Desen: Gülsün Karamustafa
28-29 Ocak 1921 gece yarısı Karadeniz'e açılan bir teknede 14 yoldaşıyla birlikte katledilen Mustafa Suphi ve mücadelesi de onları yok eden çete ve arkasındaki güç de aradan geçen 101 yıla karşın, Nazım Hikmet'in de öğütlediği gibi unutulmadı. 2022'de Türkiye'nin devrimci, sosyalist ve komünist hareketleri, "Mustafa Suphi ve on beşleri" saygıyla selamladılar."
Anadolu, daha Türkiye olmadan toplumsal ve demokratik özgürlük mücadeleleri tarihine bir trajediyle girmişti. Anadolu'da modern devrimci praksis bir faciayla -Ermeni devriminin yenilgisi ve 1914-19 soykırımıyla- başlamış ve bitmişti. Bu süreç Türklerin ve Ermenilerin kolektif hafızasında bir başka devrimle dağlanmadıkça iyileşmeyecek derin yaralar açmakla kalmadı. Devrimi bir kıyamla, yakın tarihin bildiği en büyük insanlık suçlarından birini işleyerek bastırmak üzere kurulmuş olan özel örgüt -"Teşkilatı Mahsusa"- hiçbir etkin soruşturma ve cezalandırmaya uğramaksızın uğursuz mirasını yeni devlete aktarmıştı.
Bu özel örgüt, Osmanlı Devleti'nin yıkıntıları üzerinde SSCB'yle ittifak halinde süren kurtuluş savaşının ortasında, Türkiye Komünist Partisi lideri Mustafa Suphi ve 14 yoldaşını boğazlamakta tereddüt etmemişti. TBMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa 22 Ocak 1921'deki gizli meclis oturumunda Mustafa Suphi ve arkadaşlarını şöyle suçlamıştı: "[...] Rusya dahilinde bu milletin soysuz, herhalde sersem birtakım evlâtları oralarda da serseriliklerine devam etmişlerdir. İşte bu serseriler bir iş yapmak hülyasına kapılarak zahiren memleketimize ve milletimize nâfi olmak için Türkiye komünist fırkası diye bir fırka teşkil etmişlerdir ve bu fırkayı teşkil edenlerin başında da Mustafa Suphi ve emsali bulunmaktadır.
"Bunlar doğrudan doğruya bir hissi vatanperverane ile ve bir hissi hakikiî millî ile değil, benim kanaatımca belki kendilerine para veren, kendilerini himaye eden ve bunlara ehemmiyet atfeden Moskova'daki prensip sahiplerine yaranmak için birtakım teşebbüsatı serseriyanede bulunmuşlardır. Bunların yaptıkları teşebbüs Rus bolşevizmini muhtelif kanallardan memleket dahiline sokmak olmuştur. Bu suretle memleketimize, milletimize hariçten komünizm cereyanı sokulmaya başlanmıştır."
Sadece bir hafta sonra, 28 Ocak 1921 gece yarısı Mustafa Suphi ve yoldaşları Karadeniz'e açılan bir teknede, bölgedeki Pontus Soykırımı'nın cellatlarından kayıkçı kahyası Yahya ve çetesinin bıçak darbeleriyle can verdiler. Katliam Ankara'da kimse için sürpriz olmadı, kimseyi üzmedi.
"Mustafa Suphi ve 15'ler"in katli, Türkiye'nin modern siyasal mücadeleler tarihinin başlangıcını mühürleyen bir trajedi olarak aradan yüzyıllar geçse de hatırlanacak, tartışılacak ve bu katliamın sorumluları er geç tarihin yargısına teslim edilecek. Devletin toplumla "katliamlarla" mesajlaşması geleneği ne kadar erken son bulursa, bu toplumun her bireyi için o kadar iyi. Türkiye ancak böyle iyileşecek...
Mustafa Suphi'nin kısa yaşam öyküsü, özgürlük ve istibdat arasında yüz yıldır dinmeksizin sürüp giden mücadelenin bu devlet ile bu toplum arasındaki sahici karşıtlığın eseri olduğunu kavramak açısından eşsiz bir örnek... Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi'nden aktarıyoruz.
* * *
Mustafa Suphi 1883'te, Giresun'da doğdu. İstanbul'da Hukuk Mektebi'ni bitirdikten sonra öğrenimi Paris'te, Siyasal Bilimler Okulu'nda sürdürdü. 1910'da Osmanlı Ziraat Bankası üzerine tezini vererek mezun olup ülkesine döndüğünde, ekonomi alanında bir şeyler söyleyebilecek az sayıda Osmanlı aydınından biriydi.
İttihat ve Terakki'den kopuş
Dönemin neredeyse tüm ileri düşünceli aydınları gibi İttihat ve Terakki ve masonlukla ilişki içindeydi. 1912'de İttihat ve Terakki'den uzaklaşmaya başladı. Türkçülük eğilimi ile öne çıkan Milli Meşrutiyet Fırkası'nın gazetesi İfham'ın yazı işleri müdürü olarak çalıştı.[...]
Bu dönemde hem örgütsel, hem de düşünsel planda sosyalizmin uzağında olan Mustafa Suphi'nin Ittihat ve Terakki yönetimine muhalefeti sınıfsal bir öfkeden kaynaklanmıyordu. Bununla birlikte, daha sonra "yenilik" adına halkı ezen burjuva karakterli bir despotizme düşmanlık olarak netleşen tavrı, çıkış noktasında da içinden geldiği ihtilalci geleneğe ve ilerici fikirlere karşı çıkıştan değil, bir tür halkçılıkla iç içe evrilen Türkçülükten besleniyordu.
Rusya'da
Mustafa Suphi 1913'te, Mahmut Şevket Paşa'nın öldürülmesinin ardından başlatılan terör dalgasaldan payını aldı ve Sinop'a sürüldü. Burada kimi arkadaşlarıyla birlikte Ittihat ve Terakki'nin "beynelmilel farmasonluğuna karşı milli bir farmasonluk" kurma düşüncesiyle kaçmaya karar verdiler. Bir balıkçı teknesiyle Karadeniz'e açılarak Rusya'ya geçtiler.
Dünya Savaşı Mustafa Suphi'yi düşman bir ülkenin vatandaşı olarak Rus topraklarında buldu. Diğer Osmanlı vatandaşlarıyla birlikte Mustafa Suphi de enterne edilerek Rusya'nın içlerine önce Kaluga'ya, ardından Ural bölgesine sürüldü. Bolşevizm'le 1914-17 arasında, savaş esiri olarak geçirdiği bu yıllarda tanışmış olduğu bilinmekle birlikte hangi yollardan geçerek bu yeni devrimci kimliğini edindiği aydınlığa kavuşmuş değildir.
"Milli farmasonluk"tan Bolşevizme
Savaş öncesi ve sonrası dönemlerde izlediği iki siyasi çizgi arasında görünür bir uçurum vardır. Bu uçurumun üzerinden atlayışını anlayabilmek için, Osmanlı'nın son döneminde Türkçülüğün demokrat-halkçı bir içerikle donatılmaya uygunluğu; "milli bir farmasonluk" oluşturma düşüncesiyle örneklenen küçük burjuva bir çerçevede sunulmuş da olsa antiemperyalist bir tavra açılan yurtseverlik; birlikte sürülüp birlikte Rusya'ya kaçtıkları bir arkadaşının kelimeleriyle, "kalemi kadar söyleyen yüreği, tabancası ve bıçağı"; Sinop'tan kaçışlarının ortaya koyduğu gözü peklik ve atılganlık hesaba katılmalıdır.
Mustafa Suphi, savaş esiriyken Bolşeviklerle ilişki kurdu ve Türk savaş esirleri arasında propaganda ve örgütlenme faaliyetlerine koyuldu. Savaş esiri olan deneyimsiz devrimcileri Bolşevik militanlara dönüştüren, Bela Kun, Josef Boriz Tito gibi komünist önderler yetiştiren Ekim Devrimi, Mustafa Suphi'yi de okulundan geçirdi.
1917 sonrası
Mustafa Suphi'nin 1917 sonrası hayatı, bir profesyonel devrimcinin, bir komünist önderin hayatıdır. Devrimin ertesinde Moskova'ya gelen Mustafa Suphi, burada özellikle Türk savaş esirlerine yönelik yayın yapan ve bir komünist çekirdek oluşturmayı hedefleyen Yeni Dünya dergisini çıkardı. Aynı hedef doğrultusunda, 25 Temmuz 1918'de düzenlenmesini sağladığı Türk Sol Sosyalistleri I. Kongresi, Türkiye'den çağrılacak temsilcilerle ve Rusya'daki örgütlerin temsilcilerini bir araya getirecek bir kuruluş kongresi düzenleme kararıyla sonuçlandı.
Ancak devrimi izleyen yıllarda Mustafa Suphi'nin çabaları esas olarak Rusya'nın Müslüman halkları arasında parti örgütlenmesini geliştirmek, Kızıl Ordu birlikleri oluşturmak ve Sovyet yönetimini yerleştirmek doğrultusunda yoğunlaştı. Bu amaçla 1918 içinde Avrupa Rusya'sından Orta Asya içlerine, Kafkasya'ya dek ülkenin dört bir tarafında bulundu. Aynı yılın Kasım'ında, Moskova'da Müslüman Komünistler Kongresi'ne katıldı ve burada, kurulmuş, Milliyetler İşleri Halk Komiserliği'ne bağlı Tüm Rusya Müslüman işçileri Merkez Komitesi'ne seçildi. Bu komiteye bağlı Uluslararası Doğu Propaganda Dairesi Türk Seksiyonu başkanlığını üstlendi.
III. Enternasyonal'de
Mustafa Suphi, Aralık 1918'de Uluslararası Devrimciler Toplantısı'na ve Mart 1919'da lll. Enternasyonal'in 1. Kongresi'ne Türkiye delegesi olarak katıldı. Ill. Enternasyonal'in I. Kongresi'nde yaptığı konuşma Ekim Devrimi'nin ateşlerinin kendisini nasıl olgunlaştırdığını, enternasyonalist bilincini ve antiemperyalist yurtseverliğini, Türkiye'de, Doğu'da ve dünyada devrime olan inancını ortaya koyar. Bu konuşmasında Türk komünistlerinin, yeryüzünü vatanları, insanlığı da ulusları olarak ilan ettiklerini söyleyen Mustafa Suphi, "dünya sosyalist devriminde Türkiye proletaryasının işgal edeceği şerefli mevki"ye inancını dile getirerek "Doğu'yu Avrupa emperyalizminden kurtarmak için lll. Enternasyonal "Doğu'da devrim ocakları kurmaya" çağırdı. Doğu Devriminin, bu bölgenin ham madde kaynaklarından ve pazar olanaklarından beslenen Avrupa kapitalizminin temellerini sarsacağını da belirtti.
Orta Asya ve Azerbaycan'da
1919 başında Kırım'ın ele geçirilişinin ardından RKP Bölge Komitesi üyesi olarak buraya yollanan Mustafa Suphi kaldığı kısa süre içinde Anadolu ile bağları geliştirdi, Türkiye'ye yayın, propaganda malzemesi ve propagandacı yolladı. Kırım'daki 75 günlük Sovyet iktidarı. sırasında Beyaz Ordu'yla savaşan Uluslararası Doğu Alayını kurdu. Denikin'in kuşatmasını yararak Odesa'ya çekildi. Bir süre sonra buradan ayrılarak yeni bir görevle Türkistan'a geçti. Burada bir yandan parti yapısını yeniden düzenlerken, bir yandan da Türklerden oluşan bir Kızılordu birliği örgütledi. Çin, Kaşgar, Buhara, Hiva, İran ve Türkiye'de propaganda faaliyeti sürdürecek Beynelmilel Şark Tebligat Şurası'nı örgütledi ve başına geçti.
Azerbaycan'da Sovyet yönetiminin kurulmasından sonra, Mustafa Suphi Mayıs 1920'de hareketin merkezini Bakü'ye taşıdı. Bu yalnız bir yer değiştirme değil, aynı zamanda yeni bir hedefe, Anadolu'daki devrim ve savaşa müdahale etmeye yönelişti. İlk iş olarak ittihatçıların kurmuş olduğu "Komünist" örgütü dağıttı. Hemen ardından Türkiyeli komünistlerin örgütlenmesine hız verdi. Türkiye'de, Anadolu'nun Karadeniz kıyı kentlerinde örgütlenme faaliyetlerine girişildi. Yeni Dünya'nın yeniden yayınlanmasına başlandı, kitap, broşür ve bildiriler basılarak Türkiye'ye yollandı. Anadolu'ya sevk edilmek üzere bir Türk Kızılordu birliği oluşturuldu.
Mustafa Kemal'le yazışma
Bu adımlar atılırken, Mustafa Suphi, Anadolu'da saltanatın teslimiyetçiliğine isyanın ve işgale direnişin siyasi merkezi haline gelmiş Büyük Millet Meclisi ile ilişki kurmaya çalıştı. BMM reisi Mustafa Kemal'e bir mektupla komünistlerin antiemperyalist mücadelede yerini almaya kararlı ve hazır olduğunu bildirdi. Mustafa Kemal'in BMM'nin Sovyet İdaresi'nden farksız olduğundan, amaç ve ilke birliğinden söz ettiği ve komünistleri işbirliğine çağırdığı, bununla birlikte BMM'nin, dolayısıyla Ankara hükümetinin ipleri asla elinden bırakmayacağını ima ettiği bir cevap aldı.
Anadolu'da örgütlenme girişimleri ve Ankara'yla haberleşme sürerken, 23 'Temmuz-7 Ağustos 1920'de toplanan III. Entemasyonal'in 2. Kongresi, Şark Milletleri Kurultayı'nın toplanmasını kararlaştırdı. Alman ve Macar Devrimlerinin ezilmesi ve Avrupa'da beklenen devrimci patlamanın gerçekleşmemesi gözlerin Doğu'ya çevrilmesine neden olmuştu.
Şark Milletleri Kurultayı'
1 Eylül 1920'de toplanan Kurultay'a Doğu ülkelerinden komünist olan ve olmayan 1831 delege katıldı. Büyük bir coşku içinde geçen kongrenin ardından 10 Eylül 1920'de Bakü'de Sovyetler Birliği'nden, Anadolu'nun değişik yörelerinden ve İstanbul'dan gelen 74 delegeyle Birinci ve Umumi Türk Komünistleri Kongresi, TKP'nin kuruluş kongresi toplandı.
Bakü Kongresi, Sovyet Rusya'da Mustafa Suphi'nin çevresinde gelişen örgütlenmeyi, Istanbul'daki Türkiye işçi Çiftçi Sosyalist Fırkası'nı, Anadolu'nun dört bir yanına dağılmış komünist grupları ve bunların bir bölümünü toparlayan Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası'nı bir parti çatısı altında, bir program ve bir tüzük etrafında birleştirerek örgütsel bir atılımının zeminini hazırladı.
Kongre, enternasyonalizm ve Anadolu'da gelişen devrimin içine girme, sıcak mücadelenin orta yerine atılarak önderliğe soyunma kararlılığı açısından bulanıklıktan uzak bir komünist çizgi ortaya koydu. Yapılan konuşmalar, alınan kararlar, ortaya konulan tüzük ve program Ekim Devrimi'nin ve III. Enternasyonal'in devrimci ruhunun damgasını taşıyordu. Kongre, örgütlü çalışmanın ağırlık merkezini Anadolu'ya kaydırma kararını da aldı; genel başkanlığa Mustafa Suphi'yi, genel sekreterliğe Ethem Nejat'ı ve bunlarla birlikte toplam yedi kişilik bir Merkez Komitesi seçerek tamamlandı.
"Onları Ankara'ya sokmamak Yunan'ı denize dökmek kadar önemliydi"
Kongre'den yaklaşık dört ay sonra, Ankara ile yeni bir haberleşmeden sonra, 1921'in başında Mustafa Suphi, Ethem Nejat ve kalabalık bir komünist topluluk Türkiye'ye geçmeye karar verdi. Hedef Ankara'ya, "Anadolu kıyamının" kalbine ulaşmaktı. Devrimin halkçı kanadının hızla radikalleşmeye açık olması; bir dönem direnişin en etkili silahlı gücünü oluşturmuş Kuvayı Milliye milislerinin Ankara'nın Kemalist kadrolarıyla açık sürtüşme içine girmesi, tutarlı bir önderlikle devrimin derinleştirilmesini mümkün kılıyordu. Bu yüzden tarihçi M.C. Kutay'ın sözleriyle, "onları Ankara'ya sokmamak Yunan'ı denize dökmek kadar önemliydi!"
28-29 Ocak
Bu yüzden törenlerle karşılandıkları Kars'tan sonra provokasyonlar birbirini izledi. Erzurum'da kışkırtılmış halk tarafından şehre sokulmadılar. Batum üzerinden Bakü'ye geri yollanmak üzere Trabzon'a yollandılar. Yol boyu düzmece gösteriler sürdü. Trabzon yakınlarında da, kayıkçılar kahyası Yahya Kaptan'ın adamlarının saldırısına uğradılar. Şehre girmelerine izin verilmedi ve bir iskeleden bindirildikleri takayla denize açıldılar. Arkalarından yetişen Yahya Kaptan'ın adamları silahları alınmış olan Mustafa Suphi ve on dört yoldaşını bıçak, kurşun ve süngülerle delik deşik edip denize attılar. 28 Ocak', 29'una bağlayan gece Onbeşler ve onlarla birlikte Anadolu İhtilalinin radikal-halkçı bir temelde geliştirilmesi perspektifi Karadeniz'de katledildi.
Sorumluluk Ankara'nın ...
"Komplonun arkasında kim vardı?" sorusuna, Ankara'nın Kemalist kadrolarını aklama gayretiyle yaklaşanlar sorumluluğu Kazım Karabekir'e, Trabzonlu ittihatçılara, hatta Yahya Kaptana ve bir avuç serseriye yüklemektedir. Katilleri de ortadan kaldıran bir dizi zincirleme cinayetle karanlıkta bırakılan böyle bir siyasi cinayet, siyasi olarak değerlendirilmelidir.
Bütün belgeler yok edilmiş; elimizde ipucu olarak, katliamın öncesine ilişkin birkaç telgraf metni, hatıratlarda geçen birkaç imalı söz kalmış olabilir. 22 Ocak'ta bir gizli celsede on beşlerin Erzurum'a sokulmadıkları haberini "yaşasın Erzurumlular" sedalarıyla, alkışlarla karşılayan, bir süredir devam eden antikomünist saldırganlıkla terörize edilmiş BMM üyeleri karşısında Mustafa Kemal'in, Kazım Karabekir'i işin tehlikesini ilk sezen adam olarak övmesi ve kendi onayıyla harekete geçtiğini söylemesi de göz önüne alınması gereken bir olgudur.
Katliam emrinin nihai olarak hangi ağızdan çıktığı belge yokluğunda spekülasyona açıktır. Ancak kesin olan bir şey varsa, o da on beşlerin katlinin, Yeşil Ordu'nun tasfiyesi, komünistlere karşı genel saldırı, halkçı eğitimleri özümseme çabaları ve emperyalizmle uzlaşma çabalarıyla birlikte; Kemalist kadroları iktidara taşıyan ve mücadelenin burjuva bir çerçevede kalmasını güvence altına alan sürecin kritik bir aşamasında gündeme geldiğidir. Mustafa Kemal ve Ankara'nın Kemalist kadroları Mustafa Suphi ve yoldaşlarının öldürülmesinin bütün siyasi sorumluluğunu taşımaktadırlar. (AEK)