Yasemin Göksu 1994'te başladığı müzik yaşamında 20. yılını "Âh" adını verdiği albümle kutluyor. "Âh" Göksu'nun beşinci albümü. Daha önce "Gül Kuruttum" (1995 - Ada), "Kalanların Ardından" (1998 - Kuzey - Ada), "Ateş Oldum" (2005 - Seyhan) ve "Urumeli Hatırası" (2010 - Kalan) albümlerini çıkarttı.
Anadolu Müzik'ten yayınlanan Yasemin Göksu'nun bu albümünde Şebnem Sönmez, İclal Aydın, Fırat Tanış, Yinon Muallem, Şükrü Erbaş, Birhan Keskin, Haydar Ergülen, Erdal Bayrakoğlu ve Yelda Karataş da sesleri ve sözleriyle yer alıyor.
Bu albümü yapmayı uzun süredir beklediğini, çok sö ve ses biriktirdiğini söyleyen Yasemin Göksu, 1915'ten başlayıp tüm "âh"ların izini sürmeye çalıştığını söylüyor; "âh" onun için devlet zulmünün insanlarda bıraktığı izin adı.
“Âh” demişsiniz. İki harfle çok şey anlatan bir kelimedir. Albüme bu adı koyarken siz neler söylemek istediniz?
Bu albüme bu adı koyan, yüreğinde âhı ile bu topraklardan, bu dünyadan geçip gitmiş insanlardır. Türkiye’de yıllardır devlet zulmünün bu ülke insanlarında bıraktığı izlerin adıdır “Âh!"
Albüme katkıda bulunan birçok isim var, imece bir iş olmuş gibi. Nasıl bir araya geldiniz? Bu birlikteliğin anlamı sizin için nedir?
Evet doğru, gerçekten bir imece oldu. Sevgili dostlarım, şairler, oyuncular, yorumcular, besteciler... Üstatlar!
Bu albümü yapmayı uzun yıllardır beklediğim için, öyle çok biriktirdiğim sözüm ve sesim vardı ki... Hepsini, hepsini söylemek istedim. Baktım ki biriktirdiğim sözler, anlatmak istediklerime yetmiyor. O zaman ne yapacaksın, senden daha iyi anlatana gideceksin. İşte şair dostlarıma gidişim böyle oldu. Yüreğimi söyleyen besteler de böyle seçildi. Bazı bestelere yazdığım sözler de böyle çıktı. Ben hayatımda hiç moda diye, bu şarkı tutar, bu beste patlar diye seçip söylemedim şarkılarımı. Bu albüme katılan dostlarıma kalbimi açtım, onlar da gördüler ve katıldılar. Her birinin nefesi tarifsiz kıymetli.
“Yüreğini bırakan çocuklarımız ve yürekleri ebedi yangın yeri anneleri”ne ithaf etmişsiniz albümü. Gezi Direnişi müziğinizi nasıl etkiledi? Bu albüme nasıl yansıdı?
Evet... "Gezi eylemlerinde yüreğini bırakan çocuklarımız ve canım anneleri..." Ben aslında 1915'lerden başladım bu âhların izini sürmeye. Ama bu çalışma sürerken, sesimi ve sözümü etkileyen çok önemli bir şey oldu: Hepimizin gözleri önünde oldu üstelik. Onurlarına, iradelerine, geleceklerine sahip çıkan; nobranlığa, tahakküme, hadsizliğe karşı çıkan, başkaldıran insanlar, korkunç bir devlet şiddetiyle ezildiler. Hayatlarına yapılan bunca müdahaleye "hayır" diyen, kendi yaşamlarında söz sahibi olmak isteyen gencecik çocuklar hunharca katledildi. Uzun yıllar Kürt çocuklarının yakasındaki devlet şiddeti, tüm ülkeye yayıldı. Bu zehir, evlerin pencerelerinden içeri girip, bebelerin ciğerlerine sızdı. Yetmedi, katledilen çocukların anaları binlerce kişi tarafından yuhalandı ki, bu insanlığın düştüğü en dip noktaydı bence. Van'daki depremzedelere taş ve bayrak yollayanlarla buluştukları yer burasıydı işte: Çukurun dibi!
Yüreğim kaldırmadı... Kaldıramaz...! Bir şeyler söylemeliydim. Hem boğazımdaki zehri akıtmalı, hem o zehri bize solutanları işaret etmeliydim. Zaman olanları unutturmamalıydı.
Lice'de parçalanan Ceylan mıydı sadece? İnsanlığımız paramparça olmadı mı? Ya Roboski? Eğer aşağıdaki 34 Kürt çocuğundan biri kadar en az, vurulmadıysanız, parçalanmadıysanız; yukarıdan bomba yağdıranlarla birsinizdir. Araf yok burada. Lice'ye gidip Ceylan'ın annesinin elini tutup yüreğime basmak ne ise, bu albümde söylediklerim odur, benim için. Roboski'ye gidip vicdan nöbeti tutmak... Berkin'in annesinin ciğeriyle yanmak; Ali İsmail'in aldığı darbelerle kanamak ne ise odur, bu albümde, özellikle Hayat Geçer'de yazdıklarım.
Evladının acısına dayanamayıp yüreği duran Fadime Ayvalıtaş'ı ve öteki evlatlarımızı unutmuyorum elbette. Hiçbirini ayıramam.
Albümdeki şiirleri nasıl belirlediniz?
Şiirlerin ortak teması çocuklar. Tamamen devlet şiddetinin ve o şiddet üzerinden kendini var eden karşı şiddetin kurbanı olan çocuklar. 0-18 yaş arası, kimi, istatistiklere bile geçememiş yüzlerce katledilmiş çocuk. Ve onları doğuran kadınlar... Anneler... Annelik acaip bir şey. Biz doğuruyoruz... Dünyanın çekilmesi en zor acısına katlanıp doğuruyoruz. Uğruna dünyayı yakabileceğimiz, ölümlü varlıklar getiriyoruz dünyaya. Gözünün içine bakıp, taparak... Sonra birileri geliyor ve onları öldürüyor. Korkunç allahım...! Biz, bir nevi ölümü doğuruyoruz! Çok acı bu! Böylesi bir acıyla yüzbeyüz kalmak... Annelerin yangını bu yüzden sönmüyor. Kendilerine olan öfkeleri de... Şiirleri bu duygudan yola çıkarak seçtim işte
Suzan Kardeş ve Şebnem Sönmez ile birlikte “Yeşilçam Şarkıları” konserlerini yaptınız. Nasıl geçti konserler, bu çalışmadan bir albüm çıkacak mı ya da bu çalışma nasıl devam edecek?
Doğrusu ön hazırlık için çok çalıştık. Çok gerildik, çok heyecanlandık ve sonuçta sahnede çok eğlendik. Henüz bitmiş değil. Kışa tekrar belki başka bir temayla devam eder. Bir albüm çıkar mı, bilemiyorum. Neden olmasın...
Ben “Hangimsin Sen Benim”i günledir çevirip çevirip dinliyorum. Müzik kulağım çok iyi değildir ama benim hitim bu oldu. Senin albümde iyi ki bu parçayı söylediğim dediğin bir şarkı var mı?
Şimdi Allah için hepsi özel şarkılar (gülüyor). Her biri yıllardır anısını, sözünü özenle sakladığım, esirgediğim, bayılarak söylediğim şarkılar. Rahatlıkla hepsi için "iyi ki söyledim" derim. Ama doğruyu söylemek gerekirse, "Hangimsin Sen Benim" bu albümde benim de hitim! Yıllar önce Metin Kahraman söylediğinde âşık olmuştum bu şarkıya. Biri çıkmış, beni tanımadan benim kalbimi yazmış! Bir gün gelip söylemesem ölürdüm... Söyledim. İyi ki söyledim. Şarkı söylemenin büyüsü burada. Ben bir gün bu dünyadan sıvışıp gideceğim ama sesim kalacak. Ve aşkla söylediğim bütün şarkıları, sesim aynı heves ve iştahla söylemeye devam edecek! (HK)