Çok heyecanlı bir kadın.
38 yaşında ama sanki 20'lerinde gibi görünüyor.
Hayatı kolaylaştıran insanlardan gibi duruyor.
Devin Özgür Çınar.
Geriye Kalan'daki rolüyle 48. Altın Portakal Film Festivali'nde en iyi kadın oyuncu ödülünü aldı.
Geriye Kalan muhteşem bir film.
Mart'ta vizyona girecek.
Bir aldatma hikâyesini ya da bir evliliğin öyküsünü, gözleriniz hangisini görmek isterse onu anlatıyor.
Çınar, "öteki kadın"ı oynuyor. Hani o sevmediğimiz, "bizden" olmayan kötü kadını.
Ama o, kötü kadını seviyor. Zaten ödülünü de "kendini öteki olarak hisseden herkes adına" aldı.
Ve ödülünü alırken, "öteki" kadını anlayan, "öteki" kavramını sorgulayan tüm cesur kadınlar gibi çok güzel görünüyordu.
Siz hiç "öteki" olduğunuzu hissettiniz mi?
Çok uzun bir süre. Aklım erene kadar düşüncelerim, duygularım yüzünden kendimi tuhaf hissettiğim uzun bir dönem yaşadım. Kendimi dışarıda hissettim. Bir türlü içimdekiyle dışarıdaki uyuşmadı.
Kaç yaşına kadar?
21-22 yaşına kadar devam etti. Kendimi çok beceriksiz ve başarısız olmaya aday görüyordum.
Nasıl atlattınız?
Aslında hala böyle hissediyorum, ama bundan rahatsız değilim. İnsanın kendini ifade edebilmesi fakat kimi zaman da buna ihtiyaç duymadan hayatını yürütmesi önemli. Her zaman doğru anlaşılmak zorunda değilsin. Orada bahsettiğim "öteki" kendisini dışarıda hisseden herkes.
Çekimlerde "öteki kadın" olmak üzerine düşündünüz mü?
Öteki kadın olduğum aklıma bile gelmemişti. Bir basın toplantısında "öteki kadın öyleydi, şöyleydi" diye konuşmaya başladılar. Biraz bozuldum ve kızdım. Neden "öteki kadın" bunun adı? O daha ahlaksız ya da daha mı olumsuz? Ortada iki kadın var. Ama "evli" olan "bizden" oluyor.
Siz nasıl görüyorsunuz filmdeki o iki kadını?
Bence mesele farklı koşullarda büyümüş iki kadının hayattaki seçimleri üzerine. Oynadığım karakteri daha cesur bulduğum için daha çok sevdim. O riski göze alıyor; böyle insanlar beni heyecanlandırır.
"İnsanın kendini var ettiği bir nokta olamaz evlilik"
"Geriye Kalan" aldatmayı mı anlatıyor, evliliği mi sizce?
Evliliği.
Evlenmeyi düşündünüz mü hiç?
Düşündüğüm zamanlar oldu; ama sonuç olarak evlenmedim. İnsanların asıl ilgilenmesi gereken doğru birisiyle yakınlık kurabilmek ve gerçek bir ilişki yaşamak. Fakat bu pek fazla kişinin umurunda değil. İnsanın kendini var ettiği bir nokta olamaz evlilik.
Korkutucu geliyor mu?
Asıl korkulacak olan insanlardaki kayıtsızlık; ne hissettiklerini anlamıyor oluşları. Kendimi dışlayarak konuşmuyorum; ben de dâhilim. Sistemin içinde, dikte edilen görevleri yapmaya mecbur bırakılan kişiler haline geliyoruz. Hayat aslında böyle bir şey değil. Hiçbir şey yapmaya mecbur değiliz. Bunlardan sıyrılmak insanın uzun zamanını alıyor.
Evlilik toplumsal olarak neye tekabül ediyor?
Sistemin şık bir parçası haline gelmek için yapman gerekenlerden biri de evlenmek. Evlenmemişsen eksik görüldüğün bir yer burası; özellikle kadınlar için. Ben evliliğe çok da olumlu bakmıyorum ama evlenmek istiyorsan da evlenirsin. Mühim olan oraya sıkışıyor musun, çıkabiliyor musun bunlara cevap verebilmek.
Üç cümleyle çocukluğunuz...
Zonguldak Devrek'te doğdum. Beş buçuk yaşında babamı kaybettim. Daha sonra annem kardeşim ve ben varız; İzmir'de.
Anneniz sizi tek başına mı büyüttü?
Annem bir daha evlenmedi; öğretmendi, memurdu. Ama sıradan memur değildi, aktifti. Sendikayla uğraşırdı. Düşünen bir kadın; sivrilikleri olan, haksızlığa tahammül edemeyen biri. O yüzden başka türlü olmayı ben bilmiyorum. Evde erkek olduğunda, babayla büyüdüğün zaman; nasıl olduğunu çok da iyi bilmiyorum. Babamla büyüseydim evliliğe yaklaşımım farklı olabilirdi belki.
Babasız büyümenin en büyük izi ne?
Boşluk hissi. Ve o hiçbir zaman dolmuyor. Bunu öğrendiğimden beri içim biraz daha rahat. Önceden bu boşluğun ne olduğunu konusunda sıkıntı yaşıyordum. Öğrendikten sonra onun doldurulamaz olduğunu fark ettim. O zaman büyümeye başlıyorsunuz ve anlıyorsunuz ki önemli olan başınıza ne geldiğinden çok, olanları neye dönüştürdüğünüz, nasıl mücadele ettiğiniz.
Tek başınıza çocuk büyütmek ister misiniz?
Büyütürüm, ama bunu tercih etmem çünkü hep bir eksiklik olur. "Babası olmasa da olur" demek bencilce geliyor bana. Belki ben babasız büyüdüğüm için... Bir gün "Neden babasız büyüdüm?" diye bir soruyla karşılaşırsam, cevabını veremeyebilirim.
"Onaylanma arzusu insanı kendi olmaktan çıkarabilir"
Aile nedir?
Aile dediğin şeyin karanlık bir tarafı var. Dünyaya gelmek isteyen sen değilsin ama dünyaya geldikten sonra itaat etmeni bekleyen, alacaklı gibi davranan bir aile ile karşı karşıya kalıyorsun. Aileyi "kutsal" bir yere koymuyorum. Sevgiyle ilgili bütün referanslarını aileden alıyorsun. Karakterinin ne kadarını onların istediği, ne kadarını kendi istediğin gibi inşa ettiğini sonradan görüyorsun. Bu memleketteki en büyük sorunlardan birisi de bu iç hesaplaşmaların gerçek anlamda yapılamaması.
Yani yetişkin olamamak mı?
Ergenlik çağını atlatamamış ülkenin insanlarıyız. Çok histerik bir yer burası. Hemen her şeye üzülüp, her şeye sevinmeleri beni korkutuyor. Bir an çok sevip, ertesinde nefret edebilirler. Bunlar yetişkin olmayan davranış şekilleridir. Zor olsa da kendi ayaklarının üzerinde durma savaşını veremiyoruz. O yüzden birey olamıyoruz. İnsanlar ne seçebiliyorlar, ne geride kalandan vazgeçebiliyorlar. Bir yandan dünyaya hâkim olan tüketim sistemi, bir yandan Müslüman İslami kültür; her şey o kadar iç içe girmiş ki çözebilmek çok zor. Bunlar genelde 30'lu, 40'lı yaşlarda düşünülüyor. Benim için de biraz karışık yani.
Bu dönemde kadınların en büyük problemi ne?
Hangi sosyal sınıftan olursa olsun, kısmen eşitlikçi ailelerde bile kadın daha fazla çalışıyor. "Ev işi kadınındır" artık tarihe karışmalı. Kimse ev işi yapmaya bayılmıyor. Özellikle şu sıralar moda olan "her şey olabilme" sevdası var. Çok güzel ol, iyi anne ol, mükemmel eş ol, işinde iyi ol. Bütün bunlar onaylanma arzusunda kaynaklanıyor. Onaylanma arzusu insanı kendi olmaktan çıkarabilir.
Kendi hayatınızda aşabildiniz mi bunu?
Ne yaparsan yap kolay kurtulamazsın. Kendi dünyanla bağlantı halinde olma cesareti gösterebildiğin zaman bunu yıkabiliyorsun. Her zaman çok istikrarlı olunmuyor. Sana öğretilenler var. Onları yıkmak, tamamen değişmelerini beklemek çok romantik olur.
Onaylanma meselesi hep bir kenarda duruyor. Sen onunla bir gerilimli halde yaşayıp gidiyorsun. Yaptığının en iyisi, en başarılısı olmak istiyorsun ama kimse işi ne kadar sevdiğinle ilgilenmiyor. Tek ölçüt başarı. Fakat altta o kadar büyük boşluk oluyor ki sonra pat diye düşüyorsun. Hayat böyle öğreniliyor.
Aldığınız ödülle, "Bu işin en iyisi sensin" dendi size. Nasıl bir duyguymuş?
Bu filmi çok severek yaptım. Yaptıktan sonra ötesiyle berisiyle fazla ilgilenmedim. Ödül aldığım zaman şaşırdım. Severek yaptığın bir iş sonunda insanların seni ödüllendirmesi çok güzel bir şey. Ödül bu işin bir hediyesi oldu.
"Milliyetçi olmak rahattır"
Kürt olmanın sizin hayatınıza bir etkisi oldu mu?
Benim hayatıma çok etkisi olmadı. Bu sorun, güçlerin savaştırıldığı, insaniyet dışı bir olay. Stratejiler, meseleyi çözümlememeye yönelik; bu açık. Çok kalpten, basit çözümler varken strateji sahiplerinin bunları görmezden gelmesi beni çok sinirlendiriyor ve üzüyor.
Sizi en çok ne üzüyor bu konuda?
Van depremi sonrası olanlar beni epey üzdü. Van'da altı ay çekim yaptım. Orada gördüğüm yoksulluğu anlatamam. Depremden sonra zaten yoksul olan insanların hiçbir şeyleri kalmadı. Bu halde olan birine nasıl saldırırsın ki? İnsan çok enteresan bir varlık, bir yandan da çok kötü bir yaratık.
Korkunç sözler söylendi depremden sonra...
Milliyetçi olmak rahattır. Çoğu sorun baştan halledilmiştir. İnandığın bir şey vardır ve kuşkuya gerek yoktur. Kuşku duymadan bir şeye inanmak her zaman böyledir. Donanımsız bırakılmış insanlar ve bu ortamı yaratan ülke politikalarından dolayı bu süreç 30 yıldır devam ediyor. Kimse kimseyi anlamaya çalışmıyor ve giderek körüklenen kirli bir düşmanlık var.
Siz yardım ettiniz mi Van'dakilere?
(Söyleşiye başlarken yanımıza gelen bir arkadaşıyla konuşmasından ne yaptığını zaten biliyorum. Müthiş bir hikâye ancak yazmamı istemiyor. Saklamanın doğru olmadığını düşünüyorum ama saygı göstermek durumundayım.)
Eskiden insanlar daha çok başkaldırırlardı. Bugün ne eksik?
Bu sindirilmişlik beni karamsarlığa itiyor. İnsanlar bir şey hissetmeyi istiyorlar, özlüyorlar. Farklı olmak, fikrini söylemek konusunda zaten hiçbir zaman özgür olamamış bir ülkeyiz. "Aile" için de aynısı geçerli. Biraz farklı bir çocuksan zaten durdurulursun; hemen "normal" olan başkası örnek gösterilir. O noktadan sonra istediğin bir şeyin sonuna kadar gitmek, bedel ödemek, göze almak gibi aşamalar başlıyor. Çoğunlukla oralara hiç gelemiyoruz. Cesaretli insanlar çıkıp bir şeyler söylüyor ve cezalandırılıyorlar.
Hayattan ne öğrendiniz?
Bir söz vardır: "Utanç en çok güven duyulacak zaaflardan birisidir" diye. Çok doğru. "Kendinden emin ol, hiç arkana bakma, pişman olma"larla donatılıyoruz. "Utanmayacaksın, depresyona girmeyeceksin, melankolik olmayacaksın." Ama hayır... Depresyon, melankoli, utanmak iyidir ve bazen de gereklidir. (IC)