Kuruluş Yılı nedeniyle gerçekleşecek ziyaret sırasında yapacağı konuşma, izleyecekleri siyasetin sınırlarını da bize gösterecek.
Başka bir yol daha var!
Ancak, bir yol daha var; O da Kuzey Kıbrıs'ta hemen çözüm isteyen ve şiddetle AB üyeliğinden yana olan muhalefet partilerinin desteklenerek, Rauf Denktaş'ın sözcülüğünü yaptığı "millici" güçleri iyice kuşatmak ve asıl hamleyi ondan sonra yapmak...
Eğer Erdoğan, Kıbrıs'ta geleneksel devlet politikalarını tekrarlayan bir konuşma yaparsa ikinci yolu deneyecek, en azından bunu düşünecek demektir. Çünkü, teslim olduğunu söylemek için henüz erken.
AKP, kurulduğu andan itibaren iktidar gücünü Batıdan alan bir parti oldu. Necmettin Erbakan'ın geleneksel çizgisinden belki de esas olarak bu konuda ayrılıyordu. İktidardan ve servetten daha fazla pay isteyen ve artık orta ölçeklilik sınırlarını çoktan aşmış taşra sermayesini merkeze taşımanın, dolayısıyla kısmi ve "kabul edilebilir" bir islamizasyonu gerçekleştirmenin yolu AKP'ye göre bu siyasetten geçiyor. (MY/NM)
(Sürecek)
2