Halbuki "herşeyden önce kavramlar imzalıdır, öyle de kalırlar;' Aristoteles'in atöz"ü, Descartes'in "cogito"su, Kant'ın "koşul"u, Schelling'in "güç"ü, Bergson'un "sü-re"si" (Deleuze & Guattari, 2000). B unun yanında "her kavramın tarihi vardır" (Deleuze & Guattari, 2000, s. 25). "Her kavram, onlarsız anlam taşımayacağı ve onların da ancak çözümleri üzerinde yol alındıkça ortaya konabileceği ya da anlaşılabileceği bir soruna, sorunlara göndermede bulunur" (Deleuze & Guattari, 2000, s. 24).
Doğal olarak kavramların kendi tarihlerine ve parçası oldukları örgülere bakılmaksızın yapılacak bir değerlendirme/düşünme eksik olacaktır. Bir başka açıdan, kavramlar insanlara sınırsız bir alan vermez. Her kavram, kendisi ile ilişkiye geçen zihne belirli durumları hatırlatır. Yani bir bakıma kavramlar üzerine düşünmek bir tür arkeolojik uğraştır (Foucault, 1992). Bir kavram/metin üzerine şüphesiz bir çok farklı okuma yapılabilir. Ancak farklı şekillerde anlamanın mümkün olması, hiçbir biçimde bir kavramın/metnin kuralsız bir alana ait olduğu anlamına gelmez. Çünkü "est modus sistere rectum...." yani her şey için bir ölçü vardır (Eco, 1990, s. 146, Horace'tan naklen). Kimsenin geçemeyeceği bazı kesin sınırlar vardır.
Kamusal alan neresi?
Kamusal alan üzerinde ülkemizde yapılan tartışmalar yukarıda özetlenilen çerçevede belirli sorunlar ile karşı karşıyadır. Kamusal alanda ne yapılabilir? Ne yapılamaz? Bu tür soruların cevabını bulmak aynı yöntemsel tartışmalardan dolayı çok zordur. Mesela kimilerine göre; artık, kamusal alanda başörtüsünü serbest bırakacak yasal bir düzenleme dahi yapılamaz. Kamusal bir alan olan üniversite içinde öğrencinin durumu farklıdır, başka bir kamusal alanda emekli bir yaşlı bayanın durumu farklıdır. Tartışmaya katılan taraflar kamusal alanı, parçası olduğu tarih ve örgünün dışında kendi duruşlarına göre algılamaktadır. Halbuki kamusal alan, bir kavram olarak bir tarihe ve kuramsal örgüye ait olmaya işaret eder.
Aslında sorunun özü kamusal alanda kimin ne yapabileceği değil kamusal alanın neresi olduğudur. Gerçekten herkesi mutlu edecek kadar görülebilir bir kamusal-özel alan ayırımı var mıdır? Böylece kamusal alanın denetimi ve düzenlenmesi tamamen devlete bırakılsın. Aristo, Hippodamus'un plânlamış olduğu bir düzenden bahsetmektedir. Hippodamus'a göre sözü edilen düzenlemenin üzerinde kurulduğu topraklar kutsal, kamusal ve özel olarak düzenlenmişti Böylece kutsal (sacred) alanda ibadetler ve benzeri eylemler kolayca yapılacaktı. Günümüzdeki tartışmalardan anlaşıldığı kadarı ile hemen herkes Aristo'nun bahsettiği gibi olmasa bile bir ikili yapının (kamusal-özel) var olduğunu benimsemektedir. Eğer gerçekten böyle bir ayırım kolaylıkla tanımlanabilecek kadar söz konusu ise şimdi soru şu olmalıdır: Bu ayırım çizgisi nereden geçer? Neresi kamusal, neresi özel bir alandır?
Kamusal Alan Kime Ait?
Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük (1998) kamusal kelimesini "kamuya ait" olarak tanımlamaktadır. Aynı sözlük kamu kelimesine birinci anlam olarak "hep, bütün" karşılığını vermektedir. Aynı sözlük, bu anlamın kullanıldığı bir örnek olarak Yunus Emre'nin şu şiirine yer verir: "Biz kimseye kin tutmayız / Kamu alem birdir bize."
İkinci anlam olarak sözlük, "bir ülkedeki halkın bütünü, halk, amme" tanımını yapmaktadır. Sözlükte bir kamusal alan tanımı ayrıca yapılmadığı için çıkarılacak ilk anlam, kamusal alanın "hepe ait, bütüne ait" gibi bir anlam taşıdığıdır. 1979 yılında basılan Türk Dil Kurumu'na ait bir başka sözlükte kamu kelimesi örnek bir cümlede şöyle kullanılmıştır: "Tanrı kamu nesnenin yaratıcısıdır."
Aynı durum, kamu kelimesinin İngilizce geçmişinde de sözkonusudur. "Public" kelimesinin etimolojik kökenine bakarsak bu kelimenin 14. yüzyılda kullanılan pupplik kelimesine kadar dayandığını görmekteyiz. Bu kelime, umumun gözetimine, bilgisine açık anlamına gelmektedir. Daha sonra zaman içinde aynı kelime publique- bütün herkesi ilgilendiren anlamında kullanılmaya başlanmıştır. İngilizce public kelimesinin eski Latin kökeni ise poplicus halkın hepsini ilgilendirmektir.
Buraya kadar yapılan kısa sözlük çalışmasından çıkan sonuç şudur: Kamusal alan (veya olan şeyler) son derece geniş bir alanı içermektedir. Dolayısı ile başta devlet olmak üzere bir otoriteyi, bir aktörü bu alanda tek başına kendi öncelikleri ile bırakmak -özel alanın son derece dar olduğu bir yapı içinde- büyük sorunlara neden olacaktır. Gerçekten de "kamusal olanın dışında" anlamındaki özel alan son derece dardır. Bu nedenle özgürlüklerin uygulanmasında kamusal-özel ayırımı son derece yanıltıcı hatta tehlikeli olabilir. Çünkü kamusal alan sanıldığından daha geniştir.
Bu nedenle, devletin veya bir başka otoritenin kamusal alan üzerindeki düzenleyiciliğinin sorgusuz kabullenilmesi söz konusu olamaz. Birçokları, kamusal alanı, kişinin mahremiyetinin korunacağı bir yer olarak algılamaktadır. Halbuki gündelik anlamda kişisel mahremiyete, özel yaşama ilişkin bir çok alan ve konu aslında kuramsal olarak kamusal alan içindedir. Dolayısıyla kamusal alanı devlete terk ederek özel hayata büyük zararlar vermektedir.
Mesela Habermas'ın yapmış olduğu bir tartışmadan yola çıkarsak aile bu konuda anahtar konumdadır. Bir çokları ailenin kamusal alanın dışında olduğunu düşünmektedir. Ne var ki Habermas'ın kamusal kavramını ortaya koymak için izlediği Avrupa burjuva tarihini takip edersek "salon (oturma odası) eve değil, cemiyete aittir." "Özel şahıslar salonda oluşan kamusallığa, oturma odalarının mahremiyetinden çıkarak dahil olurlar"
Kamusal alan herkesi ilgilendirir
Burada altı çizilmek istenen nokta şudur: Kamusal ve özel alanlar arasındaki ayırım, doğası gereği özgürlüklerin çoğunun kamusal alanda garanti altına alınmasını zorunlu kılar. Kamusal alanı kategorik olarak devletin hükümranlık alanı olarak tanımlamak yanlıştır. En baştaki tanımlardan da yola çıkarsak; kamusal alan herkesi/toplumu/bütünü ilgilendiren bir kavramdır. Ayrıca kamusal ve özel alanlar arasındaki sınır sürekli değişmekte olan tanıma işaret eder. Dolayısı ile kamusal alan evin, ailenin içinde başlar. Hatta kategorik olarak kamusal alanın dışında kalan şeyler çok sınırlı ve azdırlar. Öyle ki kamusal alanda bir tür çoğunluk despotizmi veya devlet baskısı meydana getirilirse kişilerin özgürlüklerine sahip olarak yaşamaları hemen hemen imkansızlaşır.
Görülmektedir ki, birçoklarının kullandığı kamusal-özel alan ayırımları doğru değildir. Çarşı, sokak, cami gibi "özel" olarak telâkki edilen bir çok şey kamusal alanın içindedir. Burada yaygın olarak yapılan bilinçli yanlış, kamusal alanı bir tür kamu kesimi haline dönüştürmektir. Hâlbuki, devlet eliyle yürütülen birimler kamu kesimini meydana getirir. Kamusal alana bugün ülkemizde bir çokları kamu kesimi gibi yaklaşmaktadırlar. Hâl böyle olunca, öğrenciler, hatta vatandaşlar bir süre sonra vatandaş olmaktan ziyade kamu personeli muamelesi görmektedirler. Devlet, ısrarla kamusal alanı bir kamu kesimi gibi yönetmek istemektedir. Bu nedenle mesela "kamusal alanda başörtüsü takılmaz" gibi düşünceler hem kuramsal olarak anlamsızdır hem de içerik olarak toplumsal hayatı bir kamu kesimi yönetimi haline getirme amacını ifade eder.
Türkiye'de daha ziyade post-kolonyal bir kamu-özel ayrımı söz konusudur Böylece kamusal alan kamusal alan olmaktan çıkmakta bir tür terbiye alanı, vatandaşların belirli biçimde eğitilmelerinin devam ettiği bir yer olmaktadır. Oysa kamusal alanın batıda oluşumu böyle değildi. Orada merkezde burjuvazinin bulunduğu, pazar ve ticaret rasyonelitesinin belirleyici olduğu böylece herkesin/bütünün serbest bir ortamda bir düzene doğru evrildiği bir süreç söz konusuydu. Ne var ki, Türkiye örneğinde kamusal alan bir pazar rasyonelitesi ile değil bürokratik rasyonalite ile idare edilmektedir.
Tamamen bürokratik bir rasyonalitenin kontrolünde olan kamusal alan hiçbir zaman kamunun/herkesin alanı olamaz. Aksine insanların çoğu kamusal alan herkese açılmadığı için alternatif alanlara yönelirler. Burada son derece ilginç bir durum söz konusudur: Kamusal alanın bir türlü herkese ait halde olmaması nedeni ile belirli kesimler paralel kamusal alanlar meydana getirirler. Popüler anlamda "birçok Türkiye var" gibi söylemler aslında bu noktaya işaret etmektedir. Dolayısıyla kamusal alan devlet ve hâkim aktörler tarafından herkese ait hâle getirilmediği için paralel kamusal alanlar oluşturulmaktadır.
Öte yandan Türkiye'ye ait önemli bir sorunun aynı bağlamda altını çizmek gerekiyor. Sadece.kamusal alanın oluşumunda değil, belirli bir tahayyüle dayalı grup, ulus gibi bütün diğer oluşumlarda yazılı ve görsel (gazete, televizyon, radyo, kitap...) araçların nasıl örgütlendiği de çok önemlidir
Kamusal alanın tanımlanmasında ve dönüşmesinde yazılı ve görsel medya kesiminin büyük rolüne rağmen, bu kesimlerin kendi içlerinde süreci olumsuzlaştırıcı biçimde örgütlendikleri görülmektedir. Nasıl Türkiye'de kamusal alan ve devlet arasında patolojik bir ilişki varsa, Türkiye'deki yazılı-görsel medya ile belirli güç odaklan arasında da benzer patolojik bir ilişki sürmektedir.
Türk medyasının demokratikleşmeden dış politik konulara kadar üstlendiği misyon, şaşırtıcı biçimde sömürge altına alınmış çeşitli devletlerdeki melez (creole) fonksiyonerlere (hatta mürekkep yalamış kişilere) benzemektedir Türkiye'de yazıp çizen bir kesim, kamusal alanın mevcut şekli ile herkese açılmadan korunmasını talep etmeye devam etmektedir. Özellikle temsilî rejimlerin yaygınlaşmasına paralel olarak gazete, dergi, kitap ve televizyon gibi araçlar kamusallığın oluşumunda çok önemli bir noktaya gelmişlerdir. Yazılı ve görsel medya, herkesin oraya baktığı ve ülkeyi orada görebildiği ortak bir alan haline gelerek kamusal alanın dönüşümünde çok önemli bir aktör olarak ortaya çıkmıştır.
Sonuç: Sanal Bir Global Kamusal Alana Doğru
Kamusal alan özel dünyalarımızın uzağında ötelerde bir yer değildir. Üstelik kamusal alan teknolojik evrime paralel olarak sınırları açısından büyük dönüşüm geçirmektedir. Bugün insanlar mutfaklarında, yatak odalarında televizyon izlemekte, internet üzerinden toplum sorunları üzerine muhabbet etmektedirler. Dolayısı ile kamusal alanın sanal bir algılaması üzerinde düşünmek gerekmektedir. Bazılarının ileri sürdüğü gibi bütün dünyayı birbirine bağlayan internet, global bir kamusal alan oluşturmaktadır.
Internet üzerinde hükümet kontrolü hakkında yapılan tartışma bu açıdan çok önemlidir. Çünkü kamusal alan üzerinde istediği gibi düzenleyici olmaya alışmış hükümetler, interneti de sınırlamak ve düzenlemek istemektedir. Ne var ki, sanal bir kamusal alan olarak internet önemli ve farklı bir özelliğe sahiptir. Bürokratik bir zihniyetle kendi geleneksel kamusal alanlarını inşa etmek isteyen hükümetlerin düşündüğünün ve sandığının aksine, internet herhangi bir rasyonalite ile inşa edilemeyecek kadar karmaşıktır ve dinamiktir.
Habermas'ın kamusal alanın oluşumunda altını çizdiği müzeler, gazeteler, okuma salonları, operalar, kahveler nasıl önemli rol oynamışlarsa internet de benzer ama daha güçlü bir rol oynamaktadır. Üstelik internet birbirine paralel bir çok alanı aynı anda barındırmaktadır. Mesela operaya giderek kamusal alana katılan kişiler ile kahvehanelerde kamusal alana katılan kişiler arasında fark vardır. Ancak internet birbirinden farklı her kesimin (genç, ihtiyar, dindar, dinsiz, solcu, sağcı, kadın, erkek) bir araya geldiği bir kamusal alandır. Burada savaşlar protesto edilmekte, hükümetlere mektuplar gönderilmekte, fikirler değiştirilmektedir.
Böyle hızlı bir teknolojik gelişmenin bütünleştirdiği bir dünya ve hayat anlayışında kamusal ve özel alan ayırımlarını büyük ölçekli haritalarla yansıtarak kamusal alanı kategorik olarak devletin düzenleyiciliğine ait olarak tanımlamak gittikçe anlamsızlaşıyor. Devlet ve toplum arasında bir alan olarak tanımlanan kamusal alan teknolojik gelişme ile gittikçe daha da farklı bir hale gelecek: Devlet değişmekte, küçülmekte etkinliğini kaybetmektedir. Hatta devletler artık aşınmaktadırlar Bunun yanında toplum ve onu oluşturan bireyin de geleneksel anlamı ve" konumu değişmektedir. Birey ve toplum da tıpkı devlet gibi aşınmaktadır. Oluşturduğumuz alanlar (topoi) gittikçe genişlemekte, çok boyutlu hâle gelmekte (sanallaşmakta) ve her noktamızı içine almaktadır. Böyle bir çerçeve içinde herkese/bütüne ait kamusal alanı bütünün kendi tercihlerine göre şekillendirmek (daha doğrusu akışını sağlamak) en doğal ve tutarlı olan yoldur. Bunun dışında Türkiye'de olduğu gibi devletin hassasiyetlerine göre kamusal alan söylemini yaşatmaya çalışmak apaçık bir anakronizmdir.(NK)
Kaynakça
Anderson, (1991). hnagined communities: Refiections on the origin and spread of nationalism (2nd revised edition). London: Verso.
Aristotle. (1992). The politics. London: Penguin.
Chatterjee. (1986). Nationalist thought and the colonial world. Minesota: UM Press.
Deleuze. G. & Guattari. F. (2000). Felsefe nedir? İstanbul: YKY.
Eco.Umberto. (1990) Interpretation and overinterpretation: World, history, texts. Cambridge University: The Tanner Lectures on Human Values
Foucault, (1992). The archaelogy of knoıvledge. Londra: Tavistock. Habermas, (1999). Kamusallığın yapısal dönüşümü. İstanbul: İletişim.
Kalpagam. U. (2002). Colonial govermentality and the public sphere in India. Journal of Ilistorical Sociolog)*. C. 15, No. l (Mart)
Rosecrance, Richard. (1999). The rise of the virtual state. New York: Basic Books.
Türk Dil Kurumu. (1979). Türkçe sözlük (6. Baskı). Ankara. Türk Dil Kurumu. (1998). Türkçe sözlük. Ankara.