Yıllar önce yine bir "deli" tarafından öldürülmüştü.
Deliler bu ülkede sokaklarda yaşarlar.
Kediler, köpekler ve deliler.
"Delinin bir günü" nasılsa, o günlerden birinde başka bir delinin saldırısıyla ölmüştü.
Dersimlileri geride bırakıp "cennet"e gitmişti.
O gittikten sonra yerini, hiçbir "deli" dolduramamıştı.
Dersimliler öylesine sevmişlerdi ki onu, hala özlüyorlar; "o olsaydı şöyle yapardı, şöyle derdi..." diye konuşanların sayısında yıllar geçse de hiç eksilme olmamıştı.
Ölümünden sonra Tunceli Belediyesi onun heykelini şehrin tam ortasına dikmişti; elinde sigarası, dertli ve buruşuk yüzü, pejmürde kıyafeti ile hep olduğu gibi, yine efkarlı gözlerle bakmıştı.
Dersimliler, tıp biliminin verilerine göre "deli" olan bir mensubunun heykelini dikmişti.
Belediye Başkanı ve diğer yetkili zevat heykelin açılışını yapmış; heykele en çok çocuklar sevinmişti.
Öyledir; delileri en çok çocuklar severmiş. Ama TV'ler ve gazeteler anlayamamıştı bu "deli heykeli"ni.
Öyle ya, hep devlet başkanlarının veya generallerin heykeli dikilir Türkiye'de.
Ama Dersimliler yine "farklarını" göstermiş; delilerinin heykelini dikmiş ve resmi geleneğe "bir nanik" yapmışlardı.
Heykelin altına da bir çeşme konulmuştu ki; suyunu içen "Bava'ya rahmet duası" etmeden geçemezdi.
Nüfus kayıtlarında ismi "Hüseyin Tatar"dı.
Dersimliler O'na " Sey Uşên" diyorlardı. Kureyşan aşiretinden olduğu için herkes onu da "Seyit" mertebesinde görüyordu.
Askerden döndükten sonra "deliren" Hüseyin Tatar'ın ismi, o tarihten sonra, "Sey Uşên" kalacaktı.
Sey Uşên'in hayatı romancı Muzaffer Oruçoğlu'na "Filozof"u, Nurettin Aslan'a da "Dersim'in delileri"ni yazdıracaktı.
Türküler söylenecekti adına, Ferhat Tunç bir türküsünü ona yakacaktı:
"ah bıra bıra, bıraê Dêrsım, adı divana kaldı, adı Sey Uşên..."
Dersimliler ona "deli" (Zazaca: bom) denilmesine hep karşı çıktılar.
O "ermiş"ti, "keramet sahibi"ydi.
Bir kış sabahı, şehrin tam ortasında uyandığı yere kar yağmaması; yürüyerek Elazığ'a, Malatya'ya birkaç dakikada gitmesi de bundandı.
"Deliliğe Övgü" kitabının yazarı filozof Erasmus'un söylediği şeyler, bütün deliler gibi, onun için de geçerliydi:
Her deli milleti güldürmede ustadır,
Bir deli de bir bilgin de aynıdır,
Biri içinden geldiği gibi, öbürü aklından geçtiği gibi davranır...
Sey Uşên de Dersimlilerin neşe kaynağıydı. Dersimliler kadar zulüm gören halk çok az olduğu için, Sey Uşên onların en büyük ihtiyacı olan "gülme ihtiyacı"nı karşılardı.
Sadece güldürmediğine; aynı zamanda "düşündürdüğü"ne de inanılırdı; her sözünün arkasında "derin anlamlar" aranmaya çalışılması boşuna değildi.
Dersim'in tarihi Sey Uşên'in tarihiydi. Sey Uşên de Dersimlilerin tarihinden bir sayfaydı.
Dersimlilerin yaşadığı tüm acıların farkında olan.
Dersim'de, Dersim tarihindeki tüm deliler, halkı gibi resmi otorite ile hiç barışık olmamıştı.
İşte bu noktada hiç "deli" değillerdi.
Gerçekten bir "ermiş" gibi davranıyorlardı. Sey Uşên de böyleydi.
12 Eylül döneminde sokağa çıkma yasağının uygulanan günlerden birinde,sokaklarda hiç kimseyi göremeyen Sey Uşên'in emniyet müdürlüğünün kapısına kadar gidip "Ero sıma oncia na mılet se kerd, berd koti gırr kerd, '38 oncia ame?" demesi,
Türkçesiyle "ulan siz bu milleti ne yaptınız, nereye götürüp kırdınız, 38 felaketi yine mi geldi?" demesi, Sey Uşên'in gibi bir deliliğindeki "ermişliği" gösteriyordu.
Nitekim, "akıllılar"da delilerin izinden yürüyecekti.
Üniversite mezunu gençlerden oluşan bir grup, yıllar sonra "baraj karşıtı mücadele"de kendilerini "Munzurun delileri" olarak tanıtacaktı.
Dersim'in delileri Dersim'in akıllılarına yol gösterecekti.(HA/AD)