O devleti korumak için yapılan anayasalar, yasalar zamanla sadece bürokratları koruyan hukuk metinleri haline gelirler. Ve son kertede bu hukuk metinleri bürokratlarla birlikte bir grup ayrıcalıklıların da korunması görevini üstlenir.
Bürokrasinin koruma duvarları
Bürokratları ve ayrıcalıklıları koruyan bu hukuk metinleri, zaten ekonomik olarak halktan ayrılmış bürokrasi sınıfının ve o sınıfın yanında asalaklık eden ayrıcalıklıların hukuksal olarak da halktan kopmalarının resmi halidir bir bakıma... Zira o hukuk metinleri, bürokratların ve ayrıcalıklıların can ve mal güvenliklerinin sağlanması gibi düzenlemeler getirmiştir de; silahı, gücü, makamı olmayan halkın; silahı, gücü, makamı, hapishanesi olan bürokratlara karşı korunması ile ilgili düzenlemeler getirmemiştir.
Bir burjuva sınıfı vaktiyle oluşmadığı için, şöyle adamakıllı bir burjuva devrim yaşayamayan ve burjuva devriminin kimi evrensel niteliklerinin askeri bürokrasinin iteklemeleriyle kazanıldığı Türkiye'de de, hukuk metinleri, devlete karşı bireyi değil, bireye karşı devleti korur..
Ancak Türkiye'de sadece bürokrasinin değil, ayrıcalıklı kimi sınıfların da halka karşı sert önlemlerle korunması geleneği yerleşiktir. Zira Türkiye'de ayrıcalıklı sınıfları yaratan bürokrasinin kendisidir...
Burjuva devriminin, burjuvasız olmayacağını anlayan bürokrasi 'sera' modeliyle ayrıcalıklı bir sınıf yetiştirmeyi denemiş, sanayileşmek ve burjuva devrimini gerçekleştirmek adına 'şımarık' bir ayrıcalıklı sınıf yaratmıştır...
Türkiye halkının talihsizliği de budur!
Halka uygulanan hukuktan ayrı bir hukuka tabi olan, halka karşı korunan sadece Türk bürokrasi değildir; Türk bürokrasisinin bizzat yetiştirdiği ve şımarttığı ayrıcalıklı sınıflarda halka karşı korunurlar. Ve bu halka karşı korunma sürecinde, bürokrasinin ve ayrıcalıklıların çıkarlarının korunması, doğal haliyle, halkın çıkarlarının engellenmesine neden olur...
Yalnız hukuki değil sınıfsal koruma da var
Türkiye'de bürokrasinin ayrıcalıklı sınıfları halka karşı koruduğu tek alan hukuk değildir elbette. Bürokrasi ayrıcalıklı ilan ettiği ve şımarttığı kimi sınıfları ekonomik olarak da korur.
Ankara civarlarında arazi verme ya da yabancı şirketlerin mümessilliğini ayarlama şeklinde başlayan bu koruma son kertede kimilerine düşük faizli kredi verilmesi ve o kredinin batırılması; kimilerine banka verilmesi ve o bankanın batırılması ve saire şekline girdi, şımartılmış ayrıcalıklılar, bürokrasinin gözetiminde palazlandılar...
Bugün içi boşaltılmış bankaların müsebbipleri yalılarda konaklayıp, yatlarla mavi tur gezilerine çıkıyorlar, mahkemeye gitmiyorlar; mahkemeye gidenler cezaevine konulmuyorlar, cezaevine konulanlar hüküm giymiyorlar.
Bürokrasinin ayrıcalıklı ilan ettiği birilerinin halka karşı koruması için onların banka soymalarının görmezden gelinmesi de yetmiyor; onlara işçinin hiçbir güvencesinin olmadığı yasalar sunulmak isteniyor. Onların istediği yasalar, onların istediği özelleştirmeler, "Aman size bir şey olmasın" titizlenmesi ile cart diye yasalaşıyor, onaylanıyor, kabul ediliyor...
Yasaların, ekonomik ilişkilerin koruduğu bürokratlar ve bürokratların yasa desteğiyle, olmadı siyasi destekle koruduğu ayrıcalıklılar hukuksal ve ekonomik açıdan halktan kopmakla da yetinmiyor, sosyal olarak da halktan ayrılıyor. Mesela askerlik de yapmıyor, çok kazandığı halde vergi de vermiyor, avam takımının dolaştığı yerlerde de dolaşmıyor...
Yasaların, anayasanın ve bütün hukuk metinlerinin bürokrasi ve ayrıcalıklılar için sakıncalı saydığı halk ise, hala halk olduğunun farkına varamamış, bir o bürokratı alkışlıyor, bir bu şımarık ayrıcalıklının partisine yüzde 7'lik destek veriyor...
Devlet babanın faaliyetleri
Bürokrasinin ayrıcalıklı ilan ettiği birilerini hukuksal ve ekonomik olarak koruması her zaman 'magazinsel' sonuçlar da vermeyebiliyor.
Yani şımartılmış, her yaptığına göz yumulmuş beceriksiz Türk özel sektörünün marifetleri her zaman "Banka batıran bilmem kim bey yatla gezdi" şeklinde haber olmuyor. Ya da bu beceriksiz, basiretsiz adamların yapıp ettikleri, Sabah ve Vatan gazetesinin atabileceği türde mesela "Alem Milletiz" filan gibi başlıklara da sığmayabiliyor.
Bu beceriksiz, basiretsiz adamların yapıp ettiklerini, kırıp döktüklerini tarif etmeye kimi zaman gazetecilerin başlık gücü de yetmiyor, nüktedanlığı da...
Bingöl depremi, bu beceriksiz, basiretsiz adamların yani Türk bürokrasisi tarafından palazlandırılmış ve şımartılmış kasaba eşrafından devşirme ayrıcalıklı sınıfların yediği son halttır.
Devlet baba, yani anlı şanlı Türk bürokrasisi kendisini ve palazlandırıp şımarttığı kasaba eşrafından devşirme ayrıcalıklıları hukuksal ve ekonomik olarak korumuştur da; yatılı okulların çilekeş öğrencilerini yani avam takımının evlatlarını depreme karşı koruyamamıştır.
Aslında Türk bürokrasisinin yatılı okulların çilekeş talebelerini depremden değil, kendisinden ve o palazlandırıp şımarttığı kasaba eşrafından devşirme ayrıcalıklılardan koruması gerekirdi.
Bingöl'de enkazın altında kalanlar
Ama şimdilerde Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP), daha önce Refah Partisi'nin (RP), ondan da önce Doğru Yol Partisi'nin (DYP) "kadrolaşma" hareketleriyle aslanlar gibi "mücadele" eden Türk bürokrasisi, avam takımının çilekeş evlatlarının canını hırsız müteahhitlere teslim edecek kadar insancıldır, hukuksaldır.
İşte bu nedenledir ki...
O yatılı okul pansiyonunu deprem değil, Türk bürokrasisi ve palazlanmış, şımartılmış kasaba eşrafından devşirme ayrıcalıklılar, avam takımının evlatlarının başına yıkmıştır.
Peki şimdi ne olacaktır?
Türk bürokrasisi palazlandırdığı, şımarttığı kasaba eşrafından devşirme ayrıcalıklı sınıfların birkaç banka daha batırmasını, birkaç yatılı okulu daha yıkmasını yani yoksul halk çocuklarının kanı üzerinden, açlıktan ölen bebeğin son çığlığı üzerinden para kazanmasını engelleyecek midir?
Ankara'da yaşanan kadro pazarlıkları, gerginlikler, tartışmalar gösteriyor ki yatılı okul enkazı altında kalan sabilerin çığlığı ne Türk bürokratlarını doğru yola sokacak ne de kasaba eşrafından devşirme ayrıcalıklıları...
Bürokratlar yine Onuncu Yıl Marşını söyleyip Türkiye'yi kurtaracak, ufak bir büroya bir masa iki sandalye atan kasaba eşrafı yine devlet ihaleleri alacak ve kim bilir ne vakit, hangi iklimde birkaç yatılı okul çocuğu daha bürokrasinin ve ayrıcalıklıların başına yıktığı okulunda, belki çamaşırhanede hortumla dövüldükten sonra ya da anacığına bir mektup yazdıktan sonra Türkiye'nin siyasal ve ekonomik yapısını düşünmeye fırsat bile bulamadan ölecek.
Ölecek ki, makam arabaları tüm ihtişamıyla geçip gitsinler Ankara caddelerinden...
Ve o çocukların, belki hiç duymadığı bir dize çınlayacak boşlukta; onlar ve biz yaşadığımız sürece:
Devlet dersinde öldürülmüştür!(NK)