"Kimlikleriniz lütfen!"
Ve o esnada araçta ön sıralarda oturan Nimet Tanrıkulu'nun sesidir duyulan, biraz da tepkici bir tonda. "Önce siz kimliğinizi gösterin bakalım. Sizler kimlersiniz!".
Karşıdakiler, tepkiye alışkın değillerdir.
"Biz polisiz. Görevimizi yapıyoruz." Yanıtı, bir başka kesinliktedir. "Tamam da bizler de festival nedeniyle buraya gelen konuklarız. Yeter artık kimlik çıkarıp vermekten bıktık." Yanıtı bir başka yargıyı yansıtmaktadır.
"Hanımefendi burası terör bölgesi. Bizler de emir kuluyuz. Sanıyor musunuz ki biz çok istekliyiz sizlerin kimliklerinizi kontrol etmekten. 25 saattir görevdeyiz. Biz de sizin yerinizde olsak ve sürekli kimlik isteme talebiyle karşı karşıya olsak aynı tepkiyi gösteririz. Ama neylersiniz ki bu işler böyle göstermek zorundasınız".
Munzur Festivali
İşte böylece uzayıp giden, genellikle de sonu kimlik ibrazından sonra araca ve içindekilere yol verilen, arada bir de birkaç gözaltı ya da engellemelerle sonuçlanan bir şehir ve festival seyahatiydi 27-30 Temmuz tarihleri arasındaki 6. Munzur Kültür ve Doğa Festivali.
Aslında daha Keban baraj gölünün şişirdiği suların Elazığ yakasındaki Pertek feribot iskelesine yanaşmadan birkaç yüz metre önce kimlik talebiyle durdurularak başlıyor ve habercisi olunuyordu yaşanacakların. Yirmi dakikalık bir feribot yolculuğundan sonra Tunceli ilinin Pertek ilçesine vardığınızı anlıyor ve hemen oracıkta bir kez daha kimlik kontrolünden geçiriliyordunuz.
Sonra birkaç kilometre gittikten sonra bir kez daha bu kez polis kontrolüne sıra geliyordu. (Öncekiler asker). 50 kilometre sonra Tunceli iline vardığınızı artık polisin güvencesinde olduğunuzu emniyet müdürlüğü tarafından konulan bir tabeladan öğrenirken, şehir girişinde "Yolculuk nereye!" diyerek bir kez daha denetimden geçiriliyordunuz.
20 kez kimlik kontrolü!
İstisnasız bu Dêrsim'de festival süresince kaldığım üç günlük zaman dilimi içinde festival nedeniyle programlarına katıldığım Pertek, Hozat ve Ovacık ilçelerinde ve yollarında aralıksız yaşandı.
Abartmıyorum en az 20 kez kimliğim ya kaydedildi ya da kontrol edildi. Diyebilirim ki bir başka olağandışı yaşantıların yaşandığı şehirde (Diyarbakır'da) yaşıyor olmama karşın; bu kadar az bir zaman dilimi içinde bu kadar çok kimlik kontrolünden ilk defa geçiriliyordum. Sonra da kendi kavlimce bunun yarattığı travmayı düşünmeden edemiyordum.
Daha önceleri de bir iki kez Tunceli'ye gitmiştim. Ama ilk kez bir şehrin bu kadar daraltılmış, sıkıştırılmış, her gün her saat birbirinin gardını ölçüp biçerek ve ona göre mevzilenerek yaşamak zorunda kalan bir şehirle ve atmosferiyle karşılaşıyordum. Doğrusu böyle bir şehirde mevcut haliyle yaşamanın zorluğu beni fazlasıyla etkiledi ve bunu da orada kaldığım süre içinde bir çok insanla paylaştım.
Tunceli gerçeği
Sonuç da yapılmaya çalışılan bir şehre ait festivaldi. Ve her yıl artık neredeyse dünyanın bir çok yerine dağılmış Dêrsim coğrafyasının hemşehrileri kendilerini şehirlerinin festivallerine ve düzenlendiği tarihe göre ayarlayıp öyle hasret gideriyorlardı. Buna, elbette müsamahakâr davranış örnekleri beklemek de haklarıydı. Ama tersi ile karşılaşmak demek ki bir Tunceli gerçeğiydi!
Festival gerçekten konu başlıkları ile müzikleri ile, her gün bir ilçeye yapılan gezi programları ile festival boyunca hem şehir sakinlerini hem de konuklarını doyuran bir programa sahipti. Bunu organizasyonun artıları hanesine yazmakta devamını beklemek açısından yarar var.
Ferhat Tunç ve Yaşar Seyman
Ama kanımca birçok sohbette adı geçtiği ve benim de eksikliğini hissettiğim için yazmamda yarar olduğuna inandığım Ferhat Tunç'u anmadan geçmek Dêrsim'le ilgili bir yazı yazılırken eksik kalır.
Adı artık şehriyle birlikte anılan Ferhat Tunç'un bir unutkanlık ya da iletişimsizlik sonucu olduğuna inandığım bir eksiklik nedeniyle çağrıl(a)mamış olması mutlaka aşılmalı ve telafi edilmeli diye düşünüyorum.
Bir başka açıdan da "Munzur'un Sesi" olma hakkını her daim üzerinde taşıyan sevgili arkadaşım Yaşar Seyman da yoktu. Söz vermişti Dêrsim'de bana ev sahipliğini o yapacaktı. Festival komitesindeki arkadaşlar ilgide kusur etmediler, ama yine de sevgili Seyman'ı festival süresince gözlerim hep aradı. Kendisi yoktu ama bir başka arkadaşı Nimet Tanrıkulu vardı. Sağ olsun onun ilgisine mahzar olduk.
Son bir vurgum ve eleştirim de Dêrsim halkına! Zazaca'yı çoktan unutmuşlar. zazaca sadece müzikte mi var! Ben sadece onu gördüm de! Diyarbakır'da neredeyse her panelde, her etkinlikte paneli düzenleyenleri paralarcasına neden Kürtçe yok, ya da yetersiz ya da tümüyle Kürtçe değil (hatta zaman zaman neden zazaca değil!) diyenleri bildiğimden; orada bu tip söylemlerin/taleplerin bir tekine bile rast gelmedim. Yadırgadım. Yadırgadığımı da daha orada iken yüksek sesle paylaştım.
Dêrsim amasının dilini unutmuş. Benim kimliğim birkaç gün içinde eskimiş çok mu? (ŞD/AD)