Şimdilik basındaki kamuoyu oluşturucularının yazdıklarına göre "olay"ın kahramanları.
Karmaşık ilişkilerden söz ediliyor, bazı iddialarla birlikte: Yargıtay Başkanı, MİT mensubunun ve yazlığının tadilat işini yapan müteahhidin aracığıyla, Alaattin Çakıcı'nın Yargıtay'daki dosyası hakkında bilgi vermiş.
İddianın daha vahimi: Genel Sekreterle Başkan, ilgili Yargıtay Dairesini etkilemeye çalışmış ve bu arada Yargıtay postasının evrak yetiştirme hızında belirgin bir yavaşlama olmuş, Çakıcı da bu vesileyle kaçmış.
Devlet ve Hukuk
Kamu Hukuku Dersleri'nde, ki çoğu Leon Duguit'in aynı adlı kitabından esinlenir, başkalarına nasıl göründüğünü bilmemekle birlikte, Marksist hukuk talebelerinin gülümsemelerine neden olan genişçe bir devlet teorisi bahsi vardır.
Söylenmek istenen basitçe şudur: devlet, üzerine kurulduğu ülkede yaşayan bütün insanların kolektif birliği, ortak iradesidir: "ulusal egemenlik" ilkesi.
Gülümseyenlerin neden gülümsediği kolayca anlaşılabilir: Esinlendikleri Duguit bile, "ulusal egemenlik" tezinin tamamen metafizik bir varsayım olduğunu ileri sürer; ortaçağda nasıl hükmedenler iktidarlarının kaynağı olarak Tanrı metafizik ilkesine başvuruyorlarsa, "modern çağda" da gerçekliği olmayan bir ulusal irade varsayımı ile ulusal egemenlik metafizik ilkesine başvurulmaktadır.
Devletlerin mevcut hukuksal biçimleri de bu metafizikten türetilir. Hak, adalet vs. de. Devlet, öyle bir hukuk öznesidir ki, dışarıda -diğer devletlere karşı- ulusal iradeyi temsil eder, içerde de ulusal iradenin açığa çıkışını olanaklı kılar.
Tabii, liberal ya da muhafazakar siyaset teorileri, hukuk kitaplarında ifade edildiği biçimiyle metafizik ilkeyi savunmakla yetinmezler, zira bu biçim hakikaten can sıkıcıdır ve bu metafizik ilke de, insan teklerinden Tanrı gibi kendisi için savaşmalarını, ölmelerini, ya da öldürülmeye boyun eğmelerini istediği için, biraz daha süslenmeyi hak eder. Sonuç aynıdır ama...
Gülümsemiş olmak, metafizik ilkenin çalışmasını engellemez maalesef. Gülümseyenler, "sınıf" dediklerinde, "ulus", bir karabasan şeklinde, iradesinin temsilcisi "devlet" aracılığıyla üzerlerine çöker. Kötü bir karabasan, listeden seçebilirsiniz: işkence, mahpusluk, yargısız infaz...Bütün bir toplumsal ilişkiler alanının sermaye lehine düzenlenmiş olmasını anmıyoruz bile.
Adalet
Hukuk mekteplerinde "adalet" diye bir ders yoktur. Olsaydı, hukukçularımız, hiç yoksa Robert A. Dahl'ı, John Rawls'ı falan da biliyor olurlardı. Metafiziğin liberal süslemeleri her zaman değilse de, bazen "iç açıcı"dır.
Hiç yoksa, ortaçağ metafiziğinin aşırılıklarını sınırlamaya çalışan "doğal hukuk" teorileri benzeri görece insan teki lehine karşı-metafizikler türetir. Hiç yoktan iyidir, devlet iktidarının sınırlandırılmasına gerekçe olur.
Metafizik içinde kalındıkça, sonuç genelde değişmez, devlet ve hukuk, her hal ve koşulda bağımlı sınıflar aleyhine çalışır. Bağımlı sınıfların, yüzyıllardır süren mücadelelerle, hukuksal biçimlere "sızmayı" başardıkları, bu biçimleri kendi lehlerine düzenleyecek kimi "uzlaşmalara" egemen sınıfları zorladıkları bir sır değildir. Bu "liberal temsili demokrasiler" için iyi bir sonuçtur da: metafiziğin, yani devletin hepimizin devleti olduğu yalanının yeniden üretilmesine hizmet eder.
Yine de öyle anlar vardır ki, metafizik "aşkın" haliyle kendini göstermeden edemez. Özkaya'nın kendini savunurken ileri sürdüğü gibi: "Kozinoğlu'yla görüşmem istişari idi. Sorduğumda, bana, 'Resmen geldim, müsteşarımın izniyle geldim. Haberi var. İsterseniz açayım, konuşayım' dedi. Kozinoğlu bana bir devlet sırrı verdi. Bunu açıklamayı mahzurlu görüyorum."
Devlet sırları açıklanmaz, mahsurludur; metafiziğin kendi adaletinin tecellisini engelleyebilir bile bu sır. Önemli değildir, her şeyin bir sınırı var: adaletin bile. Gülümseyenler, bilir, onların adalet dedikleri, özel mülkiyetin ve sermaye birikimi sürecinin güvencelerinin sağlanmasından ibarettir, "devlet sırları" ifşa edilemez bu yüzden. Banka "sırları" gibi. Sır'dır!
ABD Sırrı
Özkaya, bu sırrı açıklasa, belki de kendine yönelen suçlamalar karşısında daha "savunulabilir" bir pozisyon edinecektir. Ama Özkaya, buna rağmen, sadece "sır" var demekle yetinmektedir. Zamanında Mehmet Ağar'ın ağzından kaçırdığı "bin bir operasyon" gibi.
Bu, sadece Türkiye ile ilgili bir durum da değil. Yasemin Çongar, Milliyet'teki yazısında Amerikan Askeri Kuvvetlerinin dünyadaki yeni dağılımına ilişkin Bush stratejisini tanıtırken bir "sır"rı da ifşa ediyor: "Bu arada, dünyanın çeşitli yerlerindeki, çoğu 40 hektardan daha dar bir alana sığacak kadar küçük ve gizli, tam 5 bin 458 adet 'mini' Amerikan askeri tesisi de kapanacak. " Bu 'sırrı,' geçen hafta gülerek açıklayan Pentagon yetkilisine göre, 'Soğuk Savaş'tan miras bu gayrimenkul, artık ABD'ye lazım değil.'"
Söz konusu olan, sermayenin tarihsel hareketinin güvencelerini oluşturmak olduğunda, bin bir operasyon da olur, ABD'nin 5 bin 458 adet mini "gizli" üssünden birkaç yüzünün memlekete açılmasına da izin verilir. Alaattin Çakıcı da kullanılır. Devlet sırrıdır.
Afganistan Sırrı
Yeşim Küçükköylü' den aktaracağım. Uzunca bir alıntı: "Afganistan ve Lübnan'daki iç savaş da Amerikalıların "warlord" dedikleri "savaş fırsatçısı" baronların ortaya çıkmasına neden olmuş.
"Bu kişiler arasında Özbek olduğu için Türkiye'nin anlamsız olarak uzun süre desteklediği General Raşid Dostum da var.
"Dostum her türlü pisliğe bulaşmış bir adam. Kerem'in söylediğine göre Afganistan'da uyuşturucu üretimine karşı olan bir Talibanmış. İktidara gelince yasaklamışlar.
"General Raşit Dostum'un yanında 1997-1998 yıllarında şimdi MIT Daire Başkanı olan E.Bnb. Kaşif Kozinoğlu varmış.
"Kendini general yaptıran Kozinoğlu uyuşturucu dahil her türlü işe karışan Dostum'un sağ koluymuş. Aynı Kozinoğlu hakkında IHD Genel Başkanı Akın Birdal'a yönelik suikastı düzenlediği iddiası var.
"Korkut Eken'in tahliye olduğu günden önceki iki hafta (15-30 Temmuz 2004) içinde II. Korkut Eken gözüyle bakılan bu Kaşif Kozinoğlu'nun Genelkurmay İkinci Başkanı İlker Başbuğ'u tam 4 kez ziyaret ettiğini söylersem ne dersiniz? Hem de YAŞ arifesinde. Karmaşık ilişkiler, değil mi? Bütün bu olan biteni bana açıklayabilecek olan var mı?"
Küçükköylü'ye kim açıklama yapacak bilemiyorum. Ben şunu söyleyebilirim: sayın Küçükköylü, devlet sırrıdır!
Filler Tepişir
Şurası kesin. Devlet -egemenler- katında bir tepişme var. Tarafları kimdir? Amaçları nedir? Solda bir yorum, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetinin Doğan Medya Grubu eliyle, Yargıtay ve MIT'te "düzenleme" yapmak istediğini ileri sürüyor.
Yargıtay başkanı, bu yoruma göre, yargının siyasallaşmasına karşı, evrensel hukuk ilkelerine vurgu yapan, AKP karşıtı bir figür.
Keza, MIT'in başı da, AKP öncesi hükümetlerin bürokratı. AKP, bunları istemiyor. Başka bir yorum, Doğan Medya Grubu'nun şeffaflık, demokratik soruşturma ve yargılama taleplerini esas alıyor.
Daha önce de, çeşitli vesilelerle, egemenler arasındaki çatışmaların emekçi halkın çıkarlarına bir gelişme yaratmayacağını belirttik.
Gerçekten de, sendika.org'un yorumunda belirtildiği gibi, "özetle bu kavga Türkiye emekçilerine umut ve gelecek sunan bir kavga değil".
Ancak, şu kaydı da düşmek gerekir: Bu tür kavgaları deşifre etmek için, "ulusal egemenlik" metafiziğinin eseri "çağdaş" yüzlü bürokratlara, Özkaya gibilere, Cumhuriyet Gazetesi tadında payeler yüklemekten uzak durmak gerekir.
Çatışmanın tarafları "devlet sırrı"nın neyin sırrı olduğunu iyi bilirler ve emekçi halk karşısında, hepsi sermaye çıkarlarının ikirciksiz hizmetine koşarlar. Mesele, "devlet sırrı"nı, ulusal egemenlik metafiziği ile birlikte tarihin çöplüğüne yollamaktır. Bunu da, isterlerse, emekçiler yapabilir.
İstemezlerse, sonuç bellidir; filler tepişirken, çimenler ezilir. Kozinoğlu'na mı? Hiçbir şey olmaz, olsa olsa, memleketimiz yeni bir Korkut Eken kazanmıştır. Yeni Veli Küçük'ü de, Küçükköylü ifşa ediyor: İlker Başbuğ. Hayırlı uğurlu olsun. Yeter ki, "ulusal egemenliğimize bir şey olmasın!" (SE/BA)